Devletlerden çok daha fazla etki bırakan sosyal girişimci kahramanlar, sizin, bizim gibi insanlar. Bir kısmı yoksul, bir kısmı zengin. Bir kısmı eğitimli, bir kısmı eğitimsiz. Tek farkları 27 TL olarak belirlenen fitre ile kısıtlamıyorlar içlerindeki iyiliği…
Dr. Hatice Çolak / Yazar
Hepimizin ekran başında günde kaç kişinin koronavirüsten öldüğüne odaklandığımız şu günlerde, bol bol gruplandırmalara maruz kalıyoruz. 65 yaş üstü, 20 yaş altı … Solunum cihazına bağlananlar, yoğun bakıma alınanlar. Türlü şekillerde gruplandırıyoruz insanları. N’apalım, ekranlardaki rakamlar hepimizi ürkütüyor.
Korkutan asıl şey ise, bu dönemde ölünce, sadece bir rakam olarak ölmek belki de. Ya gerçekten bir kişinin ölümü trajedi, on bin kişininki istatistikse…
Neyse ki Allah 7,8 milyar insanın tamamına eşit bir hak vermiş: Hayal edebilme imkânı. Bu hayalleriniz sizi on binler içerisinde özel kılıyor, ölürken bile dünyayı güzelleştiriyorsunuz. Merhum Cemil Taşçıoğlu hocamız gibi. Ne diyordu: “Öyle büyük hayaller kurun ki, gerçekleştirmek için tüm gücünüzü verin. Öyle âşık olun ki, tüm dünyayı karşınıza alabilin.” Öyle bir hayat yaşarsınız ki öyle hayaller kurduğunuzda nitekim, gittiğinizde daha da çok yaşarsınız. Hastanelere adınız verilir, vefatınız bile şifa olur…
Mikro kredi modeli
Bu yazıda size mutedil hayırseverden ayrılan noktalarıyla bazı hayalperest sosyal girişimcilerden bahsedeceğiz.
Muhammed Yunus ilk hayalperestimiz. Hepiniz tanırsınız. Bankaların yoksullara da kredi vermesini hayal etmişti. Ona göre yoksulluk kader değildi, yoksul insan doğaya değil de çiçek saksısına ekilmiş bonsai ağacıydı. Onu ormana eksen, o da göklere uzanacaktı. Oysa biz insanlar onu minyatürleştiriyorduk. Yapılması gereken tek şey saksının değişmesiydi. Tüm bankalar kapıları yüzüne kapattı, nerden çıktı bu kaçık diye düşünmüşlerdi muhtemelen. Hiçbirisi bonsailerin ormana ekildiğinde göklere uzanabileceğine, yani yoksul köylülerin kredi borcunu ödeyebileceğine inanmadı.
O ne yaptı peki? Gitti Bangladeş’in küçük bir köyünde 42 köylü aile ve 27 dolar sermaye ile Grameen Bankası’nı kurdu. Yıl 1976 idi. Kısa keseceğim, 2017 itibariyle bankanın toplam varlığı 1,5 milyar dolar ve bunun sahipleri, Bangladeş’in on binlerce köyünden, yüzde 97’si kadın olan 8,4 milyon kırsal üretici. Banka Bangladeş’teki köylerin yüzde 97’sinde aktif, 2600 şubesi var. Ve kredi alan köylülerin yüzde 99,6’sı kredisini geri ödeyebiliyor. Dahası Muhammed Yunus’un mikro kredi modeli artık 100’den fazla ülkede kullanılıyor ve Amerika’da bile 19 şubesi var.
Sadaka-i cariye
Evet, doğru bildiniz, Nobel barış ödülünü alan ve ”1 hayırseverlik doları tek bir hayata sahiptir, 1 sosyal girişim doları ise sonsuz bir hayata.” diyerek 100 milyondan fazla aileyi yoksulluktan kurtaran Muhammed Yunus, mutedil bir hayırsever değil hayalperest bir sosyal girişimcidir ve hatta sosyal işletme kavramının babasıdır.
