Taliban'ın aşağılanması konusunda medyada adeta mutabakat var. Taliban mensuplarının davranışları gülünçlük, komiklik ve ilkellik dairesinde ele alınarak indirgeyiciliğin sonuna kadar gidiliyor. Lunapark ve spor salonu görüntülerinin yoğun kullanımının arkasında bu yaklaşım yer alıyor.
Doç. Dr. Yusuf Özkır / İstanbul Medipol Üniversitesi
Afganistan'ı 1996-2001 yılları arasında yöneten Taliban Hareketi, 11 Eylül 2001 tarihinde New York'taki ikiz kulelere yapılan saldırılardan sonra ABD'nin gadrine uğrayarak iktidardan uzaklaştırılmıştı. Afganistan'ın işgal edilmesiyle başlayan süreçte on binlerce Afganlı hayatını kaybetmiş, on binlercesi yaralanmıştı. 20 yılın ardından bakıldığında işgalin başlatıcısı George Bush'un ifadesiyle "Afganistan'ı taş devrine çevireceğiz" yaklaşımı büyük ölçüde ortaya çıkmış durumda.
Mağlubiyet gerçeği
Fakat Bush'un yaklaşımıyla paralel olmayan esaslı sonuç ise ABD'nin süreç sonunda yenilerek Afganistan'dan pılını pırtını toplayarak neredeyse kaçacak şekilde çekilmesidir.
Taliban hareketi sözcüsü Zebihullah Mücahid'in ifadesiyle söylersek "mevcut tablodaki en yalın gerçeklik ABD'nin mağlup olduğu" gerçeğidir. Amerika'nın yenilgisinin alt başlıklardaki yansımaları da uzun zamandır ABD bağlamında devam eden zayıf devlet imajını kuvvetlendirecek nitelikte. Koronavirüs salgınıyla mücadele sürecinin ilk aylarında ABD hastanelerinden uluslararası kamuoyuna yansıyan "çökmüş devlet" görüntüleri ve Kasım 2020'deki seçimden sonra seçim sonuçlarının günlerce açıklanamaması, kongrenin işgal edilmesiyle iktidar devrinin bir şiddet sarmalı içinde yapılabilmiş olması ilk akla gelenlerdir. Bu silsileye eklenen Afganistan'dan çekilme sürecinde yaşanan belirsizlik, iş birliği yapılan insanların yüzüstü bırakılması ve pek çok insanın hayatını kaybettiği havaalanı izdihamı, meselelerin ciddiyetten ne kadar uzak şekilde ele alındığını gösteriyor. Amerikan uçaklarının kendi köpeklerini tahliye ederken iş birliği yaptıkları Afganları yüzüstü bırakması ise Batılı ülkelere güvenilmeyeceğinin yeni bir kanıtı olarak kayıtlara geçti. ABD'nin Afganistan'dan çekilme sürecine dair dünyayı şaşırtan örneklerin listesi uzatılabilir.
Göstergelerin hegemonyası
Fakat ABD'nin bu karnesine rağmen bir başka önemli problem varlığını koruyor. Amerikan işgali sona ererken 11 Eylül saldırılarından sonra küresel medya ve Hollywood eliyle üretilen Taliban imgesi ve bir adım öteye gidersek İslam-Müslüman algısı güçlenerek yoluna devam ediyor. Bu imgenin negatif, şeytanlaştırıcı, düşmanlaştırıcı ve bunun sonucunda uğradığı haksızlıklara rağmen geniş kitlelerde hissizleştirici bir duygu ürettiğini söylemeye gerek bile yok. 2001'de Taliban imgesiyle kodlanan içerik, süreç içinde El Kaide ve DEAŞ ile desteklenerek zirve noktasına çıkartılmış durumda. Özellikle göstergeler üzerinden hegemonik bir dil kurulduğu görülüyor.
Yeni tehdit unsurları
Anlamın, anlamanın, düşünmenin ve hatırlamanın salt görme üzerine bina edildiği günümüzde imgeler düzen kurucu bir role sahipler. Bu yüzden ne kadar "aslında öyle değil böyle" şeklinde yazılsa da imgelerin işgal ve meşgul ettiği zihinlere ulaşabilmesi zor. Bunun için ciddi bir çaba ve meydan okunmayı göze almak gerekli. Afganistan'dan ana akım medyaların geçtiği haberlerde insan hayatı, hukuki düzen, gıda ihtiyacı, mülkiyetin korunması ve en önemlisi süper güç ABD'nin ülkeden kovulması yerine medya endüstrisinin uzun süre yatırım yaparak ürettiği imgeler korkulacak yeni tehdit unsurları şeklinde sunuluyor.
Bu bakış açısının merkezine kendini konumlandırmayı başaran özne hem işgal boyunca mahvettiği, öldürdüğü, taş devrine çevirdiği için ödemesi gereken faturayı arka plana atmış oluyor hem de ben merkezci yaklaşımını, ötekiye duyulan nefreti kalıcı hale getirecek şekilde konumlandırmış oluyor.
