Çin-Rusya ittifakı an itibarıyla güçlü görünse de Pekin lehine bariz bir güç asimetrisi mevcut. Ukrayna Savaşı'ndan önce Rusya'nın çeşitli ticaret ortakları vardı, özellikle de Avrupa'dan. Ancak şimdi Çin, Rusya'nın başlıca ekonomik partneri hâline geldi. Çin, Rusya'nın en büyük ticaret ortağıyken; Rusya ise Çin'in sadece altıncı büyük ticari ortağı. Bu da Rusya'nın Çin'e olan bağımlılığını artırıyor
Talha Yavuz/ Yazar
Küresel güç dinamikleri değiştikçe, dünya büyük jeopolitik dönüşümlerin kavşağında yer alıyor. ABD'nin dünyaya karşı gümrük savaşı, NATO ve BRICS gibi ittifakların belirsiz geleceğiyle birlikte, Rusya, Çin ve Avrupa'nın stratejik kararları küresel siyasetin geleceğini belirleyecek gibi gözüküyor.
Bu dönüşümde en dikkat çekici faktör Donald Trump 2.0'ın NATO ve geleneksel Atlantik müttefiklerine olan bağlılığını azaltmayı amaçlayan politikaları oldu. Trump'ın izolasyoncu eğilimleri ve özellikle ABD'nin Avrupa'dan güvenlik şemsiyesini çekme tehdidi Avrupa Birliği (AB) ülkelerini bağımsız savunma stratejileri geliştirmeye ve yeni partnerler aramaya zorluyor.
Ayrıca Trump, önceki ABD yönetimlerinin aksine, göreve geldiğinden bu yana Rusya'ya karşı uzlaşmacı bir tavır sergiliyor. Washington açısından, Ukrayna savaşıyla yıpranmış bir Moskova'nın ABD hegemonyasına meydan okuyacak bir kapasitesi olmadığı açık. Bu nedenle Rusya'dan ziyade, Çin asıl tehdit olarak algılanıyor. Benzer hamle Sovyetler Birliği'ni dengelemek için dönemin ABD Dışişleri Bakanı Henry Kissinger'ın imzasıyla ABD-Çin raproşmanı olarak gerçekleşmişti. Trump 2.0 döneminde de "tersine Kissinger" stratejisiyle ABD-Rusya yakınlaşması yaşanıyor. Çin-Rusya ittifakı şimdilik sağlam görünse de iki Asya ülkesi arasındaki tarihsel çatlakların her daim su yüzüne çıkma potansiyeli var.
Özellikle de Rusya'nın ABD yörüngesine kaydığı bir senaryoda, Çin ekonomik ve askeri olarak güçlendikçe bölgesel etkisini artırmak isteyebilir. Her ne kadar iki ülke bir süredir husumetlerini gömmüş olsa da 1969'daki Çin-Sovyet sınır çatışması gibi olaylar bu iş birliğinin ne kadar kırılgan olabileceğini hatırlatıyor. Ayrıca Çin'in Vladivostok üzerinde tarihsel bir iddiası da var. Bu şehir 1860'ta Pekin Antlaşması ile Rusya'ya verilmişti.
Çin-Avrupa yakınlaşması
Trump'ın diğer ülkelere karşı ek vergi uygulayacağı duyurusu tüm dünyayı sarsmış ve "küreselleşmenin sonu mu?" sorusunu da beraberinde getirmişti. Duyurunun, küreselleşmenin sonunu getirmese bile İkinci Dünya Savaşı sonrası ortaya çıkan Bretton Woods sistemini sona erdireceği ortada. Açıklama sonrası, Vietnam ve İsrail gibi bazı ülkeler ABD ile pazarlık etmeye koşarken Çin ise tarifelere aynı oranda karşılık vererek savaşacaklarını duyurdu. Bu süreç adeta Pekin için önemli bir turnusol kâğıdı niteliğinde. Çin, ABD'nin tarife artışlarına tepki gösteren ilk ülke olurken, tarife artışına karşı aynı oranda ek tarife uygulayacağını açıkladı.
Pekin, ayrıca Dünya Ticaret Örgütünde ABD aleyhine dava açmış, bazı nadir toprak elementlerinin ihracatına kısıtlama getirmiş ve ABD şirketlerine yönelik yaptırımlar açıklamıştı. Trump da buna karşılık Çin'in, karşılıklı tarifelere misilleme olarak getirdiği yüzde 34 ek tarife artışını geri çekmediği takdirde yüzde 50 ek tarife daha getireceğini ve Çin ile planlanan görüşmeleri iptal edeceğini açıklamıştı. Böylece eğer siz bu satırları okuduğunuz sırada hala daha fazla yükselmemişse ABD'nin Çin'e uyguladığı tarife toplamda yüzde 125'e kadar çıkmıştı.
Eğer Çin geri adım atmayıp sağlam bir duruş ortaya koyabilirse ABD karşısında bir blok oluşturma potansiyeli taşıyor. Şu ana kadar Çin üstüne düşeni yapıyor ve ABD'nin ültimatomları karşısında zayıflık göstermiyor. Kısa süre önce Çin Başbakan'ı Li Çiang, AB Komisyonu Başkanı Ursula von der Leyen ile telefon görüşmesi gerçekleştirdi ve Çin ve AB'nin, ABD'nin tarife politikasının yol açacağı sarsıntılara karşı birlikte çalışarak küresel ekonomiye istikrar ve öngörülebilirlik sağlamaya çağırdı.