Birçok sosyal girişimci ilk yıllarını kendini ispatlamak, hayallerine en yakınındakilerden başlayarak bir yığın insanı ikna etmeye uğraşmakla geçirir. Yaptıkları şey ezber bozmaktır, temayülleri çiğnemek, alışılagelen dolayısıyla kolay olanı alaşağı etmektir. Muhammed Yunus’un en önemli eleştirmenleri din adamlarıydı mesela. Bir başkasının ailesi çomak sokar, bir diğerinin eşi, dostu, kardeşi. Oysaki sadaka-i cariye kurumunun en güncel yorumudur sosyal girişim. Balık vermeyi ya da balık tutmayı öğretmeyi çoktan geçtik; ağ yapmayı öğretmenin, balıkçılarla ortak kooperatif kurup mikro kredi ile bir tekne almanın adıdır. Sistem kurmaktır. Zordur.
Okul binası yok, sistemi var
Sosyal girişim seyahatlerimde karşılaştığım ve ağzımın açık kaldığı birçok sosyal girişim Grameen bank kadar ünlü değil, henüz Nobel ödülü de almadıkları için onları basit google aramalarıyla bulamazsınız. Mesela Gawad Kalinga. Filipinler’e ikinci gidişim, sırf bu kurumu ziyaret etmek içindi. Malezya’da tanıştığım Çin asıllı bir sosyal girişimci kadın öve öve bitirememişti. Biletimi ve rotamı değiştirip, kuruma ulaşmak için saatlerce yol tepmiştim. Kampüse ulaşım oldukça meşakkatli de olsa, içeride sosyal girişimciliğin NASA’sı ile karşılaşmıştım adeta. Kocaman bir duvar karşılamıştı bizi. Arı peteği gibi birbirine altıgen iliştirilmiş onlarca marka ve logo vardı üzerinde. Manila’da evinde kaldığım arkadaşımın ağzı benimkinden de çok açılmıştı bakarken, bu markaların hemen hepsini tanıyordu. İnanılır gibi değil diyordu, buradan mı doğmuş hepsi? Kocaman markalar bunlar!
Özetle Gawad Kalinga yoksul insanlara köyler inşa ediyor, dünyanın her yanından gönüllülerle inşa edilen evlere yerleştirilen aileler, yine köyde kurulan sosyal girişimlerle yeni bir hayat kuruyorlar kendilerine. Artık yoksul olmuyorlar, girişimci oluyorlar. Hayalperest Tony Meloto 1999 yılında yoksul bir aile için ilk evi inşa ettiğinde olayın bu kadar büyüyeceğini bilmiyordu. Fakat 2003 yılında hayalini şu hedefe dönüştürdü: 7 yılda 7 bin topluluk ve toplam 700 bin aile için ev inşa etmek! Girişimin şu anki hedefi ise 2024 yılında 5 milyon aileyi yoksulluktan kurtarmak.
“Fitre bu sene 27 TL olarak belirlenmiş” gibi cümleler duyunca istemsiz sinirleniyorum, iyiliğe bakışımızdaki zavallılık, yoksulluktan çok daha kötü geliyor gözüme.
Malezya’daki mihmandarımız mikro kredinin farklı Asya ülkelerindeki uygulanışlarıyla ilgili akademik bir çalışma yürütüyordu. İslami finans üzerine çalışırken Müslüman olmuş Japonyalı bir hanımefendiydi. Bizi götürdüğü girişimler içerisinde en etkileyicisi Dignity idi. Dignity ekserisi mülteci olmak üzere yoksul çocuklar için kurulmuş bir sosyal girişim. Bağcılar gibi bir yer düşünün. İşhanlarının bazı katları Dignity okulları için kiralanmış. Bir binada anaokulu var, birinde orta 2-3’ler, bir başkasında lise 1…öyle dağılmışlar civara. Bir okul binaları bile yok yani. Ama bir okul sistemleri var ki, harika! Çocuklar lise çağına gelince artık meslek lisesine dönüyor okul, pek çok atölye var. Çocuklar altı ay dikiş öğreniyor, sonra altı ay saç kesimi… Öyle öyle okuldan mezun olduğunda dünyanın her yerinde ekmeğini kazanabilecek kadar donanımlı oluyor her biri.
Sosyal devrim
Biz dikiş, marangozluk, tamirat, berberlik atölyelerini gezdik, sonra şehir ve teras bahçelerini, buralarda yetiştirdikleri organik ürünlerle işlettikleri harika restoranlarını. Pek çok mükemmel marka kurmuşlar. Bu markaların geliri okulun masrafları için kullanılıyor.
