Donald Trump'ın başkan olduktan sonra dış politikada öncelikleri arasında üç konu öne çıkacaktır: Rusya-Ukrayna Savaşı, Gazze Savaşı ve Çin ile etkin mücadelede izlenecek politikalar. Türkiye açısından ise her iki liderin diplomasiye öncelik verme ve açık hat diplomasisini kullanma anlayışı, sorunların krize dönüşmeden çözülmesine veya ortak anlayışla hareket edilmesine zemin hazırlayabilir.
Zeki Korkutata/ AK Parti Bingöl Milletvekili
4 Kasım 2024'te düzenlenen Amerikan Başkanlık seçimlerinde Cumhuriyetçi Parti adayı Donald Trump büyük başarı elde ederek seçimleri kazandı. Trump'ın seçim başarısı, Kongre'deki temsilciler dengesinin de Cumhuriyetçi Parti lehine değişmesine yol açtı. Böylelikle Cumhuriyetçiler hem başkanlık hem de Kongre'nin iki kanadını oluşturan Temsilciler Meclisi ve Senato'da çoğunluk grubunu elde etti. Amerikan seçim sistemine göre, eyaletlerden seçilen Seçiciler Kurulu (Electoral College), başkan ve başkan yardımcısı adayını belirleyen oylarını ABD Kongresine ilettikten sonra Kongre, 6 Ocak 2025 tarihinde sonuçları resmen onaylamak üzere toplanacaktır. Kongrenin sonuçları resmi olarak onaylamasından sonra, 20 Ocak 2025'te ABD'nin yeni başkanı ve başkan yardımcısı Kongre'de yemin ederek resmi olarak görevlerine başlayacaktır. Trump, bu tarihte ABD'nin 47. Başkanı olarak göreve başlayacaktır.
Öte yandan Trump'ın etkin liderlik iddiasıyla başkanlık seçimlerine katılması ve halkın desteğini alması, Amerikan bürokrasisinin iktidarı Başkan'a rağmen kullanma iradesinden vazgeçmesine yol açacaktır. Bu durum, Türk-Amerikan ilişkilerinde yeni bir döneme işaret etmektedir. Türk-Amerikan ilişkilerinde bu yeni dönem, "Başkanlar Diplomasisi"nin etkin ve aktif olacağı bir dönem olarak ifade edilebilir.
Seçim başarısının kodları
Trump'ın doğrudan Amerikan seçmenlerine yönelik yürüttüğü kampanyanın temel stratejisi; ekonomi, göçle mücadele, işsizliğin düşürülmesi ve yüksek enflasyonla mücadele gibi konulara odaklanmaktaydı. Trump'ın seçim kampanyası esas olarak, ekonominin kötü yönetildiği, sınır güvenliğinin sağlanamadığı, göçmen politikasının yanlış olduğu, işsizliğin arttığı, yüksek enflasyon ve uyuşturucuyla mücadelenin zayıf kaldığı, suç oranlarının yükseldiği ve yeni iş imkanlarının yaratılamadığı üzerine kurulmuştur. Kişisel olarak da Trump, doğrudan rakibi Kamala Harris'i Marksist paradigmaya sahip olmakla suçlamış ve ekonominin ve diğer alanlardaki kötü uygulamaların sol bakış açısından kaynaklandığını ima etmiştir.
