Trans-Atlantik güvenliğinde yeni arayışlar... Türkiye NATO'dan ne istiyor?

Prof. Dr. Nurşin Güney / Nişantaşı Üniversitesi, Trocadéro Forum Institute
4.06.2022

Ukrayna Savaşı ya korkutucu ve tırmanma riski ile dolu bir mini savaş olarak kalacak, ya daha henüz cezalandırma stratejilerinin sınırları bilinmeyen bir yeni Soğuk Savaş olacak ya da Avrupa'da yeni bir demir perde ile yaşayacağız.


Trans-Atlantik güvenliğinde yeni arayışlar... Türkiye NATO'dan ne istiyor?

Prof. Dr. Nurşin Güney / Nişantaşı Üniversitesi, Trocadéro Forum Institute

Bugün Trans-Atlantik/Avrupa güvenlik mimarisi yeniden oluşuyor. Bu yöndeki fikir egzersizlerinin ve stratejik hamlelerin önünü de Ukrayna Savaşı açmış görünüyor. Zaten bu nedenle de Ukrayna Savaşı'nı nasıl tanımlamamız gerekir diye bir tartışma da sürmekte.

Mini Soğuk Savaş

Bu tartışmaya katılanların bir kısmına göre Ukrayna'da gerçekleşen 2022 Savaşı bir "mini Soğuk Savaş". Bu tanımlamayı yapanlar üç gerçeğin altını çiziyorlar: 1)- Ukrayna Savaşı Ukrayna ve Rusya arasındaki mücadele üzerinden Rusya ve Batı'nın Avrupa güvenliğinin geleceği üzerinden kapışmaları 2)- Batı ve Rusya doğrudan karşılaşmaya cesaret edemediklerinden savaşın Ukrayna'da bir yıpratma harbi içerine sıkışmasına ön açtılar. Bugün bu harp Ukrayna'nın tümünü kapsamıyor ve Rusya da Ukrayna sınırlarının tümünü kontrol edemiyor, dolayısıyla küresel denge ve Avrupa güvenlik dengesi açısından Ukrayna'nın doğu ve güneyinde sınırlı bir karadelikten bahsediyoruz Rusya'nın kontrol alanı olarak. 3)- Ama bu sınırlara rağmen Ukrayna Savaşı aynı bir Soğuk Savaş gibi korkutucu. Rusya Devlet Başkanı Putin'in nükleer silah kullanma tehdidini ortaya atması neticesinde Ukrayna'da açılan minyatür delik tüm kıtanın ve hata küresel düzenin sinir uçlarını zorluyor.

Mini değil yeni!

Tartışmaya katılan diğer bir kesime göre Ukrayna Savaşı Yeni Soğuk Savaş'ın başlangıcı. Soğuk Savaş'ın kaçıncı sürümünde olduğumuz net değil (1.5 ya da 2) ama büyük güçler arasındaki mücadele bugün eski Soğuk Savaş'tan başka amaçlarla başka araçlarla devam ediyor. Rusya'nın konvansiyonel zayıflıkları, vekalet savaşlarının tırmandırmayı caydırıcılık oyunu içinde daha kolay hale getirmesi gibi yeniliklerin yanında bugün Avrupa-Rusya karşılıklı bağımlılığının inşa edildiği değil çözülmeye çalışıldığı bir dünyadayız. Ticaret tam olarak durmasa da vanaların kapandığı, ödemelerin durduğu bir dünyadan bahsediyoruz. Gıda fiyatlarının yükselmesinden tutun açlık tehlikesine çok fazla kötü senaryo ortada dolaşıyor.

Ünlü "sıfır yılının" yani Avrupa'nın yoksunluklarla sınanmasının gölgesi bu sefer bombardımanlarla yok olmuş Avrupa şehirlerinin üzerine değil, müreffeh ve tüketim canlısı Avrupa'ya çöküyor. Avrupa için ABD'ye dayanmanın da bir sınırı var zira Washington enerjisini Ukrayna savaşını finanse etmeye yönlendirmiş görünüyor.

Yeni Soğuk Savaş döneminin ayırt edici özellikleri arasında öne çıkan hususlar arasında (i) büyük güç rekabetinde artık ideolojinin yerinin olmaması ve (ii) ABD-Rusya-Çin gibi rakip aktörleri arasında ortaya çıkan sıklet farkıdır. Bilindiği gibi, Soğuk Savaş döneminde iki katı kutuplu dönemde, ABD-Rusya rekabetinde Çin Halk Cumhuriyeti Batı tarafından özellikle 1950'lerden sonra algılanan bütüncül komünist tehdidin bir parçası olarak görülmüş ve bu bağlamda Moskova'ya kıyasla daha sınırlı ve küçük (junior) bir tehdit olarak değerlendirilmişti. Bugün ise, özellikle ABD tarafındaki bu algı tamamen ve radikal bir biçimde değişmiştir. Bunun en önemli sebebi 1990'lardan sonra iktisadi ve askeri olarak Çin'in hızla yükselmesidir. Bugünkü jeopolitik görünümünde, ABD'nin zorlayıcı tehdit olarak tanımladığı rakipleri arasında Çin ile Rusya yer değiştirmiş ve Rusya şimdi Washington için daha sınırlı ve küçük bir aktör olarak kabul edilmiştir. Dolayısıyla Ukrayna'da küçük rakip sorununu halletmek için ABD'nin elinde esneklik var ama Çin Asya'da ve Afrika'da beklerken fazla zaman yok.

