Türk siyasetinde ‘mezhepçilik heyulası'nın İrancı temelleri

Prof. Dr. Metin Aksoy / Selçuk Üniversitesi Rektörü
28.04.2023

2023 seçimlerine muhalefet bloku eliyle bulaştırılan mezhepçi heyula göz önüne alındığında artık seçimlerin bir anlamı daha netleşmiş durumdadır: Mezhepçiliğe karşı özelde Türkiye ve genelde İslam dünyasında ümmetin birliği-beraberliği...


Türk siyasetinde ‘mezhepçilik heyulası'nın İrancı temelleri

Prof. Dr. Metin Aksoy / Selçuk Üniversitesi Rektörü

2023 seçimleri için son dönemece girilirken muhalefet bloku adayının "Alevi" videosu, bunun sosyal mecrada bulduğu karşılık ve sonrasında Erdoğan'ın Alevi vatandaşlarımızı dikkatli olmaya çağıran açıklaması Türk siyasetinde son çeyrek asırdır bağımsız bir değişken olmaktan çıktığı düşünülen "mezhep" kartının yeniden gündeme getirildiğini göstermektedir. İlginç olan, söz konusu "mezhepçilik heyulası"nın ve buna yönelik siyasetin bugüne kadar Erdoğan'a atfedilmesi ancak gerçeğin yani mezhepçi siyasetin asıl durağının muhalefet blokunun adayının videosuyla ortaya çıkmasıdır. Meselenin görünen yüzü; seçimi kazanmak için ittifak halinde olduğu her parti genel başkanına başkan yardımcılığı makamını vaat eden, seçim listelerinde partisinin temsilcileri yerine oy oranı henüz belli olmayan partilere vekillik tahsis ederek kendi partililerini bile küstüren, HDP'nin desteğini almak için Türkiye'nin sınır ötesi meşru harekatlarını sorgulamaya açan yani kazanmak için her yola başvuran muhalefet blokunun adayının yeni bir Makyavelist ve fakat bu kez hepsinden de tehlikeli girişimidir.

Siyasi ikbal pazarlıkları

Zira mezhepçiliğin Türk siyasi tarihinde yarattığı kanlı sonuçlar henüz hafızalardayken bu kartı seçimi kazanmak için öne sürmek, elde edilmesi beklenen yarardan daha fazla ve onulmaz bir yara bırakacaktır. Bunun da ötesinde Türkiye'deki Alevi nüfusun niceliği düşünüldüğünde muhalefet bloku adayının mezhepçilik kartını öne sürmesi ilk bakışta pek de akılcı değildir. Çünkü çoğunluğu Sünni olan Türkiye'de Alevi olduğunu belirterek kimlik siyaseti yapmanın bu siyasetle ilgilenmeyen Sünni kesimde karşı refleks oluşturması da muhtemeldir. Bir araya gelmesi mümkün olmayan toplumsal kesimleri siyasi ikbal pazarlıkları ile bir araya getirmeyi başaran muhalefet bloku adayının bunu öngöremediğini ileri sürmek makul olmaz. Dolayısıyla bahse konu mezhepçilik kartının bir başka yani uluslararası boyutunu da ele almak gerekmektedir. Zira Türkiye'nin 2023 seçimleri önemli bölgesel ve küresel güçlerin dikkatle takip ettikleri ve hesaplarını ona göre yaptıkları bir içeriği çoktan kazanmıştır. Böylesi bir incelemede ise muhalefet blokunun adayının mezhepçi siyasetle mesaj verdiği uluslararası aktör Saadet Partisi'nin de kendisini desteklemesini telkin ettiği İran ve Türkiye'deki İrancı bileşenlerdir. Halihazırda resmi ve gayri resmi faaliyetleriyle Türkiye'deki Alevi nüfusu hedef alan İran'ın da Alevileri Şiileştirerek Türkiye'yi Şii jeopolitiğinde sıkıştırmak konusundaki başarısızlığı göz önüne alındığında, muhalefet blokunun adayına verdiği direkt ve doğrudan (Saadet Partisi üzerinden) destek anlam kazanmaktadır.