Trump, özellikle son yıllarda Amerikan kamuoyunda ciddi tartışma konusu haline gelen illegal göçle mücadelede daha agresif politikalara öncelik verilmesini savunmaktaydı. Bu kapsamda Amerika'ya yerleşen 11 milyon göçmenin sınır dışı edileceğini ve aile yardımlarının kesileceğini dile getirmesi, yoksulluk ve işsizlik girdabındaki orta ve alt sınıf Amerikalı seçmenin ilgisini çekmişti. Trump, artan suç oranlarına dikkat çekerek göçmenleri kriminalize etmiş ve uyuşturucuya meyilli bir kitle olarak tanımlamıştı. Trump'ın göçmen karşıtlığı, yükselen Amerikan sağının desteğini Cumhuriyetçi adaya yönlendirmede etkili oldu. Yasadışı göçle mücadelede ülkeye yasadışı girmiş kişilere sosyal imkanların kısıtlanması, kamu hizmetlerinde engellemeler ve çalışma izinlerinde sınırlandırmalar yapacağını ifade etmişti. Ayrıca yasadışı göçmenlere, kendisinden sonraki yönetimlerin de gıda ve diğer yardımları yasaklayacak düzenlemeleri kabul ettireceğini belirtmişti. Vatandaşlık kanununda değişikliğe gideceğini ve yasadışı göçmenlerin Amerika'da doğan çocuklarına otomatik olarak Amerikan vatandaşlığı verilmemesi yönünde adımlar atılacağını ifade etmişti. Aynı zamanda çocuk doğumları için Amerika'ya giden turistlerin de çocuklarına vatandaşlık verilmeyeceğini, vatandaşlık için ebeveynlerden birinin Amerikan vatandaşı olması şartı getirileceğini belirtmişti.
Trump'ın seçim vaatleri arasındaki "güçlü Amerika, güçlü ekonomi" söylemi oldukça dikkat çekmekteydi. Kampanyanın odağında ise fiyat istikrarı ve enflasyonla mücadele yer almaktaydı. Trump, X platformunda Amerikan Başkanlık seçimlerine yönelik yayımladığı ilk mesajında "Şimdi, benim başkan olduğum dönemden daha iyi durumda mısınız?" diye sorarak kampanyasının merkezine güçlü ekonomi ve güçlü ulus söylemini yerleştirdi. Trump, seçim kampanyası kapsamında yaptığı birçok konuşmada, Demokrat adayın kötü ekonomi yönetimi sergilediğini, ülkede fiyat istikrarını sağlayamadığını ve enflasyonla mücadelede bir programa sahip olmadığını ileri sürmüştü. Trump, Harris ile yaptığı canlı yayın tartışmasında, "Daha önce çok az kişinin gördüğü gibi bir enflasyonumuz var. Muhtemelen ülkemizin tarihindeki en kötüsü" ifadelerini kullanmıştı. Trump, enflasyonla mücadelede bir adım daha ileri giderek Merkez Bankası'nın politikalarına da müdahale hakkı talep etmişti. Trump, mal ve hizmetlerin fiyatlarındaki artışın Amerika'da kronik bir yoksullaşmaya yol açtığını ifade ederken, enflasyon verileri de Trump döneminin daha başarılı bir ekonomi yönetimine sahip olduğunu kanıtlamaktaydı. Federal Rezerv'e göre, Trump'ın başkan olduğu 2017'den 2021'e kadar enflasyon yılda ortalama yüzde 1,9 olurken, Biden yönetimi sırasında yıllık ortalama yüzde 5 civarı olmuştur. Dolayısıyla Trump'ın güçlü ekonomi, güçlü ulus söylemi, yoksullaşan orta gelirli Amerikalı seçmenlerin desteğini seçim kampanyasında önemli bir etken olarak yanına almasını sağladı.
Trump'ın seçmenlere yönelik en önemli vaatleri arasında kuşkusuz Amerikan ekonomisinin güçlendirilmesi gelmekteydi. Bu kapsamda Amerikan iç piyasasında korumacı ekonomi politikalarına öncelik verilmesini gündeme getiren Trump, özellikle Çin'le mücadelede yeni vergilendirmelerin hayata geçirileceğini ifade etmişti. Trump, bir konuşmasında Çin'den gelen tüm mallara yüzde 60 ve diğer tüm ülkelerden ithal edilen mallara yüzde 10 gümrük vergisi koyma sözü vermişti.
