Sema Karabıyık: “Hayatındaki acıdan ve kederden kaçmak isteyen izleyici eskiden mizaha komediye yönelirdi. Şimdilerde acılı kederli hikayelere yönelerek, acıya bağımlılık kazanıyor. Bir kısım izleyici kendi yaşadıklarını temize çekiyor, kendisinden daha suçlu daha ahlaksızını gördükçe rahatlıyor bir bakıma.”
Röportaj: Hale Kaplan
Realiti şov’lar üzerine daha önce iki deneme kitabı yayınlayan Sema Karabıyık’ın yeni kitabı Gerçeğin Ortasında, popüler kültürün ekran halini roman olarak okura sunan bir çalışma. Karabıyık ile romandan yola çıkarak, maliyeti düşük, getirisi yüksek olan ve sadece ekranı değil, çoğu zaman sokağın gündemini de esir alan realiti şovların tarihçesini, reyting mekanizmasını ve izleyici üzerindeki etkisini konuştuk.
Gerçeğin Ortasında sizin altıncı romanınız. İlk romanınız üzerine Mustafa Özel çok önemli tespitlerde bulunmuştu. Ekonominin romana yansıyan yüzü üzerinden. Ekonomi ve ekran, hakim olduğunuz iki alan. Gündelik hayatın değişiminin izini bu iki damar üzerinden tespit etmek noktasında kendinizi şanslı görüyor musunuz?
Mustafa Özel, ilk romanım Muamma’yı “roman diliyle finans” okumaları bağlamında değerlendirdi. Yazmış olduğum romana üst okuma penceresinden bakabilmek adına çok kıymetli yazılar.
Borsanın kaos ortamına girdiğimde 18; inanılmaz bir teklif sonrası ‘neden ben’ sorusu eşliğinde borsayla tüm bağımı kestiğimde ise 30 yaşında idim. Hayatıma nasıl devam edeceğim konusunda hiçbir fikrim yoktu. Görüntüde eve kapanmıştım ama aslında içime kapandım ve yoğun bir okuma dönemi başladı hayatımda. Türk TV’lerinin değişim içine girdiği bir zamandı. Popüler kültür üzerine yazılar yazarken, bir süre sonra TV üzerine yoğunlaştım. Muamma’yı da bu dönemde yazmaya başladım. İyi bildiğim, içeriden gözlemleme şansı bulduğum finans dünyası, borsa ile başladım ama ekonomi bazen alt metin bazen üst metin olarak başarı hırsı, rekabet temaları eşliğinde romanlarımın özünü oluşturdu.
Bir ekran metaforu
Romanlarınızda güçsüzleri güçlendirmek öne çıkıyor. Güçlü olanların esasında ne kadar kırılgan bir psikolojiye sahip olduğu üzerinden ilerliyor biraz da tema. Gerçeğin Ortasında romanı, sanal aleme kapatılan insanın kendini görebileceği bir ayna diyebilir miyiz? Ki sizin romanlarınızda ayna metaforu belirgin bir şekilde öne çıkıyor diye düşünüyorum, biraz da kapaktan esinle...
Kırılgan psikoloji yeni bir ‘okuma’ benim için çok teşekkür ederim. Muamma ve Üstü Kalsın İhanetimin’de ayna metaforunu kullandım. Gerçeğin Ortasında ise bir ekran metaforu. Kapakta da bu var aslında. İç içe geçmiş ekranlarda herkes bir diğerini izlerken, en iç ekrandaki kişi bizim en dışta gördüğümüz kişi. Gözetleyen her insan gözetlenmeye gönüllü. Adına sosyal medya denilerek normalleştirilen sanal alemde var olmayan insanlara neredeyse anormal damgası vurulacak. Hayatımızda sadece TV ekranları varken daha mesafeli daha eleştirel olanlar, sosyal medya ile birlikte mesafelerini yitirdi. Kişisel tercihleri imha ederek insanı tektipleştirilen mecranın gönüllü kullanıcısı haline geldiler. TV ve sosyal medya döngüsel bir şekilde birbirini besliyor. O çarkın dışında kalmak ciddi bir dışlanma endişesi oluşturuyor.
