Türk askerinin Suriye'de, Irak'ta bulunması Türkiye'nin güvenliği, sınır hattının huzuru içindir. Bu yüzden her sene TBMM'de sınır ötesi tezkereleri oylanır. Maalesef gelişmelerin vahametinin idrakinde olamayanların, bilinçli olarak anlamak istemedikleri bir durum var ki o da şu sorunun cevabında gizli: Eğer sınır ötesi tezkereleri bugüne kadar hiç geçmeseydi, neler olurdu?
Faruk Önalan / Yazar
Türkiye'nin yaklaşık altı yıl önce hayata geçirdiği "terörü kaynağında yok etme" stratejisi ile sınırların önemli bir bölümü güvence altına alınmıştı. Geriye kalan sınır bölgelerinin güvenliği için icra edilen Barış Pınarı Harekâtı sonrası 17 Ekim 2019 tarihinde Amerika Birleşik Devletleri ile "Ankara Mutabakatı", 22 Ekim 2019 tarihinde de Rusya ile "Soçi Mutabakatı" imzalandı. Ankara mutabakatına göre PKK/SDG Türkiye-Suriye sınırında 30 kilometre derinlikte geriye çekilecek, ağır silahlar toplanacak ve muharip mevziler kullanılamaz hale getirilecekti. Soçi mutabakatına göre ise Menbiç ve Tel Rıfat terör örgütünden tamamen arındırılacak, PKK/SDG unsurları ve silahları Türkiye-Suriye sınırından itibaren 30 km'nin dışarısına çıkarılacaktı. Bugün geldiğimiz noktada ne ABD ne de Rusya mutabakatların gereği üzerine verdikleri taahhütleri yerine getirmedi.
Harekat elzem hale geldi
Ayn el Arab (Kobani), Tel Rıfat bölgelerinden atılan roketler, havan topları Karkamış, Kilis başta olmak üzere sınır hattındaki yerleşim birimlerine düştü. Gerek sınır şehirlerine gerekse Fırat Kalkanı, Zeytin Dalı, Barış Pınarı ve Bahar Kalkanı bölgelerine yönelik saldırılarda belirgin bir artışın yaşanması yeni bir sınır ötesi harekâtını elzem hale getirmişti. Cumhurbaşkanı Erdoğan da son kabine toplantısı sonrası, "Güney sınırlarımız boyunca, 30 kilometre derinliğinde güvenli bölgeler oluşturma" vurgusuyla yeni bir sınır ötesi operasyonun çok yakında başlayacağının işaretini verdi.
Tel Rıfat başta olmak üzere Suriye'nin kuzeyine yönelik harekâtın aslında 2021 yılı sonbaharında gerçekleştirilmesi bekleniyordu. Ancak Rusya ile yapılan müzakereler sonuçsuz kalınca operasyon da sürüncemede kaldı. Normal şartlar altında Rusların Soçi'de verdikleri sözün arkasında durup Tel Rıfat ve Menbiç'i terörist unsurlardan temizlemesi gerekiyordu. Ayrıca Ruslarla daha önceden Bahar Kalkanı Harekâtı sonrası varılan anlaşma gereği stratejik konumdaki M4 karayolunun kuzeyinde ve güneyinde 6'şar kilometre derinliğinde bir güvenli koridor tesis edilecekti. Bu madde de maalesef uygulamaya konulmadı.