Demir perdeyi beklerken

Bir diğer kesim ise, taban tabana zıt bir başka görüşle sahneye çıkıyor. Onlara göre Soğuk Savaş hiç bitmemişti, aktörler bitmiş olduğuna birbirlerini inandırmak istediler ama sonuçta her şey aslına rücu etti. Bu görüşe göre Ukrayna savaşı mesela bir Kore Savaşı ile rahatlıkla kıyaslanabilir. Batı'ya yeni sorumluluklar yükledi aynı Kore Savaşı'nda olduğu gibi. Dolayısıyla bir demir perde çok yakında Avrupa'ya yeniden inecek ve bütün tampon bölgelerin varlığını anlamsızlaştıracak.

Şimdilik bu üç farklı kesimin ortak noktası bir tür büyük güç rekabetine geri döndüğümüz ve Rusya'nın bu rekabette "meydan okuyucu" olarak çıktığı gerçeği. Tam olarak bir mini Soğuk Savaş ile mi yoksa eski Soğuk Savaş'ın devamı ile mi karşı karşıya kaldığımızı bilemediğimizden bazı "kırmızı çizgiler" bu yeni rekabette önem kazanıyor.

Rekabet ve kırmızı çizgiler

Bizim, kanımızca büyük güç rekabeti ilk kez Doğu Akdeniz'de Rusya'nın arka kapıdan Ortadoğu'ya geri dönüşü ile yani Suriye'ye 2015 yılında gerçekleştirdiği müdahale ile başladı. Bu rekabet Avrupa /Trans-Atlantik alanın çevresinde Moskova'nın sınırlandırılması için yola çıkanların tam başarılı olmadığını da gösteriyordu. Rusya'nın Avrupa'ya yönelik Ukrayna Savaşı ile giriştiği sınırlı ama çok önemli saldırı, Moskova'nın Avrupa çerçevesinde elde ettiği alanlardan duyduğu memnuniyeti mi yoksa bu alanların giderek maliyetli hale gelmesi gerçeğini mi yansıtıyor burada da hala belirsizlik var. Ancak Rusya 24 Şubat kararını vererek, Batı'ya Moskova karşısında ortak bir siyaset geliştirme yolunu da açtı. ABD ve onun arkasına takılmış olan AB, Ukrayna Savaşı aracılığıyla bir yandan Moskova'nın Arktik 'ten Suriye'ye kadar uzanan sahadaki alan kapatma kapasitesini sınırlamayı hedeflerken diğer yandan uyguladıkları yıpratma savaşı taktiğiyle Rusya'nın iktisadi olarak küçülmesini amaçlamaktadırlar. Nitekim ABD Savunma Bakanı Sullivan da bir konuşmasında, ABD'nin Ukrayna Savaşındaki hedefinin Moskova'nın azami derecede yıpratılması sonucu Rusya'nın bir daha komşularına tehdit olmamasını sağlamak olduğunu ilan etti. Söz konusu Ukrayna Savaşı nedeniyle Avrupa kıtasında karşı karşıya gelen ABD/AB ile Rusya'nın sürdürdükleri yeni güç rekabetinde tarafların şimdilik karşılıklı olarak bazı kırmızı çizgilerin aşılmamasına özen gösterdikleri görülmektedir. Bu bağlamda, Batılılar savaş sırasında Ukrayna'nın bağımsızlığının sağlanması adına Zelensky hükümetine siyasi ve askeri destek verdiklerini iddia ederken ABD/AB NATO askerlerinin Ukrayna'ya gönderilmemesi hususuna dikkat ederek Moskova ile doğrudan bir çatışma riskini bertaraf etmek istemekteler. Benzer şekilde, Rusya da NATO üyesi olan ülkelere yönelik bir saldırıdan kaçınarak Batı ile doğrudan karşı karşıya gelmekten imtina etmektedir. ABD/AB'nin Ukrayna'da Savaşı'nda Zelensky Hükümetine askeri ve siyasi olarak destek sağlayarak sahada devam ettirdiği vekalet savaşı ile Moskova'yı Avrupa'daki Ukrayna Savaşı öncesi eski sınırlarına dönmek için zorladığı görülmektedir.

