Toplum mühendisliği ile ulus inşaa etmek

Ali Osman Sezer / Zonguldak Bülent Ecevit Üniversitesi
20.08.2021

Amerika'nın Afganistan'dan adeta kaçışıyla sonuçlanan yirmi yıllık macerasına ilişkin, dünya kumuoyuna savunma niteliğindeki konuşmasında Biden, Afganistan'da bir ulus yaratmaya çalışmadıklarını ifade ediyor. Bu ifade emperyalizmin orada bulunmasının ana vurgusuna ve ulus kavramının gerçek anlamına dair önemli ipuçları barındırıyor.


Toplum mühendisliği ile ulus inşaa etmek

Ali Osman Sezer / Zonguldak Bülent Ecevit Üniversitesi

Bir düşünce sisteminin veya inancın dayatma yetkisi ile donatılmış ideolojik devletin önceliği, belirlediği hedefleri yaşayacak ve yaşatacak bir ulus inşaa etmektir. İdealize edilen bu yapı her ne kadar ulus – devlet olarak ifade edilse de bir devlet – ulus yapısıdır. Sert veya yumuşak yöntemler üzerinden farklılıklar görülse de bu devletin amacı kendi belirlediği prensipler doğrultusunda bir toplum yaratmaktır.

Hakkın çoğullanması ile sistematize edilen hukuk inşaası, hakkın mahiyetini belirleme yetkisiyle başlar. Bu yetkinin öznesinin kim olduğuna göre ortaya çıkan süreçlerde devlet, millet veya ulus kimlikleri şekillenir. Modern ulus devlet teorisinde devleti ve devlet eliyle inşaa edilen ulusun temel unsuru, kurucu babalar olarak kavramsallaşır. Modern dönemin devlet yapısı devleti, kurucu baba aklı ile inşaa edilen bir özne olarak tasavvur eder ve ulus, devleti inşaa eden bu aklın, hukukun kaynağı egemenliğe dair paydaşlığın rızası süreçlerinde ortaya çıkar. Bu açıdan modern devletler, aklın ve deneyimlerin birikimiyle sentezlenen değerlerden çok kurucu babaların pozitif aklının, devlet ve bu devletin hukuku çerçevesinde ulus inşasıyla somutlaşır. İnanca dayalı yaşamsallığın deneyimlerini kenara itip ideolojik aklı öne çıkartan bu devlet yapıları, her ikisinin de pozitivist algıda buluştuğu kapitalist ve sosyalist skalada şekillenmiş statülerdir. Devleti üreten aklın devletle mündemiç olduğu bu yapı, Latince ifadeyle tüm yaşamsallığın merkezinde bir statustur.

Bağımsız ve dayatmacı

İdeolojik devletin en önemli sorunu, toplumdan bağımsız ve yabancı olmasına karşın her şeyi, herkesi kendisine bağlamaya çalışan dayatmacılığıdır. Bu açıdan ideolojik tüm devrimler sonrası devlet ve toplum arasında büyük gerilimler yaşanır. Danton'a atfedilen, "her devrim kendi çocuklarını yer" sözü devrimler sonucu kurulan devlet ideolojisi ile o andaki toplum arasındaki farklılığa dayalı çatışma ortamını ima ediyor. Zamanla, hukuki bir organizasyon olarak kurulan bu devletin, yasal ortamında normalleşen normlarla toplum ve devlet ilişkisi de normalleşmeye başlar. İnsanın her şeye dönüşebilme kabiliyeti, ideolojilerin ve buna dayalı toplum mühendisliğinin en önemli hareket noktasıdır. İdeolojik devletin ürettiği yasallık ile güç kullanma tekelini elinde bulunduran vasfı, toplum mühendisliğinin hareket ve güç kaynağıdır. Toplum mühendisliği bir ülkenin kendi dinamikleri ile uygulanabileceği gibi daha çok sömürgeciliğin uzantısı olarak bir ülkenin toplumunu sömürgeci iradenin menfaatlerine uygun hale getirecek işbirlikçiler eliyle de ortaya çıkar. Bunun her zaman başarıya ulaştığı söylenemez. Amerika'nın Afganistan'dan adeta kaçışıyla sonuçlanan yirmi yıllık macerasına ilişkin, dünya kumuoyuna savunma niteliğindeki konuşmasında Biden, Afganistan'da bir ulus yaratmaya çalışmadıklarını ifade ediyor. Bu ifade emperyalizmin orada bulunmasının ana vurgusuna ve ulus(paydaş) kavramının gerçek anlamına dair önemli ipuçları barındırıyor.