Ukrayna krizi patlak verince Rusya tüm dikkatini oraya vermek zorunda kaldı. Savaşın Rusya'nın planları doğrultusunda gitmemesinin ve tahmin edilenden daha uzun sürmesinin Suriye'ye yansıması kaçınılmazdı –ki öyle de oldu. Rusya şu aşamada çok fazla olmasa da yavaş yavaş güçlerini Ukrayna cephesine kaydırmaya başladı. Önemli bir etkiye sahip olan Rus paralı asker grubu Wagner da sahadaki elamanlarını çekmeye başladı. Oluşacak boşluğun İran yanlısı milisler tarafından dolduracağını öngörmek için derin analizler yapmaya gerek yok. Suriye sahasında olası bu yeni durum şüphesiz Türkiye ve İran'ı daha fazla karşı karşıya getirecektir. Irak'taki Türk varlığı, enerji anlaşmaları ve Irak Kürt Bölgesel Yönetimi ile olan yakın ilişkilerin İran tarafından hoş karşılanmadığı sır değil. Şurası da açıkça ortada ki, Suriye topraklarında İran'ın, Rusya düzeyinde bir caydırıcı gücü olmayacaktır. Bahar Kalkanı Harekâtı ile de bu durum net bir şekilde ortaya çıkmıştı. Zaten Esad rejimi aleyhine olan denge Rusya'nın denkleme girmesiyle değişti. O ana kadar İran'ın oyun değiştirici belirgin bir hamlesi olmadı. Yine de Türkiye-İran arasında gerek diplomatik gerekse istihbari görüşmelerin yapıldığını söyleyebiliriz. İngiltere merkezli Suriye İnsan Hakları Gözlemevi (SOHR) hafta içi Türk ve İranlı askeri yetkililerin Halep'in güneyine düşen İdlib'e bağlı el-Eis kasabasında (TSK'nın gözlem üslerinden birinin olduğu alan) birkaç görüşme gerçekleştirdiğini yazdı. Tabii burada İsrail faktörünü de unutmamak gerek. Son günlerde hem İran içinde hem de Suriye'deki İran unsurlarına yönelik operasyonlar düzenleyen İsrail'in, Rus varlığının azalmasıyla (şu an için önemli derecede olmasa da ilerleyen zamanlarda) daha da agresifleşeceği öngörüsü yersiz değil. Zaten Moskova ve Tel Aviv arasında Suriye konusunda direkt iletişim hattı olduğuna dair bilgiler İsrailli üst düzey yetkililer tarafından açıkça dile getirilmişti.
Güvenli bölge için...
Daha önceden yapılması planlanan sınır ötesi operasyonunun çerçevesinin önemli ölçüde netleştirildiğini söyleyebiliriz. Ancak istihbarat birimleri ve güvenlik güçlerinin oluşan yeni duruma göre güncelledikleri saha analizlerine istinaden muhtemelen son rötuşlar yapılıyordur. Bahar Kalkanı, Zeytin Dalı ve Fırat Kalkanı bölgelerinin tam ortasında kalan ve adeta bir terör yuvasına dönüşen Tel Rıfat'ın temizlenmesine öncelik verilebilir. Zira İdlib'e, Mare'ye, Azez'e, Cerablus'a ve Afrin'e yönelik saldırıların merkezi Tel Rıfat oldu. Bu saldırılarda Türk güvenlik güçleri, Suriye Milli Ordusu ve yerel halktan şehitler verildi. İkinci olarak da Soçi Anlaşması'na göre terörden arındırılması gereken lakin gereği yapılmayan Menbiç ön plana çıkıyor. Stratejik önemdeki M4 karayolunun merkezinde yer alan Ayn İsa kasabasının kontrolü de oldukça önemli. Bu yerleşim birimlerinin terör örgütünden temizlenip gerçek sahiplerine teslim edilmesinden sonra sıra sınırdan itibaren 30 km derinliğindeki güvenli bölgenin tamamlanmasına geliyor. Önce Ayn el Arab (Kobani) sonrasında da Kamışlı. Irak ordusu – planladığı üzere – Sincar bölgesinin kontrolünü tam manasıyla sağlarsa eğer, terör örgütünün Karaçok dağı üzerinden Haseke'ye geçişi de önlenmiş olacak. Böylece güvenli alan ile birlikte Kamışlı daha rahat kontrol altında tutulabilecek. Bu arada Kamışlı'da Türkiye sınırına doğru çok sayıda terör tüneli olduğu biliniyor. Güvenli bölgenin etkin hale getirilmesi ile bu tüneller de kolaylıkla imha edilecektir.
