ABD, 1945 sonrası kurulan düzende birçok müttefikini ekonomik olarak destekliyordu. Bu anlamda birçok ülkeye kendi iç pazarını açmıştı. Örneğin Japon otomotiv sektörü savaş sonrası dönemde bu sebeple güçlenebilmişti. Ancak burada dikkat çekilmesi gereken nokta ABD'nin dünyaya verdiğinden fazlasını katbekat geri aldığıdır. ABD, sistemin merkezindeki hegemonik ülke olarak mevcut sistemin hem kurucusu hem de imtiyaz sahibi olma özelliğini taşıyor. Bu sebeple ABD, sistemde daha çok politik etki üretebiliyor, kendi çıkarları aleyhine gelişmelerin de önüne daha kolay geçebiliyor.
Bekir İlhan/ Türkiye Araştırmaları Vakfı
Amerika Birleşik Devletleri (ABD) Başkanı Donald Trump, Nisan ayı başında birçok ülkeye yönelik ek tarife kararı almıştı. Bunların misilleme tarifeleri olduğunu söyleyen Trump, sonrasında bu kararını 90 günlüğüne askıya almıştı. İlk etapta birçokları için şok etkisi yaratsa da Trump'ın bu kararının arkasında hem iç politikaya hem dış politikaya yönelik hesaplamaların olduğunu söylemek mümkün. Bu anlamda Trump iç politikada kimlik siyaseti anlamında temsil ettiğini düşündüğünü alt ve orta sınıfların refahını artırmayı hedefliyor. Dünya siyaseti açısından da bu kararların temelde son dönemde mevcut sistemden daha çok faydalanan Çin gibi aktörlere maliyet bindirme amaçlı olduğu söylenebilir. Her iki düzlemde de hedeflerin gerçekleşip gerçekleşmeyeceğini yine Trump'ın politik iradesi belirleyecektir.
Amerikan iç politikasına yansımaları
Tarife kararları her ne kadar ilk etapta "Trump'ın çılgınlığı" olarak değerlendirilse de aslında Cumhuriyetçi Parti içinde işaretleri son yıllarda daha çok görülen yeni bir ittifakı temsil ediyor. Trump ve temsil ettiği kitle daha çok beyaz kimlik siyaseti üzerinden değerlendiriliyordu. Buna göre uzun yıllardır elde tuttukları avantajlarını kaybettiklerini düşünen ve sisteme öfkeli olan beyaz alt ve orta sınıflar Trump'ı hem 2016'da hem de 2024'te iktidara taşımıştı. Trump'a yönelik değerlendirmelerde de bu seçmen gruplarının istek ve taleplerine söylemde de olsa iyi cevap verebilmesi ön plana çıkıyordu. Bu noktada Trump'ın son yıllarda "woke" olarak adlandırılan ve Amerikan liberal solunda daha belirgin olan hareketler karşısında yeterince temsil edilmediğini düşünen bu kitleleri kimlik olarak biçimlendirmese de bu dalganın üzerinde hareket ettiği söylenebilirdi. Diğer bir ifadeyle Trump, bu dalgayı yaratan adam olmasa da bu dalgayı kullanan adamdı.
Ancak bu tarife kararlarının arkasındaki mantığa bakıldığı zaman meselenin kimlik siyaseti boyutunun ötesine geçtiğini söylemek mümkün. Bu noktada Trump ve ekonomi takımı, "yeniden sanayileşme" (reindustrialization) politikası adı altında, küreselleşmenin negatif etkilerini ekonomik olarak yaşamış Amerikan alt ve orta sınıfların yeniden güç kazanmasına yönelik bir hamlede bulunuyor. Burada, tarifelerle beraber, diğer ülkelerin şirketlerine Amerika'ya ihracatta bir maliyet bindirip başta Amerikan şirketleri olmak üzere birçok şirketin üretimlerini yeniden Amerika'ya taşımalarını teşvik ediyor. Bu anlamda hedeflenen sonucun söz konusu gelir grubundaki kişilerin kimlik kaygılarının giderilmesinin yanı sıra refahının da artırılarak Cumhuriyetçi Parti'ye daha da bağlanmalarını sağlamak olduğu söylenebilir.
Diğer taraftan bu hamlenin alt ve orta sınıfların yanı sıra sermaye grupları nezdinde de karşılığı olduğunu belirtmek lazım. Temelde bu tarife kararlarıyla beraber, Trump'ın ekonomi ekibinin özellikle ABD'nin iç ve orta kesimlerindeki daha sanayici ve korumacılık yanlısı sermaye gruplarını memnun etmeye çalıştığını söylemek mümkün. ABD'de son yıllarda California başta olmak üzere kıyı kesimlerinde kümelenmiş bilişim ve teknoloji devlerinin ağırlıkta olduğu sermaye grupları siyaseten daha etkiliydi. Bu gruplar daha açık ve serbestlik yanlısı ekonomi politikaları destekliyorlardı. Yine "yüksek yetenekli göçmenlerin" ülkeye alınmasını teşvik ediyorlardı. Bu anlamda bu sermaye grubunun daha çok Demokrat Parti içindeki liberal sol grupları desteklediği biliniyordu. Trump da gerek iktidarının ilk döneminde gerekse de yeni dönemde bu sermaye kesimiyle yer yer gerilimli bir ilişkiye sahip olmuştu. Bu sermaye grupları aynı zamanda yukarıda bahsi geçen beyaz kesimlerin de öfkesini üstüne çekmişti. Bu anlamda mevcut tarife kararları devam ettirildiği takdirde bu sermayenin karşısındaki grupların biraz daha güçlendirilmesi mümkün olabilecek.