İran ve Şiileştirme projesi

İran; devrim ihracı, inanç koruyuculuğu, Şiiliği yayma ve diğer ülkelerdeki dini toplumsal muhalefeti yönlendirme politikasına yönelik pratiklerini iki kanal üzerinden gerçekleştirmektedir. Bu kanallardan ilki olan resmi kanallar, kamu diplomasisi çerçevesinde faaliyet yürüten İran'ın resmi kuruluşlarıdır. Bu kuruluşların bir örneği Türkiye'nin Yunus Emre Enstitüsü, Çin'in Konfüçyüs Enstitüsü, Almanya'nın Goethe Enstitüsünün benzeri olan İran İslam Kültürü ve İlişkileri Teşkilatı'dır (Iran's Islamic Culture and Relations Organization ICRO). Bir diğer örnek içinde Türkiye'nin de bulunduğu 90 ülkede temsilciliği bulunan Ehl-i Beyt Kurultayı/Kongresi'dir. Eğitim-öğretim, toplumsal ve kültürel faaliyetler, tercüme ve yayın faaliyetleri, ekonomik destek ve medya faaliyetleri Ehl-i Beyt Kurultayı'nın başlıca faaliyetleri arasında bulunmaktadır. İran'ın kullandığı resmi kanalların üçüncü örneği ise Türkiye'de temsilcilik düzeyinde faaliyet gösteren Uluslararası El-Mustafa Üniversitesi'dir. Örnekleri verilen faaliyetlerin resmi kanaldan gerçekleştiriliyor olması bu açık faaliyetlere karşı daha temkinli olunabilmesini mümkün kılmaktadır.

İran devlet kurumlarına doğrudan bağı bulunmayan kişi ve organizasyonların devrim ihracı ve Şiiliğin yayılması için çeşitli ülkelerde faaliyet göstermeleri resmi olmayan kanalları oluşturmaktadır. Nitekim İran'da yetişen âlimler Şiiliğe yakın grupları ziyaret etmekte, onlara dini eğitim vermekte ve İran'a seyahat ederek Şiiliği özendirmeye çalışmaktadır. Bu noktada İran'daki Kum şehri hem Şiiliğin tanıtılması ve öğretilmesi hem de İran'a yönelik tutumların olumlu yönde değiştirilmesi için bir merkez olarak kullanılmaktadır. Böylece eğitim alan ve tutumu değişen kişilerin ülkelerine döndüklerinde Şiiliğin ve İran'ın ideolojisinin yayılması noktasında hizmet etmeleri sağlanmış olmaktadır. İran'ın kullandığı resmi olmayan kanalların resmi olanlara kıyasla tespit edilmesi oldukça güçtür. Bunun sebepleri ise İran'ın resmi olmayan kanallar üzerinden hedeflediği Şiiliği yayma politikasının istihbarat faaliyeti şeklinde yürütülmesi ve örneğin Türkiye'de artık karşılık bulan "İrancılık" suçlamalarından kaçınmak adına bu faaliyetleri yürüten kimselerin gizliliği düstur edinmiş olmalarıdır.

