Sözü dilde, hayali gözde kalan bir dost

Mustafa İsen/ Yazar
23.01.2025

Güner Topuz, dostlarıyla keyfine doyum olmayacak sohbetler yapar, bu konuşmalardan daha geniş kitlelere ulaşacak projeler çıkarır, bunları hayata geçirmek için maddi manevi çabalar gösterir, hayırlı sonuçlar elde ederdi. Böyle güzel birkaç projeye beni de ortak etmişti, eşi Ayşe Hanım'la birlikte bunlar kitaba da dönüştü.


Sözü dilde, hayali gözde kalan bir dost

Mustafa İsen/ Yazar

Lise ve üniversite öğrenimim İstanbul ve Ankara gibi merkezlerin uzağında gerçekleşti. Liseyi Çorum gibi mütevazi bir Anadolu şehrinde, üniversiteyi Erzurum'da okudum. Türkiye'de kültürel hayat büyük oranda İstanbul'da neşv ü nema bulup oradan bütün ülkeye yayıldığı için kültürel meselelerle erken yaşlarda ilgilenen biri olarak gözümüz hep buraya dönüktü. Ama bu ilgi hep davulun sesinin uzaktan dinlenmesi mesabesinde idi. Biraz abartılı, biraz gerçek ama hep uzaktan takip. Doksanlı yıllara doğru Ankara'ya geldim. Ankara da bu anlamda özellikle seksen sonrası önemli bir entelektüel merkez olarak dikkat çekmekteydi. Burada çok sayıda üniversitenin varlığı yanında siyasi ve bürokratik hayat da önemli bir imkân ve kaynaktı, halen de öyledir. Burada da dergiler çıkıyor, kitabevlerinde meclisler kuruluyor, çeşitli kurum ve dernekler toplantılar düzenliyordu. Biraz geçmiş yılların açığını da kapatmak için bunların meslek ve meşrebime uyanlarına büyük bir gayretle katılmaya başladım. Bu çevrelerde yeni yeni isimlerle tanışmak beni heyecanlandırıyordu. Bunların önemli bir kısmını gıyaben tanıyor, bir kısmıyla da hem isim hem vicahi olarak ilk kez mülaki oluyordum. Gıyaben ünlü olarak tanıdıklarımın bir kısmı şahsi tanışmalardan sonra hayal kırıklığı uyandırsa da önemli bir bölümü hakkında eski kanaatlerimi pekiştirerek alakamı sürdürdüm. Ama benim için daha kıymetli olanlar şahsen yeni tanıştığım ve değerli gördüğüm isimlerdi. Sürprizleri severim, bu şekilde karşıma çıkan isimlere daha bir değer verdim. Yıllar bu konuda yanılmadığımı da bana göstermiş oldu.

Yılmaz Öztuna'nın meclisleri

Katıldığım bu toplantıların içinde merhum Yılmaz Öztuna'nın meclisleri çok önemli bir konumdaydı. Bilindiği gibi doğu toplumları kültür aktarımını daha çok sohbet üzerinden gerçekleştirir. Bu yüzden tarihin çok erken dönemlerinden itibaren bizim kültürümüzde bu tarz meclislerin yeri önemlidir. En bilineni meşhur Baykara Meclisleri ise de bunların sayılamayacak kadar çok örneğinin olduğunu biliyoruz. Yakın dönemde tabii İstanbul'da Sadettin Arel'in, İbnülemin'in, İsmail Hami Danişmend'in, bilinen meclisleri yanında Küllük ve Enderun sohbetleri de meşhurdur. Yılmaz Bey de gençliğinde katıldığı bu anlamdaki meclislerin bir örneğini Ankara'ya taşımıştı. Yakın dostum Ayhan Pala'nın verdiği bilgilere göre bu toplantılar 1984 yılında başlamış. Ben, doksanlı yılların başında katılmaya başladım. Bu yıllarda meclis Büyük Ankara Oteli'nin lobisinde toplanıyordu. Bir ara Zeynel Pastanesi'nde, sonra Parlamenterler Birliği'nde, ardından vefatına kadar Dedeman Oteli'nde perşembe akşamları saat 20.00 ile 24.00 arasında toplandı. Yılmaz Bey'in vefatına kadar da devam etti.