Batılılar böylece, 1990'lar sonrası kurulan Avrupa güvenlik mimarisinin Rus saldırısı sonrası uğradığı kayıplarını ilave tedbirlerle-NATO'nun genişlemesi, İttifak ülkesi topraklarına asker ve silah konuşlandırarak ve benzeri önlemlerle-telafi edilebilmek için NATO çerçevesinde yeni caydırıcı unsurlara başvurmaktadır. Ancak, Moskova'ya karşı uygulanan tüm iktisadi yaptırımlara rağmen Ukrayna askeri kuvvetleri bugünün saha koşullarında Rusya'yı Donbass'ta sürdürdüğü mücadelesinden vazgeçirememiştir. Sonuçta, bugün Batı'nın sürdürdüğü Ukrayna yıpratma savaşı henüz beklenilen neticeyi vermediği için Finlandiya ve İsveç bir an evvel NATO'ya girmek için çaba sarf etmektedir. Ancak NATO caydırıcılığının bir kırmızı çizgi olarak yorumlanması da sonsuza dek sürmeyebilir. Trans-Atlantik dünyada diyalog artsa da bazı belirsizliklerin önü henüz kesilmedi.

Transatlantik ve iki belirsizlik

İlk belirsizlik Trump korkusunun bir yansıması. ABD halkı geçmişte Trump'ın dış politika vizyonunu Beyaz Saray'a taşımıştı. Trump da hiç zaman kaybetmemiş tüm müttefiklerini hırsızlıkla suçlamış, ABD'nin küresel sorumluluklarının bir kısmından çekilmiş ve bol bol Putin'i övmüştü. Gerçi Rusya'yı överken INF yani Avrupa Orta Menzilli Füze Anlaşmasının da dibine kibrit suyu dökmüştü. ABD'nin gelecekteki Başkanının Trump yanlısı olup olmaması ve bu yeni Başkan'ın özellikle Avrupa güvenliği konusundaki duruşu Avrupa güvenlik mimarisinin dönüşümünde ciddi ve önemli bir fark yaratacaktır. Dolayısıyla, AB'nin NATO ile ilişkilerinin gelecekteki ABD Başkanının olası tutumundan ciddi bir biçimde etkilenmesi söz konusu olacağından Washington'un peşine takılarak Ukrayna Savaşı nedeniyle üstlendiği çeşitli maliyetlerin ileride heba olması gibi önemli bir soru Brüksel'in önünde durmaktadır. Benzeri bir risk İsveç ve Finlandiya'nın olası üyeliği durumunda Kuzey Avrupa'dan Baltıklara inen Rusya-NATO sınırı için de söz konusudur. Bu sınırın Rusya için bir tırmandırma, NATO için bir caydırma sınırı olacağı görülüyor. ABD'nin dış politikasının yönünü değiştirebileceği bir gelecekte soğuk Kuzey ormanlarını korumak Trump döneminde "hırsız" ve "beleşçi" (free-rider) gibi sıfatlarla tanımlanan müttefiklere kalabilir. Bu noktada Türkiye'nin NATO'nun en büyük konvansiyonel gücü olduğu ve NATO sorumlulukları açısından bu kötü sıfatlarla adlandırılmadığını unutmayalım. Ama bu birden bire Türkiye'nin NATO kuvvet yapılanması içerisinde Kuzey Avrupa'da sorumluluklarla karşı karşıya kalması sonucunu da doğurabilir.

Avrupa'nın Ukrayna Savaşı nedeniyle ödemeye başladığı maliyetlerin bir başka olumsuz sonucu kendini Brüksel'in enerji ve askeri özerklik planlarının uygulanması aşamasında gösterebilir. Örneğin, AB'nin halihazırda Rus gaz ve petrolüne olan bağımlılığını gidermek için attığı ambargo ve kaynak çeşitlendirme adımları Brüksel'in Yeşil Mutabakat ve İklim Konferansı- COP26- hedefleri vesilesiyle planladığı hedeflerin gerisine düşmesine neden olabilir. Gene, Avrupa caydırıcılığında NATO'nun Ukrayna Savaşı ile Avrupa güvenliğinin merkezi olarak öne çıkmış olması, Brüksel'in yakın gelecekte Stratejik Pusulasında ilan etmiş olduğu özerklik hedeflerini tamamlamamasına neden olabilir.

