Trump 2.0'ın risk ve fırsat alanları

Prof. Dr. Ramazan Erdağ/ Eskişehir Osmangazi Üniversitesi İİBF Uluslararası İlişkiler Bölümü Öğretim Üyesi
15.11.2024

Türkiye, ABD ya da bir başka ülkedeki seçim sonuçlarının ülkenin gündemini ve parametrelerini belirlediği bir ülke değildir. Türkiye içeriğini ve zamanlamasını kendi belirlediği dış politika stratejisinde emin adımlarla ilerliyor. Trump 2.0'ın iki ülke arasındaki ilişkilerde oluşturabileceği potansiyel riskler ve muhtemel fırsat alanlarına dair analizlerin oluşturulduğunu ve Türkiye'nin stratejik kültürünün çok katmanlı şekilde şekillendiğini söylemek mümkündür.


Trump 2.0'ın risk ve fırsat alanları

Prof. Dr. Ramazan Erdağ/ Eskişehir Osmangazi Üniversitesi İİBF Uluslararası İlişkiler Bölümü Öğretim Üyesi

Beklenen ABD seçimleri tamamlandı ve seçim anket tahminlerinin aksine Donald Trump açık ara farkla başkanlık seçimini kazandı. 5 Kasım 2024'te gerçekleştirilen seçim sonuçlarına göre Trump popüler oyların çoğunluğunu aldığı gibi Temsilciler Meclisi ve Senato'da da Cumhuriyetçi parti çoğunluğu elde etti. 47. ABD başkanı olarak 20 Ocak 2025'te fiilen görevine başlayacak olan Trump birinci dönemine kıyasla daha güçlü bir şekilde ikinci başkanlık dönemine hazırlanıyor. Trump'ın kampanya döneminde rakibi Kamala Harris'e karşı seçmen nezdinde daha güçlü bir profil çizmesi, yasadışı göçle mücadele, ekonomi, ticaret ve gümrük vergileri vb. konulardaki iddialı söylemleri seçimin sonuçlarını belirledi. Bununla birlikte seçim sonuçlarının belli olmasının ardından ekibini oluşturmaya başlamasıyla ABD'de ikinci Trump döneminin (Trump 2.0) özellikle dış ve güvenlik politikalarında nasıl bir değişim meydana getireceği de merak konusu.

Trump'ın seçim döneminde sıkça dillendirdiği savaşları kısa sürede sona erdireceği söylemi nasıl karşılık bulacak ve Rusya-Ukrayna savaşı ile İsrail'in Gazze soykırımı, Filistin ve Lübnan işgalleri nasıl neticelenecek? Trump'ın Biden yönetiminin aksine Rusya-Ukrayna savaşında Ukrayna'ya daha fazla siyasi, askeri ve ekonomik destek sağlamak yerine Ukrayna'nın mevcut statükoyu (Kırım ve Donbas bölgesinin ilhakı) kabullenerek Rusya ile savaşı sonlandırmasına yönlendirmesi beklenmektedir. Trump Doktrini'nin yoğunlukla Çin ile ekonomik ve ticari rekabete odaklanacağı, küresel güç dengesinin Asya-Pasifik bölgesinde şekilleneceği bir ortamda büyük oranda ABD'nin desteklediği Ukrayna'nın, Rusya'ya karşı, savaşı sürdürme ve maliyeti üstlenme rolünün değişmesi oldukça muhtemel gözükmektedir. Böylesi bir senaryoda, başta İngiltere olmak üzere, Ukrayna'ya destek sağlayan ülkelerin tutumlarında bir değişlik olup olmayacağı ise tartışmaya açıktır.

Netenyahu'yu kim cesaretlendiriyor?