Meclis belli bir gündemle açılmaz, ama Yılmaz Bey'in kesin hâkimiyeti ile burada başta siyaset olmak üzere hemen her şey, özellikle güncel gündem konuşulurdu. Tarih, müzik ve edebiyat da ağırlıklı konular arasında idi. Herkes konuşulan konuda fikrini söylerdi ama konu uzarsa Beyefendi (katılanlar ona bu şekilde hitap ederdi) birden konuşmayı keser ve alan uzmanı birisine konusu ile ilgili bir soru yöneltirdi. Bununla birlikte artık konuşan da eski konuyu uzatmaz ve bu kez yeni meseleler tartışılmaya devam ederdi. Ortalama on, on beş kişinin hazır bulunduğu bu toplantılara Beyefendi'nin oluru ile yeni misafir davet edilir ve huzurda eski ve yeni siyasetçiler, akademisyenler, sanatçılar, iş insanları, diplomatlar, askerler yer alırdı. Burada Yılmaz Bey'in engin bilgisi, müthiş hafızası, kendine mahsus yorumları ve İstanbul'dan tevarüs ettiği davranış tarzı bizim için bulunmaz bir fırsat olmuştur.

Yukarıda belirttiğim gibi toplantılar Yılmaz Bey'in kesin hâkimiyeti ile devam ederdi. Dinleyiciler ancak onun müsaadesi çerçevesinde konuşmalara katılır, konu uzarsa onun müdahalesiyle sona ererdi. Yılmaz Bey'in bazen subjektif sayılacak yorumlarına bile genelde katılınmasa da itiraz edilmezdi. Sadece kısmi bir mazhariyete sahip birkaç kişi usulü dairesinde ama efendim diye başlayan karşı çıkışlarını dile getirirler, daha ileriye gitmezlerdi. Toplantılar sırasında bu konumda bir bey dikkatimi çekiyordu. Giderek her toplantıda söylediklerine dikkat kesilmeye başladım. Üslubu değişikti, söyledikleri kah tanıdık, kah farklıydı. İçerden konuşuyordu ama benim bildiklerimden gene de ton farkı olan ilginç şeyler söylüyordu.

Aslında hayatımızın ilerleyen yıllarında pek çok konuda ortaya çıkan seçiciliğimiz yeni dostlar edinmede de çıkar karşımıza. Bu açıdan yakın çevremizdeki arkadaşlarımızın çoğu hayatımızın erken yaşlarında çeşitli vesilelerle tanıyıp dost edindiğimiz kişilerdir. Ama onunla bir istisna gerçekleşti ve sanki kendisiyle çok uzun yıllardan beri, adeta bezm-i elestten tanışıyorduk. Sonradan başka tevafuklar da ortaya çıktı, kızımız Esra'nın liseden hocası Ayşe Topuz Hanım'ın onun eşi olduğunu öğrendik. Böylece ortaya ailece alaka kurulan bir dostluk oluştu. Onun vefatı bu alakayı bitirmedi, ben sık sık çeşitli vesilelerle adını anmaya, olaylara bakış açısındaki farklılığı ve inceliği hatırlamaya devam ediyorum. Aile içinde çeşitli vesilelerle adı anılmaya devam ediyor. Sözü edilen bu değerli dost merhum Güner Topuz'du.

Müşavirlik sektörünün doğuşu

Güner Bey Afyon Sandıklı'da doğmuş, İTÜ inşaat mühendisliğini bitirmiş. Pek çok Anadolu evladı gibi devletin sağladığı burs imkanlarıyla okumuş bu yüzden mezun olur olmaz Etibank'ta proje ve kontrol mühendisi olarak göreve başlamış. Bu gibi devlet kurumları mezuniyet sonrası da okul olmaya devam ederler. Teorik bilgilerle mücehhez genç insanlar buralarda meslekleri açısından pişerler, olgunlaşırlar. Güner Bey de mecburi hizmetini tamamlayıp burada olgunlaştıktan sonra arkadaşlarıyla birlikte ÜÇER Mühendislik ve Müşavirlik Firmasını kurmuş ve ülkemizin farklı şehirlerinde birçok kamu ve özel kurumuna inşaat, mühendislik ve müşavirlik hizmeti sunmaya başlamış. Tanıştığımız yıllarda bu işleri yapıyordu. Nitekim her el attığı işi yükseklere taşıyan Güner Bey bu alanda da müşavirlik sektörünün doğmasına ve gelişmesine ciddi katkılarda bulundu, firması bu alanda ülkemizin öncü kurumlarından biri haline geldi.