'Devşirilebilir' kitle

Türkiye bağlamında İran'ın resmi olmayan kanallar üzerinden faaliyetleri Alevilerin Şiileştirilmeye çalışılması amacında kendisini göstermektedir. Bu bakımdan Türkiye'deki Alevi nüfus İran tarafından hedef olarak seçilmiş gözükmektedir. Nitekim Mustafa Onur Tetik'in de belirttiği üzere İran'daki Şiiler kendileri ile Aleviler arasındaki tek farkın fıkıh hususunda (başta namaz ve oruç) olduğunu ve Aleviler arasında dindarlaşma başladığında Şiileşmenin doğal bir gelişim olarak ortaya çıkacağını düşünmektedirler. Dolayısıyla İran, Alevileri ve Caferileri "devşirilebilir" bir kitle olarak görmektedir. Bu kapsamda Alevilerin Şiileştirilmesi hususundaki ilk çabalar Şia'nın önde gelen alimlerinin eserlerinin Türkçeye çevrilip yayınlanması olarak kendisini göstermektedir. Bununla birlikte alternatif bir tarih okuması oluşturarak, Alevilerin Osmanlı İmparatorluğu'nun baskı ve tecrit politikası sonrasında Şiilikten uzaklaşan bir topluluk olduğu iddiasının yerleşikleştirilmeye çalışılması da izlenen bir diğer yoldur. Bu çerçevede Alevi öğrencilere burs verilerek ve aynı zamanda bahse konu öğrencilerin İran'da ders almaları sağlanarak, az önce vurgulanan dini-tarihsel varsayımlar Aleviler arasında yaygınlaştırılmaya çalışılmaktadır.

Tektonik kırılganlıklar

Türkiye'deki Alevilerin Şiileştirme çabaları noktasında ise birtakım yol ve yöntemler öne çıkmaktadır. Bahse konu yol ve yöntemlerden ilki, Alevi dedelerin ve Alevi yol hizmeti yürüten kişilerin İran –başta Kum olmak üzere- ve Irak'ta Şiilerin kutsal kabul ettikleri şehirlere ve türbelere gezi maksadıyla çeşitli gruplar tarafından gönderilmesidir. İkincisi ise, İran'dan gelen molla/din adamlarının cem evlerini Şiiliği ifade eden yazı, resim ve tabelalar ile donatmalarıdır. Bahse konu yol ve yöntemlerden üçüncüsü, Alevi gençlere burs verilmesi, bu gençlere yurt sağlanması ve eğitim almaları için İran'a seyahat etmelerinin teşvik edilmesidir. Tüm bu faaliyetlere rağmen İran'ın bugüne kadar gayri resmi faaliyetlerinin amacına ulaşamadığını belirtmek gerekmektedir. Bunun sebeplerini sıralamak gerekirse; ilk olarak Türkiye'de bulunan yaklaşık 500 bin Şii Caferi'nin ve 12-15 milyon Alevi'nin ekseriyeti; siyasi istikrarın bozulması ve iç savaş gibi Arap Baharıyla ortaya çıkan ve Ortadoğu bölgesini sarsan tektonik kırılganlıklardan etkilenmemiştir.

Bir başka anlatımla bahse konu nüfusun çoğunluğu Arap Baharından hareketle gerçekleşmesi hedeflenen "Türk Baharı"nın aktif faillerinden biri olmamıştır. Bunun en temel sebebi Ak Parti hükümetleri birlikte yakalanan demokratikleşme süreçleri ve politik istikrardır. İkinci olarak bahsi geçen nüfusun ekseriyeti siyasi iktidara karşı derin bir muhaliflik duygusu taşımadığından yine siyasi iktidara yönelik herhangi bir onulmaz karşıtlığı benimsememiştir. Üçüncü olarak bahse konu nüfusun barışçıl yollarla ve sivil toplumu kullanarak ulaşmak istediği temel hususlar yine Ak Parti hükümetleri tarafından peyderpey karşılanmaktadır. Dolayısıyla Türkiye'deki Caferi ve Alevi nüfusun İran'ın diğer ülkelerde etkilemek istediği dini ve yerel gruplardan temel farkı bağlı oldukları siyasi iktidara karşı temelden bir reddiyeyi benimsememeleridir. Görüldüğü üzere İran bugüne kadar yürüttüğü gayri resmi faaliyetlerle Türkiye'deki Alevi nüfusu Şiileştirme ve bu yeni Şii nüfus üzerinden Türkiye'yi -Irak ve Suriye örneklerinde görüldüğü üzere- Şii jeopolitiği içine hapsetme hedeflerine ulaşamamıştır. İşte bu başarısızlık ile İran'ın yeni yollar araması, pro-İrancı Saadet Partisi'nin muhalefet bloku adayına verdiği "şaşırtıcı" destek ve söz konusu adayın -sosyal medya paylaştığı Alevi videosunda cisimleştiği şekliyle- yürüttüğü mezhep kimliği siyaseti arasında bağlantı bulunmaktadır.

