Politika yapıcılar, faiz oranlarını düşürerek üretimi, yatırımı, istihdamı ve ihracatı artırmayı hedefliyor. Türkiye, bu tür (çoğunlukla) arz yanlı politikalar yardımıyla kronik cari açığını düşürmeyi (hatta, mümkünse, ters-yüz etmeyi) ve enflasyonu yeniden tek haneli rakamlara indirmeyi hedefliyor.
Bilal Bağış / SETA, Araştırmacı
Türkiye'de reel ekonomik görünüm aslında fena durumda olmasa da nominal değişkenler oldukça zorlayıcıdır. Daha spesifik olarak, işsizlik, büyüme oranı, sanayi üretimi, ihracat ve hatta mali bütçe dengeleri genellikle pozitif seyreder.
Öte yandan, parasal ve cari mali rakamlar, üzerinde düşünülmesi gereken, göze çarpan zayıf konulardır. Dolayısıyla, seçim sonrası politikalar da bu zayıflıklara daha fazla odaklanmalıdır. Elbette buna enflasyon, döviz kuru, kredi temerrüt takası (CDS), cari işlemler (CA) açığı, faiz oranları ve diğer nominal makro-finansal rakamlar dahildir.
Temel zayıflıklar
Türkiye'de son dönemler finansal, parasal ve nominal değişkenler oldukça can sıkıcı durumdadır. Oya ülke, bu tür kilit meselelerde daha başarılı olabilir. Özellikle de kronik cari açık, enflasyon, döviz kuru oynaklığı, finansal istikrar (artan hane-halkı borçları, döviz kuru istikrarsızlığı ve cari açık gibi) veya daha genel endişe verici mali konular sorunludur.
Öte yandan, hedefler (düşük cari açık, düşük faiz oranı ve daha yüksek ihracat gibi) özünde doğrudur. Cumhurbaşkanı Erdoğan, (örneğin) yüksek faiz oranlarına karşı her zaman çok net bir duruş sergiledi. Ancak, sorun muhtemelen uygulama veya başlangıçtı. Daha spesifik olarak, kurumlar bazında uygulama süreci o kadar net değildi. Merkez bankası ve Maliye Bakanlığı (örneğin) uyguladıkları politikalara yeterince hazır olmamış olabilir.
Öte yandan, bu ciddi finansal oynaklıklar sadece Türkiye'de kritik birer sorun olmasa da Türkiye'de nispeten daha yüksek seyrettiler. Nitekim enflasyon ABD, İngiltere ve hatta Kanada'da da 40 yılın en yüksek seviyelerine ulaştı. Avrupa'da 30 yılın, Türkiye'de ise 28 yılın zirvesine ulaştı. Ancak Türkiye'de bir ara yüzde 85'in üzerindeydi. Devasa döviz kuru oynaklığı, özellikle 2021'de yüzde 100'ün üzerinde gerçekleşti.
Ancak, Türkiye, daha yüksek enflasyon pahasına büyümeyi ve daha fazla istihdamı tercih etti. Enflasyonu resesyona tercih etti. Yani, yükselen enflasyona rağmen büyüme ve artan istihdam tercih edildi. Genişleyici para ve maliye politikası, düşük faiz oranları, likidite ve kredi bolluğu, ekonomik aktiviteyi ayakta tutmak için yatırım, üretim, istihdam ve talebin artırılmasında etkin bir şekilde kullanıldı.
Mevcut durumda 50 milyar doları aşan yüksek cari açık da Türkiye'nin enerji ihtiyacından, altın ithalatı, artan enerji fiyatlarından ve ayrıca büyüyen bir ekonominin ara mal-hizmet ithalatından kaynaklanmaktadır. Yüksek cari açık, aynı zamanda Türkiye'yi uluslararası fiyat hareketlerine, döviz kuru hareketleri üzerinden geçişkenlik etkisine maruz bırakmaktadır. Cari açık (ve dış finansman ihtiyacı) bu nedenle çözülmeli ve yapısal bir sorun olmaktan çıkarılmalıdır.
Son 6 yılda milli gelirdeki işgücü payının (yüzde 36,5'ten yüzde 26,5'e) gerilemesi de unutulmaması gereken bir diğer kritik konudur. Bu sorunu çözmek için de fiyat istikrarı, büyüme, ücret artışı ve yeni sosyal politikalar gerekiyor. Yine de 1990'ların ortalarına göre hala çok daha iyi durumdayız. 2001 sonrası dönem, son birkaç yıl dışında, kademeli bir iyileşme dönemi oldu. Özellikle son 1 yılda yapılan asgari ücret artışları da iyi bir başlangıç.
Birkaç yüz milyar TL'yi (2022'de 311 milyar TL ve 2023'te tahmini 566 milyar TL) aşan devasa faiz ödemeleri de dikkate değer. Bunlar çoğunlukla küresel daraltıcı parasal, finansal politikalar ve kredi sıkışıklığı konjonktüründen kaynaklanmaktadır. Yurt içi tasarrufların artırılması, liralizasyon stratejileri ve dış finansman ihtiyacının azaltılması bu nedenle hayati önemdedir.
