Felsefenin sınırlı kavranışını ortaya koyan egemen bakış açısına itiraz eden Teoman Duralı, nehir söyleşisinde bu süreçte yaşananları özetler. Derinliğini öne çıkardığı Gazali ile birlikte Lenin'e özel bir önem atfetmesi ise Duralı ile İslam felsefesi çalışmalarında Gazali'yi "İslam filozoflarının en moderni" kabul eden Hilmi Ziya Ülken'in eserlerine yansıyan tasavvur arasında bir bağ kurmayı mümkün kılabilir.
Asım Öz / Yazar
Felsefe-bilim, Türkiye'deki felsefe incelemelerinde genellikle kullanılmayan, yeni yeni yaygınlık kazanan ve merhum Teoman Duralı ile özdeş görülebilecek bir tabirdir. Bu tabirin kullanımının sınırlılığı bir yana onun felsefe-bilim odaklı düşüncelerinin dünyadaki gelişmeler ve Türkiye'deki dönüşümler çerçevesinde anlamlandırılması gerekir. Nitekim Duralı, hayatı hakkında değerlendirmeler yaparken 1940'ların, 50'lerin, 60'ların Türkiye'sinde dünyaya gelmesiyle felsefeyi seçişi arasında bir bağ kurmaktadır. Her şeyden önce hayatına, yazdıklarına, söyleşilerine eğildikçe gerçekten farklı bir felsefeci görüyoruz. Hepimizin gelip geçtiği çocukluk yolunu, denizle ilişkisini, babasını, kendisini felsefeye yönelten lise öğretmenini, Rızapaşa Yokuşu'ndaki kitapçı dükkânını uzaklardan hasretle yâd eder. Türk entelektüel kamuoyunun aşina olduğu kurumların yanı sıra müstesna sıfatını hak eden isimleri de zikrettiği hatırlanabilir.
Eserlerine dönük sınırlı ilgi
Özel yaşantısı en az akademik dünyası kadar dikkat çekici olan Teoman Duralı, arkasında önemli kırılmaların yaşandığı 1960'ların ikinci yarısından itibaren anlam kazanan zorlu seçimleriyle doğrudan bağlantılı hayli kitap, makale ve çalışma bıraktı. Ancak hayatına baktığımızda, onu birçok felsefeciden farklı bir yerde konumlandırmamızı gerektiren şaşırtıcı bir çeşitlilikle karşılaşırız. Öte yandan vefatının ardından yazılanların önemli bir kısmında da görüleceği üzere eserlerine dönük ilgi, 2000'li yılların öncelikleri çerçevesinde şekillenmiş, kitaplarından sadece birkaçı üzerinde durulmuştur. Yeni okumalara, yeni sorgulamalara yönelttiği için çok iddialı bulunan Çağdaş İngiliz-Yahudi Medeniyeti (1996), İslamcılık eleştirisini de ihtiva eden Omurgasızlaştırılmış Türklük (2010) çalışmaları geniş ölçüde ilgi görürken, külliyatının felsefe-bilim odaklı kısmı ortalama Türk okurunun gündemine girmeyi başaramamıştır.
Yine aynı şekilde dilinin kudretini de gösteren Hayatın Anatomisi (2018) ile daha erken tarihli "ruhunu kaybeden beden çağının felsefece teşhirini yapan" Sorun Çağının Anatomisi (2009) gibi metinlerine merakın yetersiz kaldığı görülmektedir. Yazılı ve sözlü söyleşilerinde ise Duralı'nın İngiliz-Yahudi medeniyeti, sermayecilik, ideolojiler, felsefe, filozoflar, kültür, eğitim, hümanizm, din, ahlak, alfabe değişikliği, Türklük gibi konulara dikkat çektiğini söylemek mümkün. 2019'da Rıhle dergisinin 10'uncu sayısında yayımlanan uzun söyleşisi İsmet Özel'in Kalın Türk (2006) kitabıyla kendisinin Omurgasızlaştırılmış Türklük eserini karşılaştıran bir soruya verdiği cevabı da içermesi bakımından, etki tartışmalarına ihtiyatla yaklaşmayı gerekli kılmaktadır.