Olası operasyonun en önemli nedenlerinden biri de Suriyeli göçmenlerin ülkelerine gönül rahatlığı ile "onurlu ve güvenli" bir şekilde geri dönmelerini sağlayacak alt yapıyı oluşturmak. Bu proje Avrupa'nın da rahat nefes almasını sağlayacak lakin hala PKK/SDG'ye destek vermekten geri durulmuyor. Suriye operasyonunu endişe ile karşıladıklarını belirtiyorlar. ABD Dışişleri Bakanlığı'nın açıklamaları da bu doğrultudaydı. Türkiye, 17 Ekim 2019 tarihinde imzalanan Ankara mutabakatına uymaya davet ediliyor. Oysaki anlaşmaya uymayan bizzat ABD'nin kendisi idi. Taahhüt etmelerine rağmen PKK/SDG'nin 30 km derinliğindeki güvenli bölgenin dışarısına çıkarılmasını sağlayamadı daha doğrusu sağlanmadı. Üstelik bu alanlardan TSK'nın kontrolü altındaki bölgelere terör saldırıları gerçekleştirildi, gerçekleştirilmeye devam ediliyor.
Kime karşı devrim?
Rusya'nın desteği olmazsa bir hafta dahi ayakta kalamayacak olan Şam rejiminin de "güvenli bölge" planına karşı çıkması şaşırtıcı değil. Suriye iç savaşının başladığı yıllarda Esad ile ortaklık yapan PKK (ABD liderliğindeki koalisyon güçlerinin de desteğiyle) bölgenin demografik yapısını tamamen değiştirip adını da sözde "Rojava Devrimi" olarak belirledi. Ve dünya kamuoyuna da bu şekilde pazarlandı. Bu noktada Mesut Barzani'nin tepkisi oldukça anlamlıydı: "Demokratik Birlik Partisi (PYD), Rojava'da devrim yaptığını iddia ediyor. Kime karşı kazanılmış bir devrim bu? Tek yaptıkları şey, rejimin onlara teslim ettiği yerlerde söz sahibi olmak"
Son olarak tekraren belirtmekte fayda var; Türk askerinin Suriye'de, Irak'ta bulunması Türkiye'nin güvenliği, sınır hattının huzuru içindir. Bu yüzden her sene TBMM'de sınır ötesi tezkereleri oylanır. Maalesef gelişmelerin vahametinin idrakinde olamayanların, anlayamadığı daha doğrusu –bilinçli olarak anlamak istemedikleri durum var ki o da şu sorunun cevabında gizli: Eğer sınır ötesi tezkereleri bugüne kadar hiç geçmeseydi, neler olurdu?
Terör devleti projesi
Suriye'de Fırat Kalkanı, Zeytin Dalı, Barış Pınarı ile özgürleştirilen Cerablus, Azez, Çobanbey, Dabık, el-Bab, Afrin, Resulayn, Tel Abyad'a ve Kuzey Irak'ta Pençe operasyonları ile kurulan 40'tan fazla üsse tamamen PKK yerleşirdi. Sincar üzerinden Suriye ile birleşik Akdeniz'e ulaşan bir terör devleti plânının önünde hiçbir bir engel kalmazdı. Ve buralarda yaşayan 2 milyondan fazla insan yeniden Türkiye sınırlarına doğru akın ederdi. Unutmayalım ki, Suriye iç savaşında ilk gelen 350 bin Kürt PKK/PYD baskısından kaçarak Türkiye'ye sığındı. Ve dahası artık duymadığımız, izlemediğimiz yürekleri dağlatan "karakol baskını" haberleri yeniden gündemdeki yerini alırdı. Ege'de sesimizin duyulacağı adaların silahlandırıldığı, Akdeniz'de Antalya Körfezi'ne hapsedilme planlarının olduğu, güney sınırlarında bir "terör devleti" kurma projesinin devreye sokulmaya çalışıldığı bir ortamda siyasi hırsların peşinden, oyun kurucuların dümen suyunu girmek ülkeye en büyük kötülüktür.