Trump'ın bir diğer seçim vaadi ise enerji üretiminin çeşitlendirilmesi ve yeni üretim sahalarının açılmasıydı. Amerika'nın enerjide dışa bağımlılığını azaltmak için petrol ve gaz aramalarını artırmayı ve aynı zamanda nükleer ile kömür enerjisi alanında yeni yatırımları desteklemeyi önermişti. Enerji politikalarına öncelik verilmesinin, enerji fiyatlarının düşmesine yol açacağını ve bu durumun da ekonomik olarak Amerikalı girişimcilerin rekabet gücünü artırarak yeni iş imkânlarının yaratılmasına katkı sağlayacağını savunmaktaydı.
Trump, kamu kaynaklarının etkin kullanımına yönelik tasarruf tedbirlerinin hayata geçirileceğini belirtmişti. Bu kapsamda Beyaz Saray harcamalarını azaltarak halkın üzerindeki vergileri de düşüreceğini ifade etmişti. Ancak tasarruf tedbirlerinin ulusal güvenlik, sağlık ve sosyal güvenlik alanlarında uygulanmayacağı mesajını vermişti.
Trump'ın dış politika önceliği ve Türkiye ile ilişkiler
Trump, dış politikada bölgesel savaşlara dikkat çekerek Biden yönetiminin caydırıcılık gücünün zayıf olduğunu ileri sürmüştü. Kendi iktidarı döneminde askeri yapının güçlendirileceğini ifade etmiş ve caydırıcı Amerikan gücünün çatışmaları önleyeceğini savunmuştu. Bu bağlamda Ukrayna'ya verilen askeri desteği eleştirmiştir. Daha da ötesinde bir konuşmasında, Rusya'nın içerisine doğru ilerleyen Ukrayna askerlerine vurgu yaparak 3. Dünya Savaşı'nın başladığını öne sürmüştü.
Trump'ın başkan olduktan sonra dış politikada öncelikleri arasında üç konu öne çıkacaktır: Rusya-Ukrayna Savaşı, Gazze Savaşı ve Çin'le etkin mücadelede izlenecek politikalar.
Rusya-Ukrayna Savaşı
Trump'ın başkan seçilmesinin hemen ardından Putin'le bir telefon görüşmesi gerçekleştirmesi, ABD'nin Ukrayna politikasında değişimin ilk işareti olarak okunabilir. Hem Trump hem de Başkan Yardımcısı, Ohio Senatörü JD Vance, Ukrayna'ya verilen yardımları sert sözlerle eleştirmişti. Trump, seçim sürecinde, seçildiği takdirde Ukrayna'daki savaşı bitireceğini ifade etmişti. Putin'le yapılan görüşmede de çatışmaları derinleştirmemesi uyarısında bulunduğu açıklanmıştı. Dolayısıyla Trump'ın ikinci başkanlık döneminde Ukrayna'ya verilen desteğin azaltılarak Rusya'nın Batı sistemi içerisine çekilmesi yönünde adımlar atılması beklenmektedir. Özellikle Çin'le mücadelede Rusya'nın Amerikan tarafında yer almasının sağlanmasına dönük olarak Ukrayna'dan bazı ödünler verilmesi gündeme gelebilir.
Gazze Savaşı
Trump'ın en zorlu sınavlarından birinin Gazze Savaşı olacağı açıktır. Hem Yahudi hem de Müslüman seçmenlerin yoğun desteğini arkasına alan Trump'ın, geçmiş dönemlerde İsrail yanlısı politikaları birçok kesimde kuşkuya yol açsa da ateşkes konusunda daha ısrarcı olabilir. Bununla birlikte, kabinede İsrail yanlısı bakanların sayısının fazla olma ihtimali göz ardı edilmemektedir. Seçim sürecinde savaşın bitirilmesi yönündeki seçmen taleplerine olumlu karşılık veren ve karizmatik liderlik özellikleriyle dikkat çeken Trump'ın, Gazze Savaşı'nı bitirme konusunda adımlar atması beklenmektedir. Biden yönetimi bürokratik bir anlayışla hareket ederken, Trump'ın karizmatik liderliğiyle ön plana çıktığı görülmektedir. Ateşkesin sağlanamaması, Trump için de bir başarısızlık olarak tarihe geçmesine yol açabilir.
