14 yıllık iç savaşta Esed rejimini ayakta tutmak için önce İran ve Hizbullah'ın, 2015'te ise Rusya'nın Suriye'ye bilfiil askeri müdahalede bulunması Suriye'deki şartları kökünden değiştirmişti. Ancak günümüzdeki jeopolitik ortam bu aktörlerin 14 yıllık yatırımına ve yüklendiği maliyete rağmen Esed rejimine desteğe gelmediğini gösteriyor.
Ahmet Arda Şensoy/ Türkiye Araştırmaları Vakfı
Suriyeli muhaliflerin 27 Kasım'da başlattığı Saldırganlığın Caydırılması Operasyonu, isminden de anlaşılacağı gibi rejim bölgelerinden İdlib'e yönelik saldırıların durdurulması amacını taşıyordu. Ancak operasyonun ilk saatlerinden itibaren görüldü ki Esed rejiminin kontrolündeki bölgelerdeki askeri direnç oldukça düşüktü. Bunun sonucu olarak muhalifler hızlıca Halep şehrini ele geçirdi, Tel Rıfat'ı ablukaya alarak terörden temizledi ve İdlib'in güneyinde hızlı bir ilerleme sağladı. Operasyonun ilk haftası geride kalmışken muhaliflerin Hama şehrini de yoğun çatışmalar sonrası ele geçirmesi, Şam yönetiminin geleceğini tartışmalı hale getirdi. Bu aşamada muhaliflerin Humus şehrini de ele geçirmesi, Şam'a yönelik bir baskı kuracağı gibi savunma hatları aşılmış Esed rejiminin yıkılma riskiyle karşı karşıya kalacağı bir durum doğurabilir.
Peki tüm bu gelişmeler Suriye'den bölgeye nasıl bir denklem oluşturuyor? 14 yıllık iç savaşa müdahil olan aktörlerin mevcut duruma yönelik yaklaşımları neler? Esed rejiminin yıkılma tehlikesine girmesi bu aktörlerin pozisyonlarında nasıl değişimler oluşturabilir? Bu soruları cevaplamak sürecin ve iç savaşın gidişatına da ışık tutacaktır.
Suriyeli muhaliflerin başlattığı operasyonu mümkün kılan şartlar içerisinde dönüm noktasını bölgesel şartlar oluşturuyor. Her ne kadar neredeyse beş yıldır Suriye'de bir çatışma döngüsü görmesek de yerelde karşılıklı saldırılar devam ediyordu. Özellikle Halep ve İdlib kırsalındaki Esed rejimi unsurları ve Şii milislerin İdlib'e, Tel Rıfat'taki PKK/YPG'li teröristlerin ise diğer muhalif bölgelere yönelik taciz atışları ve sızma operasyonları artık sıradanlaşmıştı. Bu bölgelerin istikrarını derinden etkileyen saldırıları engelleme niyeti ve dolayısıyla operasyon için yerelde uygun şartlar her zaman hazırdı. Ancak bu bir operasyon için yeterli olmamıştı.
20 Ocak'ta göreve başlayacak Amerikan Başkanı Donald Trump'ın Ukrayna Savaşı'nı 24 saatte bitirme vaadi, Rusya'nın üç yıldır devam eden savaşta, Trump göreve gelmeden önce mümkün olduğunca toprak kazanmaya odaklanmasına sebep olmuştur. Bu yüzden Ruslar, üç yıldır devam eden ve bazı cephelerde ciddi zorlanmalarına rağmen hiçbir zaman yapmadıkları bir şeyi yaptı, Suriye'deki askeri varlığını ciddi oranda azaltıp Ukrayna'ya odaklandı. Bunun yanı sıra, İsrail'in bir yıldır -özellikle Eylül ayındaki çağrı cihazı patlatma saldırısı sonrası- Hizbullah ve Şii milislere yönelik baskısını artırması da Suriye'yi doğrudan etkiledi. İran İsrail rekabetinin bir parçası olarak oldukça yıpranan, lider kadrosunun neredeyse tamamı yok edilen Hizbullah'ın, 2013'te Esed rejimini ayakta tutmak için müdahil olduğu Suriye'deki hareket alanı oldukça kısıtlandı. Bu iki bölgesel ve jeopolitik gelişme, muhaliflerin 27 Kasım'da başlattığı operasyonun zeminini hazırladı. Şu an ise Hama'yı ele geçirip Humus'a odaklanan ve sonrasında başkent Şam'ı baskı altına alması beklenen muhaliflerin bir yol ayrımında olduğu söylenebilir.