Şiir ile felsefe-bilim ilişkisi
Teoman Duralı'nın hocası Sina Kabaağaç'ın hatırasına İstanbul Üniversitesi Latin Dili ve Edebiyatı kürsüsünün Çiğdem Dürüşken yönetiminde her yıl düzenlediği anma toplantısında 28 Nisan 2007'de sunduğu ve tam metni aynı yıl Kutadgubilig dergisinde neşredilen "Şiir" başlıklı çalışması ise neredeyse hiç dikkat çekmemiştir. Şiir ile felsefe-bilim ilişkisini Yahya Kemal, Şeyh Galip, Yunus Emre, Fuzuli, Lorca, Nâzım Hikmet, Novalis, Neruda gibi şairler üzerinden ele alan metinle şiirleri üzerinde durmak Duralı'nın iç içe geçen farklı ilgilerinin anlaşılması bakımından kritik önem taşımaktadır. Bu bakımdan birkaç düzyazısıyla şiirlerini içeren Deniz ve Kâşiflik (2011) kitabı bakış açısının ve zihniyetinin anlaşılması açısından önemle tahlil edilmesi gereken bir eser olarak eleştirmenlerin ve felsefecilerin tecessüsünü uyandırmak durumundadır.
Bir kuşak tutkuyla okumuştu
Burada bir noktaya daha dikkat çekmek bütünlüklü bir Teoman Duralı okuması yapma sürecine katkı sunabilir. Bir kuşağın tutku ve heyecanla okuduğu Çağdaş İngiliz-Yahudi Medeniyeti kitabının yazılma süreci göz ardı edilmeyecek derecede önemlidir. Çünkü çalışma sadece bir düzeni tanıtmakla, sunmakla yetinmeyip, sorduğu sorularla okuru da tartışmaya dâhil ediyor. Duralı, Muhammed Nakib El-Attas'la da tanışmasını mümkün kılacak olan 1992'de başlayan Malezya serüveninde medeniyet meselesine odaklandığını hem özel yaşantısına hem de teorik ve akademik dünyasına ışık tutan Öyle Geçer ki Zaman (2020) adlı nehir söyleşisinde fazla detaylandırmadan anlatır. Kuala Lumpur'daki İslam Üniversitesinde, medeniyetin tarifi ve tarihi üzerine yaptığı konuşmaların ardından, günümüz medeniyetinin İngiliz-Yahudi küresel medeniyeti şeklinde adlandırılmasının daha doğru olduğunu ileri sürer. Malezya'da tamamladığı kitabı aynı adla 1996'da Türkiye'de yayımlanır. Herakleitos'ten "Savaş, her şeyin, herkesin atasıdır, hakanıdır." alıntısıyla başlayan çalışma, bir yönüyle Duralı'nın ömrünün son yıllarında vermek istediği savaş felsefesi derslerini hatırlatır. Başta gelen özelliği çağımızın küreselleştirilen medeniyetinin kaynaklarını, boyutlarını ve sorunlarını belirgin kılmak olan eserin adı genişletilmiş ikinci baskısında Çağdaş Küresel Medeniyet'e, sonraki baskılarında ise tekrar ilk hâline dönüşecektir. Kitabın etkisini gösteren en çarpıcı olaylardan biri, müellifin çağrıldığı medeniyet konulu uluslararası bir toplantıdan bu eseri yüzünden dışarıda tutulmasıdır. Hâlbuki Duralı kitabın daha girişinde, çalışmanın adında geçen ve meselesini işaret eden İngiliz -Yahudi terimlerinin belli kavimlere veya din topluluklarına dönük olmadığını belirtme gereği duymuştur. Kastettiğinin bahsedilen kavimlerden çıkıp, gelişmiş kültür yapıları ve bunların çağdaş hayat ile dünyaya etkilerinin incelenmesine matuf olduğunu, ırkçı, kavmiyetçi veya bunlarla aynı düzlemde değerlendirilebilecek antisemitizmle ilgisinin bulunmadığını açıklamıştı.