Asya-Pasifik politikaları
Trump'ın dış politika öncelikleri arasında Çin'le kapsamlı ve etkin mücadele yer almaktadır. Özellikle ekonomik alanda Çin'e karşı yeni ithalat vergilerini gündeme getiren Trump, Amerikan işçilerini korumak ve ABD'nin büyük ikili ticaret açığını azaltmak için agresif eylemler gerektiğini ifade etmiştir. Trump, Çin'e karşı başlattığı ekonomik savaşı, siyasi ve askeri alanlara da taşımıştı.
Trump, Beyaz Saray'da Uygurların temsilcileriyle bir araya geldikten kısa bir süre sonra, insan hakları ihlallerine karışan Çinli yetkililere yaptırım uygulayan bir yasa imzalamıştı. 2016 yılında, 1979'dan beri Tayvanlı mevkidaşıyla doğrudan konuşan ilk ABD başkanı olmuştu. Tayvan Boğazı'ndaki ABD Donanması devriyelerini artırmış ve Tayvan'a daha fazla silah satışı için Kongre'ye baskı yapmıştı. 2020'de ise Çin'in Güney Çin Denizi'ndeki hak iddialarını reddedeceğini duyurmuştu. Dolayısıyla ikinci Trump döneminde ABD-Çin ilişkilerinde birçok alanda yeni krizlerin yaşanabileceği öngörülmektedir.
Başkanlar diplomasisi
Türk-Amerikan ilişkilerinin geçmişi Cumhuriyet'in ilk yıllarına kadar uzanmaktadır. Özellikle İkinci Dünya Savaşı sonrası ABD ile NATO kapsamında kurulan müttefiklik ilişkisi, günümüzde birçok tartışmalı konuya rağmen, ilişkilerin temelini oluşturmaya devam etmektedir. Biden'ın başkanlık dönemi, Türk-Amerikan ilişkilerinde müttefiklik ilkelerine ve ruhuna uygun politikaların hayata geçirilmediği bir dönem olmuştur.
Gazze Savaşı, terörle mücadele ve Rusya-Ukrayna Savaşı konularında Türkiye, haklı gerekçelerle Amerikan dış politikasını eleştirmiştir. Nitekim Türkiye'nin bazı eleştirilerinin Trump tarafından da dile getirildiği görülmektedir.
Bunun yanı sıra, Biden yönetiminde Amerikan bürokrasisinin karar alma süreçlerinde etkin rol oynaması, yönetimde boşluklara yol açmıştır. Bu durum, bölgesel krizlerin olumsuz etkilenmesine ve terörle mücadelede uluslararası işbirliğinde zaafiyetlere sebep olmuştur.
Trump'ın etkin liderlik iddiasıyla başkanlık seçimlerine katılması ve halkın desteğini alması, Amerikan bürokrasisinin, başkana rağmen iktidarı kullanma iradesinden vazgeçmesine yol açacaktır. Bu durum, Türk-Amerikan ilişkilerinde "Başkanlar Diplomasisi"nin etkin ve aktif hale gelmesine yol açabilir. Hem Başkan Erdoğan'ın hem de Başkan Trump'ın karizmatik liderlik özelliklerine sahip olması, iki lider arasında sorunların çözümünde diplomasi ve görüşmelere öncelik verme anlayışı, birçok konuda müzakere süreçlerinin hayata geçeceği yeni bir dönemi işaret etmektedir.
Dolayısıyla bazı konularda farklı anlayışlara sahip olunmasına karşın, her iki liderin diplomasiye öncelik verme ve açık hat diplomasisini kullanma anlayışı, sorunların krize dönüşmeden çözülmesine veya ortak anlayışla hareket edilmesine zemin hazırlayabilir.