İşte bu yüzden Türkiye haklı olarak yerli üretimi, tasarrufları (kur korumalı hesapları, altın hesapları vb. dahil), hatta daha yüksek rezervleri, TL mevduat ve tasarrufları teşvik etmeyi hedefliyor. Ancak bunun başarılı olması için de fiyat istikrarı, daha az belirsizlik ve makul reel faiz oranları gerekiyor. Yeni istihdam fırsatları yaratmak da çok önemlidir.
Yüksek enflasyon ve artan yaşam maliyetleri, satın alma gücünü, gelir ve tasarrufların reel ekonomik değerini azaltır. Belirsizlikleri daha da artırır, zenginleri ve yoksulları orantısız bir şekilde etkiler. Reel ücretlerin düşmesine ve uygun olmayan fiyatlandırma mekanizmalarına yol açar.
Kalıcı yüksek enflasyon riski
Türkiye özellikle 2022'de daha yüksek enflasyon pahasına büyümeyi ve daha fazla istihdamı tercih etti. Daha önce de altı çizildiği gibi enflasyonu resesyona tercih etti. Ancak, yüksek ve dalgalı enflasyon oranı küresel bir olgudur da. Örneğin, yüksek küresel enflasyon rakamları, Türkiye'de fiyatlara ilişkin beklentilerin değişmesi ve ticari ilişkiler üzerinden yerel fiyatların doğrudan etkilenmesi anlamına gelir.
Bu nedenle, Batı'daki enflasyonist eğilimler de dahil olmak üzere dış faktörler de dikkate alınmalıdır. Enflasyonist eğilimlerin kaynakları ve dinamikleri bu yüzden bir o kadar önemlidir. Pandemiye bağlı arz ve talep dengesizlikleri, emtia fiyatlarındaki oynaklık, kopan tedarik zincirleri, çip kıtlığı, küresel büyüme motorundaki (Çin) yavaşlama, enerji ve gıda krizi gibi uluslararası faktörlerin tümü bu küresel enflasyonist eğilime katkıda bulundu.
Bu noktadaki kritik bir soru da Türkiye'de karşı karşıya olduğumuz enflasyonun talep yönlü mü yoksa arz yönlü (üretim maliyetlerinden kaynaklanan) bir enflasyon mu olduğu konusudur. Enerji ve gıda fiyatları, kopan tedarik zincirleri ve Çin'deki yavaşlama gibi diğer reel şokların tümü, şüphesiz arz yönlü olumsuz etkilere yol açmıştır. Bu nedenle, burada daha fazla yapısal bir zorluk (ithalat ve cari açık dinamiklerinde olduğu gibi) söz konusudur.
Enflasyon (ve döviz kuru oynaklığı), tüm bu nedenlerle, esas olarak küresel bir sorundur. Ancak, neden Türkiye'de özellikle korkunç seviyededir? Daha spesifik olarak, tüm dünya ekonomileri enflasyon sorunuyla karşı karşıyaydı ve ABD doları neredeyse tüm para birimleri karşısında yükseliyordu. Ancak bu oynaklıklar Türkiye'de çok daha yüksekti. Türkiye'nin buna yol açan ilave iç dinamikleri vardı.
Pandemi sonrası tedarik zinciriyle ilgili diğer tüm sorunlara, gıda ve enerji fiyatlarındaki artışlara ve hatta eşi-benzeri görülmemiş parasal genişleme politikalarına ek olarak Türkiye'nin kendi sorunları vardı. Daha spesifik olarak, Türkiye'de sürekli yüksek seyreden enflasyon beklentileri (tıpkı kendi kendini gerçekleştiren kehanetteki gibi), döviz kuru oynaklıkları, nispeten büyük talep (genç nüfus, dış talep ve göç dalgaları nedeniyle), ancak en önemlisi de yetersiz arz hep önemli konular ola-geldi.
Nispeten güçlü geçici talep, ancak arzın bu aşırı talebi karşılayamaması önemli bir husustur. Zayıf arz, yerel arz kıtlığına yol açar. Bununla birlikte, genel olarak Türkiye enflasyonu daha çok önceki arz şoklarından veya enerji fiyatları, kopmuş tedarik zincirleri ve gıda fiyatları gibi maliyetle ilgili dış faktörlerin yanı sıra döviz kuru hareketlerinden de kaynaklanmaktadır. Doğrusu, aynı nedensellik döviz kuru oynaklığı için de geçerlidir.