2024 ABD seçimlerinin Ortadoğu'ya etkileri ise daha kompleks ve çok katmanlı bir duruma işaret ediyor. Öncelikle Trump'ın birinci başkanlık döneminde İsrail'e bölgede açık çek verdiği geçmişte hiçbir ABD başkanının atmadığı adımları Trump'ın attığı ortadadır. Birleşmiş Milletler (BM) Güvenlik Konseyi'nin aksi yöndeki bağlayıcı kararlarına rağmen Donald Trump, Kudüs'ü İsrail'in başkenti ilan eden kararnameyi imzaladı ve Tel Aviv'deki ABD büyükelçiliğini Kudüs'e taşıdı. İkincisi uzun süredir işgal altındaki Suriye toprağı Golan Tepeleri'nin İsrail tarafından gasp edilmesini de tanıyan Trump oldu. Dolayısıyla günümüzde Netenyahu yönetiminin önce Filistin topraklarında ardından Lübnan'da başlattığı işgal, gasp ve soykırımın arka planında Trump'ın attığı adımların da rolü oldukça belirgindir. ABD'de hangi başkan görevde olursa olsun İsrail'e sağlanan destek konusunda bir değişim beklenmesi imkansız ancak dünyanın gözü önünde yüzyılın vahşeti ve soykırımı yaşanıyorken ABD'nin bunu önleyebilecek rolüne rağmen İsrail'e koşulsuz şartsız desteği Netenyahu yönetimini daha da cesaretlendirmektedir.

Ayrıca 2020 yılının başında sözde "yüzyılın anlaşması" olarak sunulan Filistin tarafının görüşünün ve onayının alınmadığı sözde barış planı bölgede tüm kontrolü İsrail'i bırakan parçalanmış bir Filistin devletine işaret etmekteydi. Günümüzde birçok ülkenin Filistin'in egemenliğini tanımak suretiyle benimsediği 1967 sınırları temelinde, başkenti Doğu Kudüs olan bağımsız Filistin Devleti'nin egemenliğinin tesis ettirilmesi suretiyle sağlanacak iki devletli çözüm modelinden oldukça uzak bu sözde barış planı da Trump döneminin ürünü idi. Akabinde ise bu planı tahkim etmek ve Körfez ülkelerinin İsrail ile diplomatik ilişkilerini tesis etmek amacıyla 2020 yılı Eylül ayında İsrail ile Birleşik Arap Emirlikleri ve Bahreyn arasında İbrahim Anlaşmaları imzalandı. Aynı yıl Fas ve Sudan'ı da kapsayacak şekilde genişleyen ve Suudi Arabistan gibi diğer bölge ülkelerini de içermesi hedeflenen süreç 7 Ekim sonrası akamete uğradı. Türkiye'nin Cumhurbaşkanımız Sayın Recep Tayyip Erdoğan'ın yürüttüğü etkin ve güçlü lider diplomasisi, Dışişleri Bakanımız Sayın Hakan Fidan'ın başta Gazze Temas Grubu olmak üzere bölgesel ve küresel inisiyatif oluşturma girişimleri İsrail'in oldu-bitti ile Filistin topraklarının gasp edilmesini önlemeyi ve iki devletli çözümü öngörüyor. Bu süreçte Türkiye tarafından güçlü bir garantörlük mekanizması kurulmak suretiyle İsrail'in benzer vahşet girişimlerinin de önüne geçilmesi hedefleniyor.

İki devletli çözüm

1967 sınırları temelinde, başkenti Doğu Kudüs olan bağımsız Filistin Devleti'nin egemenliğinin tesis ettirilmesi suretiyle sağlanacak iki devletli çözüm modelinde ABD ile Türkiye arasında bir görüş birliğinden söz etmek oldukça zordur. Her ne kadar ABD tarafı zaman zaman iki devletli çözümü dillendirse de bunun içeriğinin ne olduğu net değil. ABD'nin tavrının sözde "yüzyılın anlaşması"nda olduğu gibi İsrail zulmü ve boyunduruğu altında parçalı bir Filistin yönetimine işaret ettiği söylenebilir. Ortadoğu'da Türkiye ile ABD arasındaki sorun alanları sadece İsrail'in soykırım ve vahşeti ile sınırlı değil. Suriye'nin kuzeyinde Türkiye'nin ulusal güvenliğini tehdit eden PKK/YPG/PYD/SDG terör örgütüne ABD tarafından sağlanan destek iki ülke arasında bir diğer önemli sorun alanı. Türkiye her ne kadar Suriye'nin kuzeyinde gerçekleştirdiği uluslararası hukuka uygun, meşru ve gerekli terörle mücadele harekatları ile güney sınırında oluşturulmaya çalışılan terör koridorunu engelleyerek belirli bir güvenli bölge oluşturmuş olsa da bu güvenli bölgenin eksik kısımları mevcuttur.