Operasyonun ilk haftası tamamlanmışken şu an cephede muhaliflerin önünde durabilecek bir askeri güç görünmüyor. Halep'i boşaltarak savaşmadan geri çekilen Esed rejimi unsurlarının Hama'da kurduğu savunma hattı da başarılı olamadı. Bu noktada muhaliflerin Humus'u ele geçirmesi oldukça kritik olacaktır. Humus ele geçirilirse Rusya'nın askeri üsleri bulunan, Akdeniz kıyısındaki Lazkiye ve Tartus şehirleri ile başkent Şam arasındaki kara bağlantısı tamamen kesilmiş olacaktır. Öte yandan Humus şehrinin Suriye-Lübnan sınırına yalnızca 25 km mesafede olması sebebiyle muhaliflerin Lübnan'da bulunan Hizbullah ile karşılaşma ihtimali de bulunuyor. Dolayısıyla Suriye iç savaşına müdahil olan tüm aktörlerin şu aşamada muhaliflerin ne yapacağına odaklandığını söyleyebiliriz.
14 yıllık iç savaşta Esed rejimini ayakta tutmak için önce İran ve Hizbullah'ın, 2015'te ise Rusya'nın Suriye'ye bilfiil askeri müdahalede bulunması Suriye'deki şartları kökünden değiştirmişti.
Ancak günümüzdeki jeopolitik ortam bu aktörlerin 14 yıllık yatırımına ve yüklendiği maliyete rağmen Esed rejimine desteğe gelmediğini gösteriyor.
Operasyonun ilk gününden itibaren gözler, Rusya'nın muhaliflere ve cephe hattına yönelik yapacağı hava saldırılarına çevrilmişti. 2015'ten günümüze Rus hava gücünün Suriye'deki resmi rejim lehine değiştirdiği düşünüldüğünde bu etkinin oldukça büyük olduğunu söyleyebiliriz. Ancak geçen bir haftada Ruslar bazı hava saldırıları yapsa da Suriyeli muhaliflerin cephedeki ilerleyişini engelleyecek saldırılar yapmaktan oldukça uzak. Bunun en temel sebebi Suriye'deki Hmeymim üssündeki savaş uçağı sayısının ve mühimmat stokunun yetersiz olması. Ukrayna Savaşı'nın ağır maliyeti ve mühimmat bulmaktaki zorluklar, Rusya'nın Suriye'deki askeri varlığını etkilemiş görünüyor.
Bu aşamada belirtmek gerekiyor ki Rusya'nın Suriye'deki stratejik gördüğü olgular Hmeymim askeri üssü, Tartus deniz üssü ile Şam'daki rejiminin devam etmesi denilebilir. Dolayısıyla Suriyeli muhaliflerin bu üç olguya bir tehdit oluşturmadığı şartlarda Rusya'nın Suriye'ye tekrar müdahale etmesi muhtemel görünmüyor. Muhalif grupların da Rusya'nın askeri üslerini hedef almaktan kaçındığı düşünüldüğünde, Rusya için göstermelik hava saldırılarının devam edeceği ancak sahadaki çaresizliğin süreceği söylenebilir.
İran ve Hizbullah için de durum oldukça benzer. İsrail'in Nisan ayında İran'ın Şam konsolosluğunu vurması, Eylül ayında Hizbullah'ın çağrı cihazlarını patlattığı saldırı ve Hizbullah'ın lider kadrosunu etkisiz hale getirmesi düşünüldüğünde İran ve Hizbullah şu an oldukça zor durumda. Suriye sahasında görünür oldukları anda İsrail hava saldırısına hedef olma riski İran destekli grupları hareketsiz bırakırken, kırılgan ateşkes sebebiyle Hizbullah'ın Lübnan'ı bırakıp Suriye'ye gelmesi de çok muhtemel görünmüyor. Dolayısıyla Esed rejiminin yalnız kaldığı söylenebilir.