Nicelik yön veriyor
Türk’ün Dizi İle İmtihanı 2014’de yayımlandığında, haber kanallarından şov programlarına kadar sayısız teklif aldım. Ekranda olmayı görünür olmayı tercih etmedim. Sadece yazdıklarımla var olmak istedim. Sosyal medyanın yaygınlaşmasından sonra bu tercihim cezaya dönüştü. Bir hesabın olması yetmiyor, çok paylaşım yapmalısınız. Algoritma, paylaşımları ön plana çıkartarak kişileri yönlendiriyor. Çok paylaşım, çok takipçi, çok beğeni. Nicelik hiçbir dönemde ilişkilere, üretim ve tüketime bu kadar baskın şekilde yön vermemişti.
Gerçeğin Ortasında, diğer kitaplarınızdan farklı bir yol üzerinden okuyucu ile buluştu. İlk defa kitapları daha önce yayınevleri tarafından basılmış bir yazarın “doğrudan yayıncılık” adı altıda bir kitabı ile karşılaştık. Sizin açınızdan ilginç ve farklı bir deneyim olacak kuşkusuz. Ama ben sizin bu tercihinizi biraz da podcast’lerle birlikte düşündüm. Yazar bir özne olarak yapmak istediğinden ve talep kitlesinden emin diye düşündüm...
Ne yazmak istediğimden eminim evet, ama talep kitle konusu benim için de muamma. İki yıl önce, Unutma Noktası yayımlandığı zaman yazmayı bıraktım ve sosyal medyada da ilan ettim. Hatta matbaaya gitmeye hazır bir romanım varken dipnotunu da düştüm. Meselenin yazamamak, tükenmek olduğu düşünülmesin diye. Yayınevine de mevcut kitapların yeni baskılarını yapmamalarını söyledim. Gerçekten bıraktım. Ta ki bir ay önce, “KDY” hakkındaki iletiyi görene kadar.
Yazara “self publishing” hakkı veren bu sistem benim incindiğim tüm unsurları saf dışı bırakıyor. İlk romandan itibaren kitaplarımın edisyonunu kendim yaptım, şu an mizanpajı da yapabiliyorum. Kapak tasarımı için çalışmalara başladım. Sipariş üzerine anlık basılıyor, satış bedelinin yüzde ellisi iki ay içinde yazara ödeniyor. Ticari getiriyi geri plana atan, az satıp çok okunması muhtemel kitaplar için ideal, şeffaf bir sistem.
Realiti şov’lar üzerine daha önce iki deneme kitabı yayınladınız. Okuyucu açısından roman ile deneme kitabı nasıl bir alana tekabül ediyor? Erkek okuyucular deneme ve fikir kitaplarını, kadın okuyucular romanları tercih ediyor diyebilir miyiz?
Ekranın kısa tarihi serisinde üç kitap yayınladım, birisi realiti şovlara dair. Bu tespitleri yapabilmek için elimde yeterli veri yok. Ama Instagram’a baktığımızda, kadınlar ağırlıklı olarak roman okuyor. Sürekli roman adı altında aynı tarz kitapları okumak da bir bağımlılık. İdeali roman ve denemeyi dengelemek. Romanın felsefesine, alt metnine ulaşabilmek için zihnin denemelerle beslenmesi gerekir. Yoksa sadece olay örgüsü algılanır.
Neden realiti şov üzerine bir roman?
Realiti şov üzerine bir roman yazayım düşüncesi ile çıkmadım yola. Bir ara gündüz ekranı izdivaç realitilerinin işgali altındaydı. Kaldırılmaları gündeme geldiğinde, suç realitileri izdivaçlardan daha masum değil temalı yazılar yazdım. Okumalarım realiti şovlara yoğunlaşınca, Gerçeğin Ortasında bir paket halinde düştü zihnime.
Romanın girişinde anlattığınız bir hikaye var. Kargo marifetiyle bir USB geliyor, içinden roman çıkıyor.
Kargo, USB, dedektif gibi peşine düşülen mahkeme, hepsi metafor. Hikaye bir USB içinde gelir gibi toplu bir şekilde düştü zihnime. Kelimelerimi kaybettim kısmına kadar aralıksız yazdım, sonrasında kalemim durdu. Romanda çift anlatıcı var, Şahande ve Gazel. Öyle bir noktaya geldi ki ikisi de yaşadıklarından dolayı hikayeyi anlatmaya devam edemedi. O zaman da yazar olarak ben girdim devreye.