Mobilize demokrasi

Millet olarak özneleşmiş değerler sistemini mücadele alanı olarak belirleyen bu mühendisliğin, kendine uygun bir toplum yaratma hedefindeki sloganı akıl ve bilimdir. Örneğin başörtüsünü akıl ve bilim dışı bulup, alkol almayı akıl ve bilimle savunabilen bu irade, akıl ve bilimi bağlamından kopartarak ideolojik malzeme olarak kullanabiliyor. Böyle bir ortamda bilim, akılla ifadesi mümkün olmayacak ideolojik düsturları tasdik edip doğrulayan kutsal bir makama dönüşmüştür. Bilimi mutlaklaştırıp bu mutlaktan alınan referanslarla hareket eden ideolojik devlet, statü belirleyen kutsal bir kiliseye dönüşmüştür. Karl Popper ise bilimsel bilgiyi yanlışlanabilir olmasına bağlar. Bu bağlamda, Galileo'nun mevcut bilgiyi yanlışlayan keşfi ile kilise devletinin devreye girmesinde böyle bir devlet yapısı için bilimin ne anlam ifade ettiğini görüyoruz. İdeolojik devletin de kendisini yanlışlayan fikirlere karşı tavrı aynıdır. Bu anlamda kilise örgütlenmesi ve ideolojik devlet örgütlenmesi kurtarıcıya iman ve mutlaklık bağlamında kutsal(dokunulmaz) karakterleri ile benzerlik arz ediyor. Bu devlet yapısı Latince değişmez ve değiştirilemez kutsal bir varlığı ifade eden status iken, bizdeki anlamı ile devlet, millet iradesi ile değişip dönüşen ve bu irade doğrultusunda değiştirip dönüştüren bir aygıttır. Bu açıdan status karşısında, devlet kavramına sahip toplumlar bu aygıtın millet iradesine bağlı değişim ve dönüşüm gerçekleştirme yapısı ile demokratik devlet anlayışıyla daha uyumludur. Ortadoğuda demokratik süreçlere emperyalist odaklı darbelerle müdahale edilme gerekçesi olan cumhuriyeti ve demokrasiyi koruma söylemi, gerçekte demokrasiyi önleyip emperyalizmin çıkarlarını tesis etme yöntemi olarak halkla hiçbir bağı olmayan, getirilip görülebilen ve toplumu emperyalizmin hizmetine sürükleyen 'mobilize demokrasinin' tesisinden başka bir şey değildir.

Toplum mühendisliğinin önündeki en büyük zorluk, nesnesi görerek şekil vermeye çalıştığı toplumun, değerlerle millet haline ulaşmış halidir. Millet olma haline ulaşamayan toplumlarda daha kolay ve çabuk sonuç alınırken, millet olmuş toplumları dönüştürmek zor ve çoğu zaman da sonuçsuz kalabiliyor. Emperyalizmin sömürü politikalarına geçit verecek bir hak anlayışıyla dizayn edilen devletler özneleştirilmiş özneler olarak devlet vasfı kazandılar. Bu özneleştirilmiş öznelik, sömürgeci hegemonyanın iradesi doğrultusunda kendi halkını idare etme yetkisi ile donatılmıştır. Bu iradeyi cari kılan hak anlayışı, gücün üstünlüğünü meşrulaştıran materyalist kaide üzerinde doğal hak anlayışına dayanır. Büyük balık küçük balığı yutar paradigmasına dayalı doğal hak anlayışı, adaleti, besin zinciri temelinde doğal seleksiyon sistemi ile savunur. Bu sistem hayvanlar dünyasının tabiatını, onların aralarındaki dengeyi bile görmezden gelerek, sadece güçlünün zayıfa olan üstünlüğünü, insanlararası ilişkide hegemonik hiyerarşik kopyalamaya dayanır. Oysa insan, tabiatta en çok kendi türünü yok eder, ancak bu durum besin zinciri içinde açıklanamaz.