Bu arada, bir yıldır devam eden İsrail-İran rekabetinde, İran'ın iç savaş boyunca kendisine tüm desteğine rağmen Esed rejiminin hareketsiz ve tarafsız kaldığı da unutulmamalı. Dolayısıyla muhaliflerin saldırısı, İran ve Hizbullah ile Esed rejiminin arasının görece açık olduğu bir şartta geldi. Rusların aksine İran ve Hizbullah'ın, muhaliflerin rejimi yıkma ihtimali belirdiğinde bile yardıma gelip gel(e)meyecekleri şüpheli.
En başta belirtmek gerekir ki, Obama'dan bugüne ABD'nin Suriye politikası PKK/YPG terörünü desteklemeye endekslenmiş durumda. Dolayısıyla ABD'nin Fırat Nehri'nin batısına ve genel olarak Suriye'ye yönelik somut bir politikası bulunmuyor. Bunun yerine YPG'ye verdiği destekle hem Türkiye'ye karşı hem de İsrail'in güvenliği için bir kart tutmuş oluyor.
Burada dikkat çeken ise İsrail'in pozisyonu. İsrail'in 2013'ten beri Suriye politikasının Esed rejiminin iktidarda kalması ancak Hizbullah ve İran ile ilişkilerinin zayıflatılması olduğunu biliyoruz. Öyle ki, İran desteği de kesilmiş, topraklarının 3'te 1'ini kontrol edebilen bir Esed rejimi, İsrail'in güvenliği için oldukça uygun bir ortam oluşturmaktadır. Dolayısıyla Suriyeli muhaliflerin Şam'a yönelik baskısının artması ve rejimi devirme ihtimali ortaya çıktığında İsrail'in muhaliflere karşı saldırılar düzenlemesi beklenebilir. 5 Aralık günü İsrail basınında çıkan haberlere göre de İsrail uçakları Halep'te muhaliflerin ele geçirdiği mühimmat depolarını vurması, bu durumu doğrulayan bir gelişme olarak görünüyor. Dolayısıyla her ne kadar Suriyeli muhalifler İran tarafından İsrail'in desteğiyle suçlanıyor olsa da rejime tehdit oluşturmaları durumunda İsrail'in müdahale edeceği aşikar.
Türkiye'nin Suriye politikası 2016'dan beri iki sütuna dayanıyor: PKK/YPG terörüyle mücadele ve muhalif bölgelerden Türkiye'ye yönelik bir kitlesel göç dalgasının önlenmesi. Türkiye muhaliflerin operasyonuna katılmıyor veya desteklemiyor olsa da yaşanan gelişmeler Türkiye'nin Suriye politikasına paralel ilerlediği için Türkiye kazançlı noktada. Halep'in ele geçirilmesi ve coğrafi derinlik kazanılması, Suriyeli sığınmacıların geri dönüşünü hızlandıracakken, Tel Rıfat'ın terörden temizlenmesi de sınır güvenliği açısından oldukça faydalıdır. Dolayısıyla Türkiye'nin mevcut resimde tek kazanan olduğu ve önümüzdeki süreçte de Fırat'ın doğusundaki terör bölgelerine baskısının artacağı söylenebilir.
Sonuç olarak bölgesel ve küresel aktörler Suriye'deki gelişmeleri yakından takip ederken, sahadaki durumu etkileyebilecek aktör sayısı oldukça az. Bu da Suriyeli muhaliflerin ilerleyişinin devam etmesine sebep oluyor. Muhaliflerin Şam önüne gelmesi durumunda ise bu aktörlerin bambaşka bir politikaya geçme ihtimali bulunuyor. Önümüzdeki süreçte hep birlikte göreceğiz.