Yine söz konusu bilişim merkezli sermaye grupları tasarımların ABD'de çoğunlukla ülkeye sonradan gelen yüksek tahsilli göçmenlerin ağırlıkta olduğu şirketlerde yapıldığı; üretimin ise oldukça düşük maliyetle Asya ülkelerinde yapıldığı bir iş modelini temsil ediyor. Trump'ın aldığı tarife kararları ve ileriye dönük olarak göçmenlikle ilgili daha sıkı politikalara geçilmesi ilk etapta bu sermaye grubunun aleyhine olacaktır. Bu noktada bu grupların kendi iş modellerini yeniden kurgulamaları gerekecek. Tabii ki Trump'ın ekonomi politikalarına yönelik bazı politik ve kurumsal dirençler olacaktır. Ancak eğer Trump uzun vadede geri adım atmazsa söz konusu sermaye grupları siyasi ve ekonomik kararları takip etme eğiliminde olacaktır.
Verdiğini fazlasıyla geri alıyor
Trump'ın uluslararası politikaya dair söylemi hep diğer ülkelerin ABD'nin sırtından geçindiğine yönelikti. Bu anlamda Trump gerek güvenlik gerekse de refah söz konusu olduğunda ABD'nin müttefikleri için oldukça fazla maliyet çektiği fikrini ön plana çıkarıyordu. Özellikle 2016 seçimleri kampanyasında bu söylemini daha çok güvenlik ağırlıklı meselelerde kullandığını hatırlatmak lazım. Almanya ve Japonya gibi ülkelerin güvenlikleri için ABD'ye ödeme yapmaları gerektiğini söylüyordu. Yine NATO ülkelerinin de daha fazla maddi sorumluluk üstlenmesi gerektiğinin altını çiziyordu. Kısa vadede ABD'den daha fazla silah alma yoluyla bazı ülkeler Trump'ın kastettiği "ödeme yapma" işini yerine getirmişti. Mevcut durumda tarife kararlarıyla ise Trump, uluslararası politik ekonomi düzenini yeniden biçimlendirme çabasına giriyor.
Ancak bu noktada bir yanıltmanın altını çizmekte fayda var. Öncelikle gerçekten de ABD, 1945 sonrası kurulan söz konusu düzende birçok müttefikini ekonomik olarak destekliyordu. Bu anlamda birçok ülkeye kendi iç pazarını açmıştı. Örneğin Japon otomotiv sektörü savaş sonrası dönemde bu sebeple güçlenebilmişti. Ancak burada dikkat çekilmesi gereken nokta ABD'nin dünyaya verdiğinden fazlasını katbekat geri aldığıdır. ABD sistemin merkezindeki hegemonik ülke olarak mevcut sistemin hem kurucusu hem de imtiyaz sahibi olma özelliğini taşıyor. Bu sebeple ABD, sistemde daha çok politik etki üretebiliyor, kendi çıkarları aleyhine gelişmelerin de önüne daha kolay geçebiliyor.
Ancak son yıllarda Çin gibi ülkeler özellikle üretim konusunda düşük maliyetlerle ve agresif büyüme politikalarıyla mevcut sistemden daha fazla pay almaya başlamıştı. Bu payın da sanılanın aksine ABD'ye hegemonik bir tehdit olmadığının altını çizmek lazım. Her ne kadar son yıllarda ekonomik gücü artsa da Çin hala birçok askeri, teknolojik ve demografik göstergede ABD ile başa baş rekabet edecek seviyede değil. Yine de Trump yönetiminin başını çektiği anlayış Çin'le askeri olarak gelecekte bir rekabete girilmeden önce ekonomik olarak ayrışmanın daha sağlıklı olacağı inancında. Çünkü ekonomik olarak birbirine entegre olan iki ülkenin askeri rekabeti oldukça maliyetli olacaktır. Trump zaten ilk döneminde de Çin'e karşı ticaret savaşları söylemini merkeze almıştı. Mevcut tarife kararlarının da Çin'in ekonomik büyümesini yavaşlatacağını ve her iki ülkenin daha da ayrışmasını sağlama hedefi taşıdığını söylemek mümkün.
Sonuç olarak, Trump'ın bu hamlesi özünde hala Amerika'ya büyük fayda sağlayan küresel politik ekonomik düzeni yeniden kalibre etmektir. Trump, bu durumu da iç siyasette kendine yarayacak biçimde kurgulamaya çalışıyor. Kimlik siyaseti bağlamında taleplerine cevap verdiği kesimlerin ekonomik taleplerini de karşılayacak bir düzen kurma amacında olduğu söylenebilir. Uluslararası boyuta bakıldığında ise Trump yönetiminin başta Çin olmak üzere mevcut düzenden fayda sağlayan ülkelere biraz daha maliyet üretme amacında olduğunu söylemek yanlış olmayacaktır. Her ne kadar rasyonel hedeflerin bunlar olduğu söylenebilse de Trump'ın bu politikaları devam ettirme iradesini ne derece göstereceği önümüzdeki süreçte daha net görülecektir.