Travmadan mahrum edilme riski üzerine

Rabia Yavuz/ Uzman Klinik Psikolog
3.07.2024

Bir araştırmaya göre insanların yaklaşık yüzde 75'i yaşamlarında travmatik deneyimlerin olduğunu söylüyor. Lakin sadece yüzde 8'i travma sonrası stres bozukluğu yaşamış. Travma oldukça karmaşık bir dinamiğe sahip, öyle ki travmatik deneyim yaşayan her birey travma sonrası stres bozukluğu yaşamaz, hatta bazıları travma sonrası büyümeyi deneyimler. Auschwitz toplama kampından sağ çıkan Viktor Frankl travma sonrası büyümeye örnek gösterilen kişilerden biridir. Bugünün ebeveynleri ise çocukları tüm zorluklardan ayırt etmeksizin korumak istiyor.


Travmadan mahrum edilme riski üzerine

Rabia Yavuz/ Uzman Klinik Psikolog

Travma kelimesini sık duyar olduk. "Çocukluğun nasıldı?" diye sorsam "Sanırım iyiydi, travmatik bir şey hatırlamıyorum" yanıtını alıyorum. Çocukluktan bahis açılacak ve kayda değer bir şey söylenecekse bunun illa travma ile ilgili olması bekleniyor gibi. Çocukluk ve travma kelimelerinin sıkça yan yana kullanılır olmasıyla bunun bir bağlantısı olabilir. Bir kavramın bu kadar çok kullanılması yanlış ve dahi zararlı kullanımlara da yol açabilir, elbette. Bir şeyi zehir ya da ilaç yapan şeyin dozu olduğu hatırlanırsa bu konuda da daha ölçülü olmamız gerekir diye düşünüyorum. Bu nedenle travma nedir ve ne değildir sorularının peşinden daha dikkatli gitmek gerekiyor. Elimizdeki tek araç çekiç olursa karşılaştığımız her şeyi çivi olarak görmeye başlarız. Kavramlarımız sadece travmadan oluşuyorsa zorlayıcı her deneyimi ya da yaşamdaki stres etkenlerini travma kutusuna atıp hayattan uzaklaştırma yanılgısına kapılabiliriz, özellikle de çocuklarımızın hayatlarından.

Dünyasız kalmak

Travma, hayat yolunda giderken beklenmedik ve yoğun bir stres deneyiminin ardından onarılmaz yaralar almayı ifade eder. Travmatik olabilecek olaylara örnek vermek gerekirse ani ölüm, hastalık, kaza, doğal afetler, tecavüz, aile içi şiddet, yoksulluk, boşanma, iş kaybını sayabiliriz. Bu olaylardan en az birini deneyimlememiş insan ferdi de yoktur sanırım. Travmatik olan şey olayın kendisinden çok o olay sonrasında insan ferdinin neler yaşadığıyla ilgilidir. Hayatta kalma, güvenlik ve aidiyet ihtiyaçlarının karşılanmadığı durumlarda baş gösteren travma, kontrol kaybı ve karar alma becerilerimize ulaşamadığımızda yaşadığımız derin çaresizlikle yakından ilgilidir. Lacan, "Travma bizi dünyadayken dünyasız bırakan şeydir" der zira kontrol, bağ kurma ve anlam duygusu gibi temel ve olağan hale gelmiş ihtiyaçlarımızdan ayrı düşmüşüzdür. Süreklilik inancımızı oluşturan rutinlerimiz bozulmuşsa, çözüm üretme kaynaklarımıza ulaşamamış ve destek alamamışsak kendimizi koca dünyada yalnız hissederiz.

Bağların kopup ahengin yitirildiği bu vakitler sonrasında onarılmaya ihtiyaç vardır. Yara aldıktan sonra hepimiz farklı deneyimler yaşarız. Acı bile farklı şekillerde yaşanır her birimiz tarafından. İyileşmenin de farklı olması beklenebilecek bir durumdur. Onarımın zamanında gerçekleşemediği durumlarda bazı psikolojik problemler de yaşanabilir. Elbette bu tepkiler doğaldır zira anormal bir duruma verdiğimiz normal tepkilerdir ilk kertede. Beklenmedik durumlara verdiğimiz yanıtların, diğer zamanlardakilerden farklı olması tabiidir. Mesela, kimimiz şok yaşarken kimimiz uykuya kaçabiliriz. Bazılarımız anlam inşa edemediği iç dünyasında boşluk duygusunu deneyimlerken bazılarımız suçlu arar. Suçlunun arandığı durumlarda ise öfke dışarı yönelebilirken çaresizlik içerden kişiyi zayıflatır.