Gündüz kuşağını realiti şov ya da yarışmalar istila etmiş durumda. “Şov ve eğlence vaat ettiği müddetçe her şey serbest”. Dozun her geçen gün arttığı da gerçek. Bir bağımlılık türü mü bu? İzleyicide neye tekabül ediyor?
1990’lı yıllarda suç temalı realiti şovlar gece yarısına doğru ekranı gelirdi ve 3. Sayfa haberleri tek bölüm olarak yer alırdı programda. 2008 yılından itibaren gündüz kuşağına taşındı ve dizi gibi arkası yarın formatı kullanılarak günlerce bazen aylarca aynı kişiler aynı vakalar canlı yayında konuşulmaya/ konuşturulmaya başlandı. Bu durum arz/talep dengesi ile ifade edilir ama izleyici arz edilenler arasından seçim yaparak talepte bulunabilir sadece.
Reailiti şovlar ve yarışmalar maliyeti ucuz getirisi yüksek programlar. İzleyiciye cazip gelen kısım ise bu programların kurgudan uzak olduğuna inanması, gerçek insanları izlemek için ekran başına geçerken, bir gün gerçek hikayesi ile o programlara dahil olabilme ihtimali. Bir diziyi izlerken hikayenin ilerlemediğini fark ettiği anda o diziyi bırakıp yeni bir arayışa girerken, reailiti şovlarda yeni bir gelişim olmasa da ekran başından ayrılmıyorlar. Her ne kadar sunucu program esnasında izleyici ile birlikte öğreniyormuş gibi yapsa da karmaşık ilişkiler ağına sahip, toplumun sinir uçlarına dokunacak, dizileri solda sıfır bırakan hikayelerin özellikle seçildiği gerçeğinden hareketle izleyicinin efsunlanmışçasına ekrandan gözünü ayırmamasını yadırgamamak gerekiyor. İşin içine şiddet girdiğinde -ki suç temalı realiti şovları duygusal ve psikolojik şiddet kategorisine dahil edebiliriz rahatlıkla- izleyiciyi ekran başında tutabilmek için şiddet dozu artırılıyor. İlkinde şaşırır izleyici, ikincisinde dikkatinin dağılmaması için şiddet dozunun artması ya da ahlak dozunun düşmesi gerekir. İzleyici olmanın doğasında vardır, çok hızlı kanıksanır, normalleşir.
Program özneleri en çok hangi özellikleriyle reytinge etki ediyor?
Bir dönem ünlülerin skandal hayatlarının deşifre edildiği magazin programları revaçtaydı. Doz artırımından dolayı skandallar kanıksanınca sıradan insanın hayatına gizlenmiş rezaletler nazara verilmeye başlandı. Gerçek hayat hikayesi denildiğinde “ne hayatlar var yaklaşımı ve hayreti” en büyük etken olarak dikkat çekiyor. Ki aynı şekilde bir psikiyatrın hastalarından kurguladığı hikayeler de gerçek hayat hikayesi üst başlığı ile şu an ekranların en çok seyredilen dizilerinin konusunu oluşturuyor. Hayatındaki acıdan ve kederden kaçmak isteyen izleyici eskiden mizaha komediye yönelirdi. Şimdilerde acılı kederli hikayelere yönelerek, acıya bağımlılık kazanıyor. Bir kısım izleyici kendi yaşadıklarını temize çekiyor, kendisinden daha suçlu daha ahlaksızını gördükçe rahatlıyor bir bakıma.
Televizyon bir ticarethane
Niceliğin niteliği bertaraf ettiği hiç bu kadar açık bir şekilde önümüze konmamıştı belki. Talep neden ve ne zaman bu kadar öncelenmeye başladı?
Özel TV’lerin hayatımıza girdiği günden bu yana artarak yaşanan bir süreç bu. Televizyon bir ticarethane ve maliyeti düşük getirisi yüksek programlar tercih ediliyor. Bir kanalda bir program izleyicinin radarına girip reyting aldığında alternatif program üretmek yerine benzer bir format yapılıyor hemen. Aynı durum dizi hikayeleri için de geçerli. Üretim sıfırlandı ya benzer işler yapılıyor ya da daha önce reyting almış dizilerin karması hikayeler yeni dizi olarak sunuluyor.