Döviz kuru oynaklığı
Yukarıda belirtilen faktörlerin çoğu, döviz kuru oynaklığı üzerinde de etkilidir. Tabii ki bunun önemli bir nedeni doların uzun bir süre neredeyse her şeye karşı yükselmesiydi. (özellikle 2022'de). Ancak diğer iç faktörler de bu noktada dikkate alınmalıdır. Örneğin, politika yapıcılar beklentileri, olumsuz algıları yönetemedi veya finansal spekülasyonlar ve manipülasyonlarla başa çıkamadı.
Küresel finansal risk faktörleri de burada dikkate alınması gereken bir başka husus. Dünya genelinde (hem gelişmekte olan ekonomiler ile gelişmiş ekonomiler arasında, hem de gelişmiş ekonomilerin kendi arasında) para politikası farklılığı, güçlü ABD doları (dolar endeksi 20 yılın en yüksek seviyesindeydi) başlıca sorunlardı.
Öte yandan, pandemiye bağlı arz ve talep dengesizlikleri ve buna bağlı dış finansman ihtiyaçları, enerji ve gıda fiyatlarındaki artışlar ve Ukrayna'daki savaş, küresel risk algılarını değiştirdi. Tüm bu faktörler, (spekülatif saldırılara, manipülatif eylemlere ve finansal şoklara maruz kalma açısından) görece daha kırılgan ekonomileri ve dış finansmana en çok ihtiyaç duyan ekonomileri daha fazla etkiliyordu.
Genel olarak (özellikle pandemi sonrası dönemin) artan fiyatlar eğilimi, kendi kendini gerçekleştiren bir kehanete bile dönüştü. Ancak, ne yazık ki, bunun bir parçası da bazen aşırıya kaçınılması ve bazen de tepkisiz kalınmasıdır. Ne de olsa, finansal piyasalar, beklenmedik olumsuz bilgiler karşısında aşırı ve bazen de yersiz davranışlarıyla ünlüdür.
Yerel ve önde gelen uluslararası finansal aracılardan gelen siyasi baskı, spekülatif ve manipülatif raporlar, iç notlar veya yorumlar, döngüsel bir oynaklığa da neden oldu. Hikâyenin bir parçası da (dolayısıyla) döngüsel, spekülatif, politik süreç ve doğrudan dış etkilerdir. Türkiye'nin 2018'de yaşadığı deneyim bu noktada iyi bir vaka çalışmasıdır.
Cari açık ve dış finansman ihtiyacı, kırılganlığa da yol açar. Belirsizlikler (politika, siyasi ve mali açıdan) daha yüksek olur. Alışılmadık veya alışılmışın dışında politikaların (2021'in sonlarından itibaren uygulanmaya başlanan) iletişimi de Türkiye'de iyi yönetilemedi. Piyasalarda çok fazla belirsizlik ve endişe vardı.
Seçim beyannamesi
Büyük resimde, Türkiye'deki sorun daha çok iletişim, sinyaller ve beklenti yönetimi ile ilgili görünüyor. Yeni heterodoks politikaların iletişimi kritik bir konuydu. En önemlisi, beklentilerin yönetimi fazlasıyla zorlayıcı oldu. Bu nedenle, muhtemelen daha fazla öncelik verilmelidir. Cari açık ve dış finansman ihtiyaçları da yukarı yönlü baskı oluşturuyor. Yükselen fiyatlar, kendi kendini gerçekleştiren bir kehanete bile dönüştü.
Bu arada daha adil ve kapsayıcı bir gelişme de sağlanmalıdır. Sanayi ve yapısal dönüşüm, enerji ve altyapı yatırımları, savunma ve imalattaki gelişmeler, çip üretimi, milli elektrikli araç, konut sektörü girişimleri ve düşen emtia bağımlılığı, Türkiye'nin daha istikrarlı bir ekonomiye dönüşmesine yardımcı oluyor. Bu faktörler, ekonomik bağımsızlığın artmasına da yardımcı olacaktır.
Dışa bağımlılığın azaltılması ise dış şoklara karşı dayanıklılığın artırılmasına yardımcı olacaktır. Bu arada, bugüne kadar (yeni ekonomi modeli ve geleneksel olmayan duruşun artan maliyetleri nedeniyle) oluşan maliyetler de boşuna olmamalıdır. Şimdiye kadarki politikalar da bundan sonra karşılığını vermeli. AK Parti'nin yeni dönem ekonomi politika tedbirleri ve seçim beyannamesi de daha çok Türkiye Ekonomi Modeli (TEM) olarak bilinen yeni modele ve mevcut ticari ve ekonomik bağlantıların ötesine geçme vizyonuna dayanıyor gibi görünüyor.
Buna göre, politika yapıcılar, faiz oranlarını düşürerek üretimi, yatırımı, istihdamı ve ihracatı artırmayı hedefliyor. Türkiye, bu tür (çoğunlukla) arz yanlı politikalar yardımıyla kronik cari açığını düşürmeyi (hatta, mümkünse, ters-yüz etmeyi) ve enflasyonu yeniden tek haneli rakamlara indirmeyi hedefliyor.