Ertuğrul Gazi, Osman Gazi, Fatih Sultan Mehmet, Kanuni Sultan Süleyman'ı konu alan dizilerde dönemin kültürel boyutu göz ardı edilmiş, hep siyaset öne çıkarılmıştır. Bir şehir kılıçla fethedilir ama ancak medeniyet unsurları ile elde tutulur. Her dizide bu kadar kan, yay, ok, kılıç şakırtısı, yere düşen kelle görmek yerine günümüzde de etkileri devam eden medeni unsurları seyretmek insanlarda merak uyandırmaz mı?
Mustafa İsen/ Yazar
Türkiye dizi üretimi ve bunların pazarlanmasında son yıllarda büyük aşama kaydetti. Yapılan araştırmalara göre Türk dizileri dünyanın en popüler örnekleri arasında. Bu yüzden hem ülke içinde hem de yurt dışında bu diziler büyük bir seyirci potansiyeline sahip. Kaynaklara göre de Türkiye, Amerika'dan sonra en çok dizi ihraç eden ülke. Türk dizileri özellikle Balkanlar, Orta Doğu, Asya, Latin Amerika ve Avrupa ülkelerinde oldukça popüler.
Bu dizilerin önemli bir bölümü konusunu tarihten alıyor. Bunu normal karşılamak gerekir, çünkü Türk toplumu gibi çok zengin bir tarihi ve beşerî birikimi olan toplumlarda benzer uygulamalara rastlanıyor. Hatta bunun gecikmiş bir ele alış olduğunu bile söylemek mümkün. Ben bu yazımda tarih alanında üretilen diziler üzerine bazı kanaatlerimi paylaşacağım.
İki sultan arasındaki o isimi
Toplum ve aydınlar olarak genelde tarihe bakışımız ve tarihi olayları değerlendirişimiz daha çok siyasi tarih eksenli. İlkokul eğitiminden başlayarak bu sürecin her aşamasında tarih deyince aklımıza savaşlar, toprak kazanımları ve toprak kayıpları gelir. Padişahları da bu konudaki başarılarına göre değerlendiririz. Ansiklopedi maddelerinden başlayarak her türden tarih kitaplarında konuları ele alışımız bu boyuttadır. Örneğin önünde Fatih Sultan Mehmet, arkasında da Yavuz Sultan Selim gibi bütün Türk tarihinin en karizmatik iki padişahı arasında tahta çıktığı için II. Bayezid (1481-1512) kaynaklarda silik bir padişah olarak görülmüş. Oysa tarihe, medeniyet tarihini de içine alacak şekilde bir bütün olarak bakıldığında durumun öyle olmadığı anlaşılır. O, Osmanlı Devleti'nin zirveye doğru yürüdüğü, devlet yapısının son derece dinamik özellikler gösterdiği, İstanbul'un fethiyle yönetimden toplumun en aşağı tabakasına kadar özgüvenin zirvede olduğu bir dönemde doğmuş, böyle bir devleti yönetecek misyonla ve özenle yetiştirilmiş, dolayısıyla kendisinden bekleneni fark edip ona göre davranmış bir padişah. Özellikle tahta geçtikten sonra durumdan vazife çıkararak artık bir imparatorluğa yürüyen devletin kurumsallaşması gerektiğini fark edip her alanda tam bir sistem kurucu gibi davranmış. Etkileri sonraki yıllara, hatta Galatasaray Lisesi ve Türk Standartları Enstitüsü gibi bazılarıyla günümüze kadar devam edecek olan yerinde kararlarıyla devleti her bakımdan tahkim etmiş, bunların birçoğunun eksikliğini fark ederek tam bir vizyoner devlet adamı olduğunu göstermiş. II. Bayezid diplomasiyi yönetim anlayışının öncelikli uygulaması olarak tercih edip savaşa ancak gerektiğinde başvurmuş. Saltanat yılları dünyada denizcilik alanında çok önemli keşif ve gelişmelerin olduğu dönem. Bunu fark ederek bu alana büyük yatırım yapmış ve geleceğin Barbarosları için ortam hazırlamış. Adaleti, yönetiminin en önemli unsuru olarak kullanmış, bu yüzden Adlî kelimesini şiirde mahlas olarak seçip şiirler yazmış. Tutumlu bir devlet adamı olarak tanınmış ama konu, eğitim, şehircilik, kültür, mimari gibi faaliyetler olunca gereken harcamaları yapmaktan geri durmamış. II. Bayezid dönemi eğitim, mimari, hat ve tezyinat başta olmak üzere plastik sanatlar, edebiyat ve musiki çalışmalarında çok önemli başarıların görüldüğü bir evre. O bin yıllık bir Roma başkentini bu çalışmalarıyla her bakımdan bir Müslüman şehri haline dönüştürmüş. İstanbul'un fethiyle birlikte ciddi anlamda bir Osmanlı üslubu ya da kimliği teşekkül etmişse bu oluşumda onun payı büyük.