Düşünsenize bir sistem kuruyorsunuz, hem yüzlerce harika çocuk yetiştiriyor, hem işletmelerde onları hayata hazırlıyor, hem işletmelerin geliriyle okulun masraflarını çeviriyorsunuz.
Ve en güzeli bahane üretmiyorsunuz, şikâyet etmiyorsunuz, hep hayal ediyor, hep gülümsüyorsunuz…
Müthiş değil mi?
Valentino Dinsi ile yazıştığımda henüz Endonezya’ya gitmemiştim, ama uçağın saatini ve nerede kalacağımı günler öncesinden kendisine bildirmiştim. Jakarta gerçekten büyük bir şehir, havalimanından yolumu zar zor bulup otele giriş yaptım, odama eşyalarımı koyup wi-fi’ya bağlandım ki mesaj: Valentino Dinsi beni otelin restoranında bekliyor!
Nasıl oldu da uzun zamandır internetim olmadığı halde, günler önceki yazışmamıza güvenip benim otelimde benden önce hazır oldu aklım almamıştı. Ya planlarımı değiştirseydim, havalimanında yemek yemeye karar verseydim… Koşar adım restorana gittiğimde ise aklım hepten şaşırmıştı yolunu. Karşımda elinde kitaplarıyla 60 yaşlarında bir beyefendi duruyordu. Üniversite hocası, yazar. Ülkemizde olsa böyle bir insanla buluşmak için günlerce randevu beklersin. Oysa o seni bekliyor, senden önce, kucak dolusu hediye ile.
E ne duruyoruz?
Valentino Dinsi sohbetimizin ardından bana sosyal girişimle ilgili yazdığı kitabını hediye ederken biraz buruk gibiydi, “Pek teorik, aradığını bulur musun bilmem.” demişti. Gerçekten de hayata geçmiş bir projeyi cilt cilt kitaba tercih ederdim. Sonra neden “Bir projemiz var ama” dedi, “Beğenir misin bilmem…”
Sanki bir filmin kara komedi sahnesi gibi hatırlıyorum bu repliği. O beğenir misin dediği harika sosyal girişime nasıl da bayılmıştım. 300 civarında caminin etrafında yaşayan Müslüman cemaatleri örgütlemiş, sosyal marketler kurmuştu. Yerli malların satıldığı marketler daha çok kooperatif mantığıyla işliyordu, herkesin hissesi vardı. Civardaki Müslümanlar satılacak ürünlerini getirip kendi marketlerinde satıyorlar, sonra da karı bölüşüyorlardı. Alan belli, satan belli; üreten belli, kazanan belliydi. Binlerce insana geçim kaynağı olmanın ötesinde müthiş bir sosyal devrimdi bu. Marketin raflarına bakarken gözyaşlarımı zor tuttuğumu hatırlıyorum. Bu iyi insanlar saymakla bitmez.
Fakat söylemek istediğimiz, devletlerden çok daha fazla etki bırakan bu kahramanlar, sizin, bizim gibi insanlar. Bir kısmı yoksul, bir kısmı zengin. Bir kısmı eğitimli, bir kısmı eğitimsiz. Tek farkları 27 TL olarak belirlenen fitre ile kısıtlamıyorlar içlerindeki iyiliği… Hayalleri kocaman. Yoksulluğu bitirdiklerinde, bir zamanlar zengin ve fakirler arasında uçurumlar olduğunu anlatacakları yoksulluk müzeleri yapmayı hayal ediyorlar mesela,
Şiir gibi ömürleri, inandıkları yolda yılmadan, şarkılarla yaşıyorlar.
Diyeceğimiz şu…
O ki Ramazan geldi.
Dışarıda iftara sahur da yalan bu sene, vaktimiz bol.
E ne duruyoruz?
Ramazanın bereketi kalbimizi fethederken, neden bu sefer yoksulluğun yaralarını minimum fitre bedelleriyle sarmaktan vazgeçip, biraz kalıplarımızı zorlamıyor, içimizdeki sistemler kuracak hayalperest sosyal girişimciyi uyandırmıyoruz?