John Berger'den ilhamla söylersek 20 yıl boyunca üretilen Taliban imgesi karşısında dünyanın genel durumu "başkasının görme biçimiyle bakmak zorunda kalmak" olarak tanımlanabilir.
Bu tek boyutlu görme biçimi tam bir zorbalık olsa da küresel medyanın egemen söylemi içinde kuzeyden güneye batıdan doğuya her tarafı istila etmiş durumda.
On yıllardır Hollywood filmlerinin vazgeçilmez kurgusu içinde yer alan şiddetle, silahla, kötülükle ve adaletsizlikle Müslümanların özdeşleştirilme senaryosu kendi gerçekliğini üretmiş görünüyor. Sahada, savaşta yenilmiş bir ABD var ama savaşı kazanan taraf medyada dövülüyor ve dünyaya bir tehdit olarak sunuluyor. Ne yaman çelişki ve akıl almaz bir paradoks bu denilebilir fakat küresel ölçekte yüzyıllardır iletişim akışının yönü ve kaynağı ölçeğinde bakıldığında ilmek ilmek "başarılı" şekilde örülmüş bir ağ var karşımızda.
Burka, sakal, keleş
Medya bütün sektörleriyle algı üretiminde ve imgelerin zihinsel ölçekte kalıcı hale getirilmesinde yadsınamaz bir paya sahip. Afganistan özelinde söylersek kadınların giydiği burka ve erkeklerin sakalı ile giydiği bol kıyafetler hem Amerikan işgalinin haklı gerekçesi hem de Amerikalıların kaçarak gitmesinin yanlış olduğunun gerekçesi olarak nerdeyse içselleştirilmiş durumda.
Afganistan ve Taliban olgusu genellikle belirli imgeler üzerinden tartışılıyor.
Bu imgelere bakıldığında kadın, burka, sakallı erkek, genel olarak giyim tarzı ve silah ön planda. Taliban'ın ne kadar korkunç, ürkütücü, çağ dışı, barbar ve şiddet yanlısı olduğunu göstermek için bu göstergelere yer veriliyor. Sadece bununla yetinilmiyor aynı zamanda Taliban'ın aşağılanması konusunda da bir medya saldırısı var. Taliban mensuplarının davranışları gülünçlük, komiklik ve ilkellik dairesinde ele alınarak indirgeyiciliğin sonuna kadar gidiliyor. Lunapark ve spor salonu görüntülerinin yoğun kullanımının arkasında bu yaklaşım yer alıyor. Küresel medya ve uzantılarının bu imgesel konumlandırmasının örttüğü alana bakıldığında basit, önemli ve büyük gerçeklerin olduğu görülür.
Kusursuz cinayet
Bazı yayın organlarında yer alan yaklaşım biçimi ABD'nin söylem ve gösterge düzeyindeki mevcut hegemonya durumunu o kadar içselleştirmiş ki utanmasalar burka ve işgale direnen Taliban üyeleri olduğu sürece işgale devam et diye yalvaracaklar ABD'ye. Silah nezdinde üretilen algı da farklı değil. ABD'nin on binlerce Afganistanlıyı predatörler ile öldürmesi, düğün konvoylarını ve yardım çalışmalarını bombalaması elinde bir kalaşnikof silahı tutan Taliban üyesi kadar kuşku ve korku uyandırıcı olmuyor dünyada. Yusuf Kaplan'dan ilhamla söylersek cinayetin estetize edilerek sunulması veya kusursuz cinayet tam olarak böyle bir şey olsa gerek. Tam olarak Fransız düşünür Jean Baudrillard'ın Irak'ın ABD tarafından işgal edildiği 90'lı yıllarda altını çizdiği lokal durumun globalleşmiş haliyle karşı karşıya dünya. Baudrillard Amerikan işgali için "Irak'ta bir savaş olmadı, gördüğümüz şey gecenin karanlığını aydınlatan bir havai fişek gösterisinden ibaretti" derken, enformasyon çağı olarak yutturulmaya çalışılan küresel köydeki sınırsız iletişim akışı vurgusunun aslında tam bir dezenformasyon makinesi olduğunun altını çiziyordu. Bu acı tespitin üzerinden on yıllar geçmesine rağmen algı ile hakikat arasındaki uçurum kapanmadı aksine yeni iletişim araçlarının da devreye sokulmasıyla hızlandı ve pekişti. 20 yıllık zorlu bir mücadeleden sonra Amerikan ordusunu mağlup eden Taliban Hareketi'nin başarısı veya bozguna uğramış Amerikan askerlerinin yenilgisi yerine Taliban üyelerini simgeleyen imgeler üzerinden bu sürecin ele alınması göstergeler üzerinden inşa edilen hegemonyanın epeyce kök saldığını bir kez daha ispatlamış durumda.
Peki imgeler üzerinden oluşturulan bu medyatik atmosfer neleri örtüyor? Bu soruyu daha çok sorup cevabını da olabildiğince geniş bir düzlemde aramak herkesin sorumluluğunda.