Yeni stratejik kavrama doğru

Soğuk Savaş sonrası, değişen güvenlik algılamaları nedeniyle NATO her on yılda bir yeni bir yol haritasını belirleyen stratejik kavram belgesi yayınladı. Böylece, İttifak (i) caydırıcılık ve savunma, (ii) işbirlikçi güvenlik ve (iii) kriz yönetimine dayanan üç ayaklı bir stratejiyi uygulamaya koydu. Soğuk Savaş sonrası dönemde, Soğuk Savaştan farklı olarak beşinci madde yanı sıra İttifak'ın beşinci madde dışındaki risk ve tehditlerle baş etme stratejisinde yani caydırıcılık ve savunma alanının dışındaki görevlerde- özellikle NATO üyesi olmayan ortaklarla işbirliği oldukça önem kazandı. Bu nedenle İttifak içinde Kırım'ın ilhakına kadar olan süreçte Rusya'nın NATO'daki varlığı ve onunla çeşitli güvenlik konularında yapılan işbirlikleri vazgeçilmez değerde önemli sayıldı. Hatta bu dönemde NATO-Moskova ilişkileri Rusya'ya öncelik politikası olarak lanse edildi. Sovyetler Birliği'nin Batı tarafından mağlup edilmesi sonucu Soğuk Savaş bitince, Batı'da bir süre hâkim olan beklenti Moskova, Pekin ve Tahran'ın liberal Dünya düzenine angaje edilmeleriyle zaman içinde bu ülkelerin Batı kaynaklı liberal düzeni benimseyecekleri yönündeydi. John Meirsheimer gibi uluslararası ilişkiler alanındaki bazı uzmanlarının haklı eleştirilerine rağmen bu naif görüşe göre, Batı normlarının yaygın olacağı bir Dünya düzeninin hâkim olması pekâlâ mümkündü. Ancak, bilindiği üzere bu beklenti gerçekleşmedi ve tam tersine adı geçen bu ülkeler zamanla revizyonist politikalarını uygulamaya hız verdiler. Günümüzde, gelinen noktada Batılılar şimdi başta NATO'da olmak üzere Rusya ve Çin'i uluslararası düzeni zorlayan ve hatta değiştirmeye meyilli aktörler olarak görmekte.

Türkiye'nin haklı talebi

Bu nedenle, 29 Haziran Madrid Zirvesi'nde NATO'nun on yıllık yol haritasının belirleneceği Stratejik Kavramda İttifak'ın Moskova ve Pekin'i zorlayıcı aktör ve hatta İttifak'ın varlığına tehdit olarak ilan etmesi büyük bir olasılıktır. Böylece, İttifak'ın caydırıcılığının ve özellikle de Moskova'dan tehdit algılayan Doğu Kanadının güçlendirilmesine daha fazla odaklanacağı kesindir. İttifak'ın halihazırda doğusunda ve güneyinde yer alan ülkelerin güvenlik algılamaları arasında ciddi farklar olduğu da bir gerçek. Ancak, günümüz güvenlik koşullarında NATO'nun bu yeni yol haritasında söz konusu tüm üye ülkelerin algıladıkları tehditlere eş anlı ve dolayısıyla bütüncül bir yanıt verilmesi artık bir zorunluluktur. Bu bağlamada, Türkiye'nin özellikle muhatap olduğu PKK, PYD gibi terör örgütleri kaynaklı tehdidin ortadan kaldırılması müttefiklik ilişkilerinin vazgeçilemez bir gerekliliğidir. Bu nedenle, Ankara İsveç ve Finlandiya gibi ülkelerin NATO üyesi olarak kendilerine yönelik olası bir Rus saldırısının bertaraf etmek isterken bu ülkelerin güvenliklerini tedarik ederken bunu Türkiye'nin güvensizliği adına gerçekleştirmelerine itiraz etmektedir. Bilindiği gibi Ankara'nın bu iki ülkeden talebi (i) öncelikli olarak Ankara'nın güvenliğine tehdit yaratan PKK, PYD, FETÖ gibi terör gruplarına verdikleri desteği kesmeleri, (ii) gene bu ülkelerin Ankara'ya yönelik uygulamakta oldukları silah ambargosunu kaldırmalarıdır. Türkiye şimdilik bu taleplerinin yerine getirilmesinin şart olduğunu aksi takdirde bu iki ülkenin NATO üyelik başvurularını onaylamayacağını ifade etmiştir. Ukrayna Savaşı ya korkutucu ve tırmanma riski ile dolu bir mini savaş olarak kalacak, ya daha henüz cezalandırma stratejilerinin sınırları bilinmeyen bir yeni Soğuk Savaş olacak ya da Avrupa'da yeni bir demir perde ile yaşayacağız. Bu arada bir şekilde ABD, Çin'i de rakip, tehdit ya da rahatsız edici güç olarak etiketleyecek. Bu senaryoların hepsi Türkiye dahil tüm müttefiklere yeni riskler ve maliyetler getiriyor. Bu ortamda NATO'nun güvenliğinin bölünmezliğinden kimsenin şüphesi olmamalı. Türkiye'nin de aslında temel talebi budur.

[email protected]