Dil hassasiyeti
Teoman Duralı'nın düşüncelerinin siyasi ve güncel boyutuna odaklanıldığında 2000 sonrası düşünce ortamını belli boyutlarda etkilediği, bazı aydınların onun düşüncelerine kısmen yakınlaştığı gözlemlenebilir. Oysa kendisine klasik İslâm düşünce mirasını temel alan ve felsefi kültür inşasına katkıda bulunmak iddiasını taşıyan Kutadgubilig dergisi çerçevesinde yaptıklarından bahsetmek onun felsefeci kimliğinin belirgin kılınması bakımından daha gerçekçi tespitler yapmanın yolunu açabilecektir. Başka hususların yanında özgünlüğü ve felsefe-bilim ciddiyetini merkezine yerleştiren derginin, yaygın okuma kültürü açısından nazarıitibara alınmaması yayının, felsefe-bilime yaklaşımının kapsamlılığındandır. Türkiye'nin önüne geniş bir felsefe-bilim platformu açan derginin, varlık ile bilgi öğretileri, bilim teorisi, ahlak, dil, din, tarih ile toplum araştırmalarına; mantık ile matematik çalışmalarına ve fizik, astronomi, yer bilimleri, kimya ve biyoloji odaklı bilim incelemelerine yer verdiğini fark etmek gerekmektedir. Varlığını Duralı ile bağlantılı gören entelektüellerin bunun farkında olmamaları ise memleketin sayısız trajikomik durumundan sadece biridir.
Teoman Duralı'nın çalışmaları üzerinde dururken çocukluktan itibaren Türk diline özel bir ilgisinin bulunduğu dikkate alınarak bazı değerlendirmeler yapılabilir. Bunun daha çok popüler mecralarda dile getirdiği alfabe değişikliği eksenli yorumlarının ötesine uzanan boyutları vardır. Tutmadığı Cumhuriyet Türkçesi'ni Akşit Göktürk'le beraber en iyi kullandığını belirttiği "solun solundaki" Memet Fuat'a dair anlattıkları tutumunun can alıcı alametifarikalarından birini gösterir. Yeni Dergi için yaptığı tercümeleri götürdüğü Memet Fuat, eski kelimeleri kullandığı için onun dilini beğenmediğini ifade etmiştir mesela. Duralı'nın duygu ve düşünceyi dil aracılığıyla dışa vurmanın ötesinde kişinin yurdunu dili gören bir bakış açısı söz konusudur. Bunun en belirgin yanı Çağdaş İngiliz-Yahudi Medeniyeti kitabının girişinde çalışma boyunca kullanılan ve önerilen özgül deyim, deyiş ile terimlere ilişkin açıklamalarıdır. Onun 2013 yılında yayımlanan Kutadgubilig Felsefe-Bilim Sözlüğü, felsefe ile bilimlere Türkçedeki belli başlı terimleri sıralayarak bunların anlamlarını tarif etmeyi amaçlar. Ayrıca Arapça, Farsça, Yunanca, Latince, Fransızca, İtalyanca, İspanyolca, İngilizce, Almanca ile Rusça, zaman zaman da Osmanlı Türkçesi gibi dünyanın başta gelen büyük kültür dillerindeki karşılıklarını bildirmeyi gaye edinir. Meselenin bütününü kavramayı mümkün kılan sözlük çalışması merkeze alındığında yerleşiklik kazanan birtakım kanaatler aşılabilecek, daha kapsamlı değerlendirmeler yapılabilecektir. Böylece Duralı'nın yıllara yayılan felsefe-bilim serüveninin süreklilik arz eden veya farklılık gösteren boyutları göz ardı edilemeyecektir. Son yıllarda birkaç çalışması İngilizce olarak basılsa da Duralı, Malezya'da bulunduğu yıllarda pek çok kişi yanında "başhocam" mertebesine yerleştirdiği Muhammed Nakib El-Attas kendisine "yazık ediyorsun İngilizce yazmamakla, kendini Türkçeye gömdün" dese de memleketine borcunu ödeme şeklinin en başında Türkçe yazmanın geldiğini düşündüğü için hiçbir ecnebi dilde yazmamıştır. Muhtemelen meselenin bu yönü eserlerinin daha ayrıntılı okunması bilhassa da akademik serencamına ışık tutacak başka hatıraların yayımlanmasıyla açıklık kazanacaktır.