Kültürel boyut neden göz ardı ediliyor?
İşte tarihe siyaset noktasından baktığımız için hiçbir yönetmen yeteri kadar göze batan bir siyasi figür olmadığından II. Bayezid için bir dizi çekmeyi düşünmez. Bu düşünülmediği gibi günümüze dek çekilen Ertuğrul Gazi, Osman Gazi, Fatih Sultan Mehmet, Kanuni Sultan Süleyman'ı konu alan dizilerde de bu kültürel boyut göz ardı edilmiş, onların hep siyasi konumları öne çıkarılmıştır. Bir şehir kılıçla fethedilir ama ancak medeniyet unsurları ile elde tutulur. Her dizide bu kadar kan, yay, ok, kılıç şakırtısı, yere düşen kelle görmek yerine günümüzde de etkileri devam eden medeni unsurları seyretmek insanlarda merak uyandırmaz mı? Sahn-ı Seman gibi Kanuni döneminin dünya çapındaki yüksek öğretim kurumu, yanındaki eşsiz Süleymaniye Külliyesi, yüzlerce alt medrese, tarihte örneği az görülen köprüler, kervansaraylar, hanlar, her gün binlerce insana ücretsiz yemek veren imarethaneler ilginç hikayeleriyle neden insanların ilgisini çekmesin. Bunların haremdeki bir gözde kadar değeri yok mu? Onun bütün bir iç dünyasını veren ve Türkçenin en büyük divanlarından biri niteliğindeki şiir koleksiyonu niye insanlara yine çok renkli hikayeleriyle anlatılmasın. Ya da Mimar Sinan, Bakî, Ebussuud Efendi gibi kültür adamları, olumlu olumsuz kimlikleriyle edebiyat ve tasavvuf dünyasının ilginç simaları, Sokullu ve Pargalı gibi siyasi kişiler kadar ilgi çekmez mi? Selçuklu'yu anlatan dizilerde muhteşem kervansaraylar, buralara bağlı olarak yol ve yolcu hikayeleri niçin heyecan verici olmasın? İyi irdelendiğinde görülecektir ki bizim akıncılık faaliyetlerimiz gibi doğrudan savaş çağrıştıran sistemlerimiz bile çok ciddi bir kültürel yapılanmaya dayanmışlardır. Akıncı Bey'i Evrenos Gazi'nin başkenti sayılacak Vardar Yenicesi'nin nasıl bir ticaret, bilim ve sanat merkezine dönüştüğü erbabının malumudur.