Günümüzde travmanın bu kadar çok gündem edilmesinin nedenlerin biri travmatik olarak adlandırılabilecek deneyimlerin çeşitliliği olmakla birlikte travmatik deneyimlerin kişilerin üzerinde bırakacağı birbirinden farklı etkilerle de ilgilidir. Bu etkiler geçici olduğunda uzun süreli sorunlara dönüşmez. Lakin zaman geçtikçe geçmeyip derinleşen şikayetler karşımıza depresyon, kaygı bozukluğu ya da travma sonrası stres bozukluğu olarak gelebilir. Görünüşe göre her travmatik deneyim yaşayan kişi travma sonrası stres bozukluğu deneyimlemiyor. Çalışmalardan birine göre, insanların yaklaşık yüzde 75'i yaşamlarında travmatik deneyimlerin olduğunu söylüyor. Lakin sadece yüzde 8'i travma sonrası stres bozukluğu yaşamış. Travma sonrası stres bozukluğu (TSSB) travma ve stresle ilgili bozuklukluların bünyesinde yer alır. Örneğin, savaş veya doğal afet gibi ciddi boyuttaki yıkıcı deneyimlerden sonra o olayın tesirinin olay geçtikten sonra da devam ediyor olması durumudur. Cinsel bir tacizden sonra kişinin haftalarca ya da aylarca yaşadığı olayı kabuslarında görmesi, isteği dışında olayın detaylarının sürekli zihninde dolaşması, flashback şeklinde geçmişe dönmüş gibi hissetmesi bu duruma verilecek örneklerden sadece birkaçı. Travma oldukça karmaşık bir dinamiğe sahip, öyle ki travmatik deneyim yaşayan her birey travma sonrası stres bozukluğu yaşamaz, hatta bazıları travma sonrası büyümeyi deneyimler.

Anlam üretebilmek

İnsan muazzam derecede karmaşık bir canlı ve kendini iyileştirme gücü de çok büyük. Travma sonrası büyüme kavramı acının ya da verilen zararın meşruluğunun sorgulanamaz olduğunu söylemez sadece insanın kendini onarma potansiyeline, iyileşmenin nasıl ve ne zaman gerçekleşebileceği üzerine daha çok odaklanır. Bu kavram 1990'ların ortasında çok güç şartlarla mücadelenin sonucunda ortaya çıkabilen olumlu değişikliklere işaret eden bir kavram olarak hayatımıza girdi. Olumlu olarak değerlendirilebilecek bu değişimler hayat hakkında sahip olduğumuz bazı varsayımların sarsılması ve yerine yenilerini kurabilme becerimizle ilgilidir. Bu sayede ezberlerimiz varoluşçu bir teste tabi tutularak yeniden yorumlanır. Örneğin, İkinci Dünya Savaşı sırasında Nazi yönetimi altındaki Auschwitz toplama kampından sağ çıkan Viktor Frankl travma sonrası büyümeye örnek gösterilen kişilerden biridir. Frankl, yaşadıklarını ve gözlemlediklerini İnsanın Anlam Arayışı kitabında kaleme alır. Logoterapi'nin de kurucusu olan Frankl, kitabında ölüm kamplarındaki tutsakların nasıl hayatta kaldıklarını, yaşadıkları acıyı neye dönüştürdüklerini ve bu acılardan nasıl anlamlı sonuçlar üretebildiklerini anlatır. Anlam üretmeyi başaran tutsakların diğerlerine göre hayatta kalma ihtimalleri daha yüksek olmuştur. Frankl "Önemli olan şey, kişisel bir trajediyi bir zafere, kendi zor durumunu bir insan başarısına dönüştürmek ve sadece insana özgü eşsiz potansiyeli olabildiğince göğüslemektir" der. Ona göre acı, bir anlam bulunamadığında acı olarak kalır. Karen Blixen de acıların bir öyküye yerleştirilebildiğinde katlanılabilir olduğunu söylemiş. İnsanların kendi hikayelerini anlatma ve dönüştürebilme güçleri oranında varlık devamlılığını sürdürebilir ve kopan bağlar yeniden kurulabilir hale gelebilir ki ahenk yeniden kurulabilsin. Bu çaba yaşananların yarattığı dehşeti hafifletmeye çalışmak değildir, aksine insanın travmatik deneyimlerden sadece sağ çıkmakla kalmadığını, güçlenerek büyüyebildiğini de söyler. Lakin doğru bilgiyle, yenilenmiş yöntemlerle onarılma gerçekleşmezse travma derinleşir ve tekrar tekrar yenilenebilir. Bu kavram, hayatta kontrolümüzde olanlarla olmayanları fark edebildikçe insanın yenilmez olmadığını, yara almanın da hayatta olmanın bir parçası olduğunu söyler.