Bu yönüyle Trump 2.0 döneminde Türkiye-ABD ilişkilerinde öncelikli gündem maddesi terörle mücadele, ABD'nin FETÖ, PKK/YPG/PYD/SDG terör örgütlerine desteği ve bu desteğin kesilmesi konusu olacaktır. Bunun yanında savunma sanayii alanındaki tedarik süreçlerinde beklenen seviyede ilerlemenin sağlanamaması, Türkiye'nin F-35 projesinin dışına çıkarılması, ticari ilişkilerde hacmin genişlemesinin önündeki sorunların çözülmesi ile bölgesel ve küresel düzlemde yaşanan krizler ve yansımaları diğer önemli başlıklar olarak sıralanabilir. Yeni dönemde bu sorunların nasıl çözüleceği ya da ilişkilerin bu sorunlar düzleminde nasıl ilerleyeceği konusuna geçmeden önce bir ayrıntıyı belirtmek gerekiyor. Türkiye 2017-2021 döneminde Trump 1.0'ı tecrübe etti ve iki ülke türbülanslı bir ilişki süreci yaşadı. Türkiye FETÖ darbe girişimini önlediği, güney sınırındaki ABD desteğinde oluşturulmaya çalışılan terör kuşatmasını kırdığı ve bölgesel düzeyde statükoları değiştirdiği bu dönemde bir yandan ABD ile ilişkilerdeki pozisyonunu tahkim ederken bölgesel ve küresel düzeyde oldukça başarılı bir dış politika alanı açtı. Başka bir ifadeyle Türkiye Trump öncesi dönemden başlayarak maruz kaldığı meydan okumalar karşısında stratejik otonomisini oldukça güçlendirdi. Savunma sanayii kapasitesinin artışı, kurumlar arası koordinasyon ve işbirliği zeminin güçlenmesi ve en önemlisi siyasal istikrarı ile güçlü liderlik kapasitesi Türkiye'nin uluslararası konumunu güçlendirdi.

İstikrarlı liderlik

Türkiye, 11 Eylül saldırıları ile başlayan, ekonomik kriz ve Arap Baharı sonrası istikrasızlık ve güvensizlik ortamı ile devam eden 21. yüzyılın ilk çeyreğinde Kovid-19 pandemisi, kuzey ve güney hattında devam eden işgal ve savaş ortamında dış politikada pozitif gündemle stratejik öngörüsünü kullanabilen bir ülke konumundadır. Uluslararası norm ve ilkelerin anlamını yitirdiği, uluslararası örgütlerin işlevsiz kaldığı kaotik uluslararası ortamda Türkiye önündeki asrı 'Türkiye Yüzyılı' olarak tanımlayarak kaostan çıkış sonrası uluslararası sistemin yeniden yapılandırılmasında en önemli aktörlerden biri konumunda yer almaktadır. Avrupa ülkelerinde yaşanan siyasal istikrarsızlıklar ve liderlik krizleri bir yandan Avrupa kıtasını ABD'ye daha bağımlı hale getirirken öte yandan Avrupa güvenlik mimarisinin de alarm verdiğini göstermektedir. Böylesi bir güven[siz]lik ortamında Türkiye, Cumhurbaşkanımız Sayın Recep Tayyip Erdoğan'ın güçlü ve istikrarlı liderliğiyle öne çıkan bir dış politika şekillendirirken, dünyanın en etkili dışişleri bakanları arasında yer alan Dışişleri Bakanımız Sayın Hakan Fidan'ın yürüttüğü diplomasi ile farkını hissettiriyor. Bu bağlamda Türkiye, ABD ya da bir başka ülkedeki seçim sonuçlarının ülkenin gündemini ve parametrelerini belirlediği bir ülke değildir. Türkiye içeriğini ve zamanlamasını kendi belirlediği dış politika stratejisinde emin adımlarla ilerliyor. Trump 2.0'ın iki ülke arasındaki ilişkilerde oluşturabileceği potansiyel riskler ve muhtemel fırsat alanlarına dair analizlerin oluşturulduğunu ve Türkiye'nin stratejik kültürünün çok katmanlı şekilde şekillendiğini söylemek mümkündür.