Modern çağın cari inancı

Kapitalist ve Marksist sistem farklı yorumları olsa da aynı kaidenin üzerinde var olmak kadar fark ve benzerlikler taşıyor. Marksizmin devletsiz toplum ideali ile doğal hak anlayışı, doğa durumunda insan tasavvuru ile benzeşir. Kapitalizm bunu doğal hak anlayışına uygun ürettiği hukukla kurduğu devlet idaresinde gerçekleştirirken, Marksist ütopya için bu aşama, devletsiz olarak gerçekleşecek bir hedeftir. Kapitalist materyalizm, gücün sahipliği için inançlar dahil her şeyi malzeme olarak kullanırken, Marksizm onun bu avantajını dini afyon ilan ederek nötralize etmeye çalışır. Ancak Marks'ın afyon olarak ilan ettiği bu din tasavvuru meta ve güç sahibi olmaya odaklı dinleri bile istismar eden inaçları kastederken, materyalist insan tasavvuru marksizmi de bu dinlerin arasına katmıştır. Kapitalizmin ve Marksizmin tüm dünyayı etkisi altına alan ve değer anlayışını meta boyutuna indirgeyen iki din olarak, pozitif olup olmadığı hiç tartışılmayan kendinden menkul bu aklın dünyasını yarattılar. Artık bu dünyanın değerleri, meta ve onun itibari değeri olan paranın çokluğu ile ölçülen bir inanç sistemine dönüşmüştür. Auguste Comt'un ilmihalini yazdığı, hatta tanzimatın önde gelen mimarlarından Mustafa Reşit Paşa'yı davet ettiği bir inanç olan pozitivizm, dokunduklarının çok azının bu potada metaya dönüşmekten kurtulabildiği, modern çağın cari inanç sistemidir. Bu sistemin, büyük olanın küçük olanı yutmayı doğal hak gören inanç yapısında merhamet kavramı anlamsızlaşır veya hiçbir işe yaramayan kuru bir acıma duygusundan başka bir anlam ifade etmez. Kendisini asil insan gören pozitivist inancın taraftarları, güçlerini tahkim edecek şekle sokamadıkları hiç kimseye geçit vermeyen kapılarla dizayn edilmiş bir dünya tanzim etti. Kimlerin hangi kapıdan nereye nasıl geçebileceğini, nerede ne veya kim olabileceğini belirleyen statülere ilişkin nizamnameler ise hak ve hukuk kuralı olarak tedavüle girdi.

Karl Popper ilk kez ortaya koyduğu toplum mühendisliği kavramını pozitivizmin eleştirisine dair bir kavram olarak üretmiştir. Bu eleştirel kavram, insanın mühendisliğin nesnesine indirgenmesine ilişin bir itirazdır. Maddi olanla sınırlanmış varlık tasavvuruna dayalı pozitivist inancın anlam tasavvurunda, maddenin anlamı sahip olmaya dayalı güçtür ve bu ortamda, kendisinden olmayanların var olma hakkı ise bu gücü elinde tutanları "sahip" olarak tanımak ve onlara itaat etmektir. Maddi gücün üstünlüğüne dayalı bu inanç sistemi, Huntington'un ifadesi ile "gücünün zirvesinde ve dünyanın geri kalanının kendisine eklemleneceği" adeta kudretinden sual olunamaz bir tanrı gibi, taliplerini cezbeden Batı medeniyetidir. Günümüz savaşları da emperyalizmin kendine eklemlenmeyi kabul etmeyen coğrafyalarda, ya doğrudan ya da taşeronları vasıtası ile böyle bir "medeniyetin" işgal hareketi olarak gerçekleşiyor. Bu medeniyetin mekanı materyalist ontoloji ve onu pekiştiren epistemik anlam dünyasıdır. Ve elbette burada insanın anlamı da bu mekanın imkanları kadar mümkün oluyor.

[email protected]