Osmanlı sultanları fethettikleri yerlerde yaşayan dikkate değer bilim adamlarını savaş sonrası İstanbul'a getirirlerdi. Bu çerçevede Yavuz Sultan Selim ilginç bir örnektir. Bu konuda çok canlı insan manzaraları var elimizde. Fatih'in Ali Kuşçu'yu İstanbul'a transfer hikayesi, Molla Cami'yi kazanma çabaları, herhangi bir özel kurguya gerek bırakmayacak kadar heyecanlı. Ya Sinan Paşa'ya yönelik padişahın tavrına karşı ulemanın direnişi? Yine Fatih'in sık sık bilginlerle yaptığı toplantılar, Edirne sarayında hurufileri hem dinleme hem izleme merakı, Yavuz'un Mısır seferinde çöl yolculuğunda bile yanında götürüp okuduğu kitaplar, Kemalpaşazade ile sohbetleri hem ilginç bulunacak hem de insanlarda bilim ve kültüre karşı alaka doğuracaktır. Muhteşem Yüzyıl Osmanlı takılarının fark edilmesine, nişan düğün organizasyonlarına, gençlerde sakal modasına yol açtı. Önerdiğim yaklaşımlar da bazı entelektüel ilgiler doğurabilir.
Hazırlanıp seyirciye sunulan bu diziler aynı zamanda birer kültürel diplomasi faaliyeti. Bu yolla Türkiye'nin içte ve dışta ürün pazarlamaları gerçekleşirken aynı zamanda iç ve dış turizm açısından da ülkenin tanıtımı yapılmış olacaktır. Herhangi bir küçük kasabada bile çekilen dizi sonrası turizm patlamaları bunun örnekleri. Ya da dizi oyuncularının giydikleri kıyafetler, ev eşyaları bir anda gündemin en önemli konuları haline gelebilmekte. Görüldüğü gibi bu diziler sonucunda içeride zihni dönüşümler sağlanırken yurt dışında ise olumlu Türkiye imajına katkılar meydana gelebilmekte, hatta Türkçeye ilgi artmaktadır. Bazen sadece diziler aracılığı ile Türkçe öğrenenlerle karşılaşılmaktır.
Yazılı edebiyattan da faydalanılmalı
Bu söylediklerim sadece diziler için söz konusu edilecek sorunlar değil. Yazılı edebiyat için de benzer durumlarla karşı karşıyayız. Oralarda da siyasi tarih merkezli kahramanlık hikayeleri ön plandadır. Herhangi bir şehir anlatılacaksa onun coğrafi ve siyasi konumu ön plana çıkar. İlla bir kültürel birikimden söz edilecekse belli ölçüler içinde kısmen mimariye değinilir. Oysa siyasi olayların arkasındaki insan malzemesi iyi işlendiği takdirde kuru mekândan çok daha etkilidir. Bu anlamda da son yıllarda güzel roman, hikâye ve deneme örnekleri var. Benim Adım Kırmızı gibi mesela. Tanpınar'ın Beş Şehir ve Mithat Enç'in Uzun Çarşının Uluları gibi örnekler görsele taşınabilse, nasıl muhteşem bir zenginlikle karşı karşıya olduğumuz görülecektir.
Türkiye'nin de içinde yer aldığı Ortadoğu ve Orta Asya coğrafyası Dünyanın kadim kültürlerinin doğup geliştiği ilginç bir kültürel birikim. Avrupa'nın bu anlamdaki kendi tecrübesi yüzlerce filme konu oldu. Artık insanlığı heyecanlandıracak yeni malzemeleri yok. Oysa bu coğrafyada görsel dünya yeni yeni sahneye çıkıyor. Gelecek yıllar bize görsel sanatlar bakımından da çok daha zengin uygulama örnekleriyle karşılaşacağımızı, bu meyanda dizi film sektörünün de zenginleşerek büyümeye devam edeceğini müjdeliyor. Bu tabloda tarihi tecrübe de en önemli kaynaklardan biri olacak. Elbette yönetmenin bunu bir belgeselci gibi değil farklı yorumlarla sunma tercihi var. Çünkü bu konuda sanatçı bilim adamı gibi davranmak zorunda değil. Sanat, yapan kişi tarafından gördüklerini istediği şekilde gösterebileceği bir alanı ifade eder. Ama sanat eseri de temsil ettiği şeyin tipine bir bütün olarak uygun olmalıdır. At hörgüçlü olmaz, çınar ağacı çam yaprakları taşımaz.