Çocuklar söz konusu olduğunda literatür değişir. Elbette, çocukların kendi gelişim dönemlerine göre zorluklarla başa çıkma becerileri vardır lakin yetişkinlerle aynı değildir. Özellikle çocuklar için, travmanın etkileri daha da yıkıcı ya da uzun süreli olabilir. Lakin travmadan iyileşmeleri de aynı oranda hızlı da olabilmektedir. Travmanın tek bir anlamı yok. Her çocuk travmatik deneyimi farklı şekilde deneyimler ve farklı şekilde tepki verir. Bazı çocuklar travmadan güçlenerek çıkabilirken bazıları ise travma sonrası stres bozukluğuyla karşılaşabilir. Çocuklar travmadan korku, endişe, öfke ve suçluluk gibi olumsuz duygular da yaşayabilir. Bu duygular, travmayla başa çıkmalarını zorlaştırabilir ve özgüvenlerini, sosyal ilişkilerini ve okul başarılarını olumsuz etkileyebilir. Çocukların iyileşmesinin önündeki temel engel çoğu zaman çevrelerindeki yetişkinlerin onları işitmemesi ve onarım fırsatlarından yoksun olmalarıyla ilgilidir.

Günümüzde çocuklarımızı tüm zorluklardan ayırt etmeksizin korumak istiyoruz. Ebeveynler, öğretmenler, rehber hocalar, çocuk psikologları travmanın olası zararlı etkilerini en aza indirmek için çeşitli yöntemler arıyor. Ancak bu gayret, bazı durumlarda aşırıya kaçmıyor da değil. Çocukları her türlü olumsuzluktan korumaya çalışmak, onları hayatın gerçeklerinden ve zorluklarından izole edebilir ki, bizlerin onları koruyamayacağı dış dünyaya adım attıklarında krizlerle başa çıkma becerilerini geliştirmelerinin önüne geçebilir. Krizlerle karşılaşmamış, bu tür durumların nasıl çözüleceği bilgisinden mahrum kalan evlatlarımız daha kırılgan olabilir. Çevrelerindeki her duyguyu hissedebiliyor çocuklarımız. Bu hislerin ve yaşanan değişimlerin yok sayılması çocuklarımıza zorluklarla inkâr mekanizmasını kullanarak başa çıktığımız bilgisini öğretecektir. Oysa ebeveynleriyle her şeyi konuşabileceğini bilen bir çocuk yargılanmadan dinlenmenin, yaşına uygun şekilde yaşanan değişimlerin onunla da paylaşıldığı bir ortamda hem kendisine hem ebeveynlerine olan güveni zedelenmez, daha da sağlamlaşır. Kriz zamanları zorluklarla beraberce nasıl başa çıkılabileceğini öğrenme ve insanın iyileşme becerilerini tanımanın tam vakitleridir. Oysa çözülemeyen, anlamlandırılmayıp yok sayılan krizler travmaya dönüşebilecek olanlardır. Krizler ya da sorunlar hayat bilgisinin temel dersi ve yaşanmadan aşılmayan bu dersten hiçbirimiz muaf değiliz. Beraberce aşılan güçlükler çocuklarımızı ilerleyen zamanlar için aşılamış olanlar olacak.

[email protected]