Çelişkiler yığını

Tüm bu çerçeveden bakıldığında İran'ın muhalefet blokunun adayına verdiği doğrudan destek ile pro-İrancı Saadet Partisi üzerinden verdiği dolaylı destek ile söz konusu adayın "Alevi" videosu ile başlattığı mezhepçi siyaset hem anlam kazanmakta hem de tüm bu gelişmeler arasındaki bağlantı açığa çıkmaktadır. Bu anlamın ve çıkarımın sebebi ise birkaç noktada temellenmektedir. Bugüne kadar Erdoğan'ı haksız yere mezhepçilikle itham eden adayın seçime giden yolun son dönemecinde Alevi olduğunu vurgulaması zamanla bakımından manidardır. Türkiye'deki seçmen profili göz önüne alındığında yürütülecek bir mezhep siyaseti Alevi nüfusun niceliği düşünüldüğünde hem seçimin kaderini değiştirecek ölçekte değildir hem de bu mezhepçi siyasetin Sünni seçmende karşı refleks uyandırarak bu nüfusu muhalefet blokunun adayının karşısında konsolide etmesi beklenen bir sonuçtur. Dolayısıyla muhalefet blokunun adayının mesajının Türk siyasetinin iç bileşenlerine olmadığı açıkken uluslararası mecrada nereye yönelik olduğu anlamlandırılmalıdır. "Tüm Türkiye'yi kucaklamak" mottosuyla yığınların oyunu hedefleyen bir adayın kimliksel bir öz tanımlama yapması düpedüz çelişkidir.

İşte Erdoğan'ın sosyal medyadan verdiği mesaj, yukarıda belirtilen noktaların ve muhalefet blokunun adayının temel amacının devletin en tepesinden itibaren deşifre edildiği imasını içermektedir. Öyle ki Erdoğan bu paylaşımında Alevilik kimliğinin karşısına Müslümanlık kimliğini koymuş ve geçmişte örnekleri olduğu gibi bugün de Alevileri Türkiye'den koparmaya yönelik bu sinsi planın farkında olduklarını belirtmiştir. CHP ve ittifakı içindeki yerli ve millî hassasiyete sahip tüm seçmenleri bu sinsi plana karşı dikkatli olmaları konusunda uyaran Erdoğan'ın bu mesajı muhalefet blokunun adayının tehlikeli mezhep ve kimlik siyaseti kartını ne amaçla kullandığını ortaya koymaktadır. Nitekim Erdoğan'ın da vurguladığı üzere bu kart dışarıdan içeriye yani Türkiye dışından Türkiye'nin içerisindeki işbirlikçileri kullanılarak Türkiye'nin birliğine karşı öne sürülen bir karttır. Dolayısıyla bu kartı kullanacak en temel aktör 1979 devriminden sonra bir başka devlet içindeki Şii azınlığı veya Şiiliğe çekebileceği nüfusları kullanarak Şii jeopolitiğini genişletmeye çalışan İran'dır. İran'ın yukarıda belirtilen gayri resmi kanallar üzerinden Alevi nüfusu Türkiye'den koparmayı başaramadığı da göz önüne alındığında, Saadet Partisi'nin muhalefet blokunun adayına verdiği destek ve söz konusu adayın da mezhepçi siyaseti İran için bir can simidi olarak kendisini göstermektedir. 2023 seçimlerine muhalefet bloku eliyle bulaştırılan bu mezhepçi heyula göz önüne alındığında artık seçimlerin bir anlamı daha netleşmiş durumdadır: Mezhepçiliğe karşı özelde Türkiye ve genelde İslam dünyasında ümmetin birliği-beraberliği...

[email protected]