Türkiye'de İslam felsefesi alanının varlık kazanma şartlarına ilişkin birtakım genel tespitlerde bulunmak bakımından 1960 sonrası süreç büyük önem taşıyor. Entelektüel hayatımıza hâkim olan felsefe telakkisinin neredeyse tümü itibarıyla aydınlanmacı, pozitivist ve ikincisinin güdümündeki Marksizm tarafından şekillendirilmesi İslam felsefesinin dışlanmasına yol açmıştır. Yakından tanıyanlar bilir, Teoman Duralı lise yıllarından itibaren yazılarını okuduğu Nermi Uygur'a talebe olmak için 1968 yılının Ekim ayında İstanbul Üniversitesi Felsefe Bölümünde başlayan öğrenimiyle birlikte neredeyse hayatının sonuna kadar izleyeceği güzergâh da belirmiştir. Duralı'nın Türkiye gerçekliğinde ortaya çıkan tartışmalara uzak durmadığının fark edilmesi gereken göstergelerinden biri İslam felsefesi öğrenimini önemsemesidir. Bunu kendi aidiyetinin ötesinde Türkiye'de hayli geç gündeme gelen dinin sosyolojik tahliline odaklanan yaklaşımları hatırlatırcasına, mensubu bulunduğu toplumun dini olduğu için gerekli bulduğunu söylemiştir.
Türkiye'de İslam felsefesi
Hilmi Ziya Ülken'in doktora öğrencisi Nihat Keklik, 1960'lı yılların ortalarından itibaren İstanbul Üniversitesi Felsefe Bölümündeki tipik Cumhuriyet aydını tavrını sürdüren akademisyenlerin muhalefetine rağmen İslam felsefesi kürsüsü kurulması için var gücüyle mücadele etmiştir. Aslında burada 27 Mayıs 1960 Darbesi ile İstanbul Üniversitesinden tasfiye edilen Hilmi Ziya üzerinde biraz durmak anlamlı olabilir. Zira onun ayrılmasından sonra üniversitenin felsefe bölümünde uzun bir müddet İslam düşüncesiyle ilgili herhangi bir ders okutulmamıştır. Hilmi Ziya, 1930'ların ortalarından itibaren yayımlamaya başladığı tefekkür tarihi konulu çalışmalarıyla on yıl sonraki İslam düşüncesi incelemeleri arasında yer verdiği İslam felsefesini müstakil şekilde 1960'larda ele alır. İslâm felsefesinin özgün tarafına nüfuz ederek eksiksiz tarihini yazmaya kalkmanın, cüretli bir girişim olduğunun bilinciyle. Böylece bir mirası anlamak isteyenlere vazgeçilmez bir kaynak sağlayan İslâm Felsefesi: Eski Yunan'dan Çağdaş Düşünceye Doğru kitabı, içeriğindeki ve başlığındaki değişikliklerle 1967'de yayımlanır.