Diğer bir önemli gelişme de 27 Mart'ta gerçekleşti. Fransa Dışişleri Bakanı Jean-Noel Barrot, Çin'in başkenti Pekin'e bir ziyaret gerçekleştirdi ve "güçlü bir Fransız-Çin ortaklığı" çağrısında bulundu. Pekin Dil ve Kültür Üniversitesi'nde öğrencilere hitaben yaptığı konuşmada Barrot: "Mevcut koşullar, her zamankinden daha fazla, jeopolitik istikrar, refah ve gezegenimizin geleceği adına güçlü bir Fransız-Çin ortaklığını gerekli kılıyor" ifadelerini kullandı.
Pekin'e bağımlı Moskova, Washington'a bağımlı Brüksel
Çin-Rusya ittifakı an itibarıyla güçlü görünse de Pekin lehine bariz bir güç asimetrisi mevcut. Ukrayna Savaşı'ndan önce Rusya'nın çeşitli ticaret ortakları vardı, özellikle de Avrupa'dan. Ancak şimdi Çin, Rusya'nın başlıca ekonomik partneri hâline geldi. Çin, Rusya'nın en büyük ticaret ortağıyken; Rusya ise Çin'in sadece altıncı büyük ticari ortağı. Bu da Rusya'nın Çin'e olan bağımlılığını artırıyor ve Putin'in elini zayıflatıyor. Ayrıca Çin, Kuşak ve Yol Girişimi ile bölgede Rusya'ya kıyasla daha fazla ekonomik etkinlik kazanmış durumda.
Washington-Brüksel hattında ise toplam 975 milyar dolarlık hacimle, iki taraf da birbirinin en büyük ticari partneri konumunda. 2024'te ABD'den AB'ye 370 milyar, AB'den ABD'ye ise 605 milyar dolar ihracat gerçekleşmişti, bu da 235 milyar dolar Brüksel lehine bir finansal durum ortaya koyuyor. Trump'ın tarifeleri sonrası ABD pazarının azalacak olması AB ekonomileri için bir darbe olacaktır. Bu darbeyi gelecekte belki Çin pazarıyla bir nebze telafi etse bile tamamen karşılayamayacağı açık.
Bununla birlikte finansal boyutun yanısıra Brüksel'in Washington'a asıl bağımlılığı askeri boyutta. Avrupa'nın İkinci Dünya Savaşı'ndan süregele faydalandığı ABD askeri şemsiyesi sona erecek gibi görünüyor. Washington yıllık 1 trilyon dolardan fazla askeri harcamayla bu alanda dünyada başı çekerken, AB ülkeleri ise 2021-24 arasında yüzde 30'dan fazla arttırmış olsa da ancak 326 milyar avroda kalıyor. Brüksel bu açığı kapatmak için "Avrupa'nın yeniden silahlanması" planı kapsamında 4 yıllık bir sürede 800 milyar avroluk savunma harcamasını harekete geçirmeyi planlıyor ancak ekonomik olarak zorda bir AB'nin bu planı hayata geçirip geçiremeyeceğini ise zaman gösterecek.
Uluslararası ittifakların akıbeti
Geleneksel koalisyonların değişiminin BRICS ve NATO gibi küresel ittifakları da etkilemesi kaçınılmaz olacaktır. Mesela Sino-Rusya iş birliğinde sorun yaşandığı takdirde G7'ye alternatif olarak görülen BRICS ittifakı da anlamsızlaşacaktır. Çünkü dünyanın toplam nüfusunun yarısını ve ekonomisinin yüzde 30'una hâkim ittifakın kurucu üyeleri olan Pekin ve Moskova ekonomi, savunma gibi alanlarda bloğun önderleri konumunda. Çin 18 trilyon dolarla ABD'den sonra en büyük ekonomiye sahip durumda. Ne kadar Ukrayna Savaşı ile etkinliği sorgulanır hale gelmiş olsa da ABD merkezli Global Firepower merkezine göre, Rus ordusu hala dünyanın ikinci en güçlüsü.
Benzer şekilde ABD'siz ya da çekimser bir ABD'li NATO da bir diğer kâğıt üstünde kalmış ittifaka dönüşebilir. ABD Başkanı tüm NATO ülkelerinin savunma harcamalarını GSYH'lerinin yüzde 5'ine çıkarmalarını istiyor, aksi takdirde Trump bu ülkelerin güvenliğini sağlamamakla tehdit etmişti. Rusya-Ukrayna Savaşı nedeniyle Avrupalı devletler savunma harcamalarını gözle görülür derecede arttırmış olsa da savunma bloğu içinde hali hazırda bu oranı karşılayan bir devlet yok. En iyi ihtimalle Avrupalı NATO üyelerinin 2024 büyüme oranını korumaları halinde, savunma harcamaları, 10 yıl içinde bu orana yani yüzde 5'e ulaşabiliyor.
Özetle, yeni oluşmakta olan dünya düzeninde Çin, Avrupa ve Rusya'nın stratejik hamleleri son derece önem arz etmektedir. Özellikle Brüksel ve Moskova'nın izleyeceği yol, ABD ile yeniden yakınlaşma mı, Çin ile iş birliği mi olacaktır? Yoksa yeni küresel düzenin oluşumunda dikkatli bir denge politikası mı belirleyici olacaktır?