İslam felsefesinin olmadığını düşünen aydınlar zümresi ise, modernleşmek için yalnızca bilimde değil, kültür ve felsefede de Batı gibi olmayı öne çıkaran bir tutuma sahiptiler. Selahattin Hilav'ın çok farklı bir meselede dile getirdiği "O zamanlar yoktu Müslümanlık" deyişi İslam felsefesi alanında tezahür etmiştir âdeta. Dönemin zihniyetini kavramak için Teoman Duralı'nın felsefe tahsil ettiği "Osmanlı'nın kucağında büyümüş, ağır top, eski nesil hocalar" hatırlanabilir. Takıyyettin Mengüşoğlu, Macit Gökberk, Vehbi Eralp, İsmail Tunalı bunlardan birkaçıdır. O yıllarda İslam felsefesinin indirgeyici bir tarzda ele alındığı hatta ötelendiği göz ardı edilmemeli. Mesela Cumhuriyet devrinin ilk kuşak felsefecilerinden ve "olağanüstü derecede Cumhuriyet öncesine düşman" Macit Gökberk, modernliğin dünyayı kaplayan hegemonyasının etkisiyle felsefeyi dinle birlikte değil, dinin bıraktığı boşluğu dolduracak tarzda kavramaktaydı. Buradan hareket edildiğinde onun İslam felsefesi terkibine sıcak bakmadığını kolayca tahmin edebiliriz.
Bütün bunlar farklı tarihler ve kişiler, çizgiler ve hızlar üzerinden biçimlenen İslam felsefesi disiplininin Türkiye'deki sancılı serencamını gözler önüne seriyor elbette. Ama daha özelde Teoman Duralı'nın nasıl bir ortamda felsefe öğrenimi gördüğü konusunda da önemli bir ipucu veriyor. Felsefenin sınırlı kavranışını ortaya koyan egemen bakış açısına itiraz eden Duralı, nehir söyleşisinde bu süreçte yaşananları özetler. Derinliğini öne çıkardığı Gazali ile birlikte Lenin'e özel bir önem atfetmesi ise Duralı ile İslam felsefesi çalışmalarında Gazali'yi "İslam filozoflarının en moderni" kabul eden Hilmi Ziya Ülken'in eserlerine yansıyan tasavvur arasında bir bağ kurmayı mümkün kılabilir. Duralı'nın İslam felsefesini nasıl öğrendiğini ana hatlarıyla anlattığı satırlar bir yandan 1972'de İstanbul Üniversitesi Felsefe Bölümündeki Türk-İslam Düşüncesi Tarihi Anabilim Dalının kurulması süreci üzerine, diğer yandan Türkiye'deki İslam felsefesine yöneleceklerin karşılaşacağı engeller hakkında bir fikir vermektedir: "İslam'ın yerden yere vurulduğu dönemlerde yaşandı bu olay. Hep onun yanında yer aldım. İlk talebelerindenim. Uzmanlığa son derece önem veren biriyim. İslam felsefesi uzmanı olmamakla birlikte, bunu hakkınca öğrendiğimi sanıyorum. Büyük ölçüde de Nihat Keklik Bey'in ustalığına sığınarak öğrendim.
Bu arada Muhammed Hamidullah'ın İslam felsefesi derslerine devam ettim. Edebiyat Fakültesinde bağımsız ders veriyordu. Konuşmalarını aksatmadan dinlerdim. Kendisiyle kişisel olarak da görüşürdüm. Üstün bir bilgeydi. Ne yazık ki her zamanki gibi bazı kişiler ona kafayı taktı ve hayatı zehrettiler. Ah o yere batasıca kifayetsiz muhterisler. Onların yüzünden kimleri neleri kaybettik. İşte o da çaresiz, Fransa'ya basıp gitti."
Sadece Batı merkezli bir felsefe anlatımından İslam felsefesini de içerecek bir öğrenime yönelen akademinin gelişim seyri konusundaki yüzeysel gözlemler bile Türkiye'de felsefe meselelerinin kavranmasında yararlı olur. Görünen o ki kendi gerçeğimizin anlaşılması için çaba sarf eden Teoman Duralı'nın felsefe-bilim çalışmalarının bütünlüklü değerlendirmesi ömrü hayatının ayrıntılarına dönüp bakılmadan gerçekleştirilemez.