Bektaşilik kültürü

Bizim Güner Bey'le değerlendirme yaptığımız konular elbette mühendislikle ilgili alanlar değildi. Güner Bey lise yıllarından itibaren İstanbul'da bulunuşunu çok iyi değerlendirmiş ve bu güzide şehrin sosyal ve manevi imkanlarına ulaşarak oradan hayata ve eşyaya bakış açısını farklı kılacak kazanımlar elde etmişti. Kendisi zaten çocukluğundan itibaren meraklı biriydi. Ondan öğrendiğim ve ilgimi çeken taraflardan biri ailesinden tevarüs ettiği Bektaşilik kültürüne ait bilgilerdi. Burada bir parantez açarak Anadolu'nun bu irfan ocağı ile ilgili bazı bilgileri paylaşmak istiyorum. Hacı Bektaş Veli'nin efsanevi kişiliği altında teşekkül eden Bektaşilik, asıl Balım Sultan eliyle bir tarikata dönüştü. II. Bayezid'in projesi ile belli ölçüler içinde heterodoksi ile ilişkili grupları Balım Sultan bir şemsiye altında topladı. II. Mahmud dönemine kadar Babagan ve Çelebiler olarak iki koldan yürüyen tarikat, 1826 yılındaki Yeniçeriliğin kaldırılması evresinde Bektaşiliğin de yasaklanmasıyla bu birlikteliği kaybetti. 1850 sonrası Bektaşilik üzerindeki Devlet baskısı kalkınca Çelebi kolu kısmen inisiyatifi ele aldı. Tekke ve zaviyelerin kapatılması sonrasında (1925) Babagan kolu iyice zayıflayıp etkisini yitirdi. Buna rağmen Ankara ve çevresinde, Ege bölgesinde, Balkanlarda tamamen bir ritüel olarak bu geleneksel Bektaşi kültürü yaşamaya devam etti. İşte Güner Bey'in aileden bir izdüşümü çerçevesinde tevarüs ettiği kültür buydu. Bu bazen bir aile hatırası, bazen bir anekdot, bazen de birkaç mısra şeklinde sohbetlerde dile getirilen düşünceler olurdu. Örneğin iyi bir demirci ustası olan babası bir sabah değer verdiği damadı ve aile ileri gelenlerini toplayıp onlara bu gece bir rüya gördüm, değirmene öğütülmek üzere un götürmüşüm. Sıra bize gelmiş. Fakat ne göreyim bizim buğdayımız öğütülürken değirmenin haznesinden un yerine kan akıyor. Çok huzursuz olup uyandım, bir düşünün bakalım, son zamanlarda yaptıklarınızı. Bir yerden helalimize haram mı karışmış diye aileyi sigaya çekişini anlatmıştı. Ya da sohbetleri arasına sıkıştırdığı

Adem vardır cismi semiz/ Abdest alır olmaz temiz / Halkı dahleylemek nemiz/ Bilcümle vebal bizdedir.

Ya da

"Asıllardan asıl nedir/ Usullerden usul nedir/ Şeriatte su pak eder/ Hakikatte gusül nedir"

gibi dörtlükler onun bu birikimlerinin yansımalarıydı.

Güner Bey'in İstanbul'da öğrencilik yaptığı yıllar daha çok sol düşüncenin eğitim kurumlarında aktif olduğu dönemlerdi. O, okuyan, düşünen, milli tarihe, milli kültüre bağlı arkadaşlarıyla dönemin genel geçer modalarına değil daha kalıcı unsurlara ilgi gösterdi. Bu aşamada Ayverdi ailesi ile tanıştı. Aslında Güner Bey kolay teslim olmayan, Yılmaz Bey'in meclislerinde olduğu gibi, soran, merak eden, itiraz eden bir mizacın sahibiydi. Ama girdiği yol onu eğitmiş, olgunlaştırmıştı. Güner Bey'i tanıdığımda artık sahip olduğu bilgiyi içselleştirmiş bir konumda idi. Dostlarıyla keyfine doyum olmayacak sohbetler yapar, bu konuşmalardan daha geniş kitlelere ulaşacak projeler çıkarır, bunları hayata geçirmek için maddi manevi çabalar gösterir, hayırlı sonuçlar elde ederdi. Böyle güzel birkaç projeye beni de ortak etmişti, eşi Ayşe Hanım'la birlikte bunlar kitaba da dönüştü. Onun kendisine yakın daha başka camialar içinde özel bazı sohbetleri olduğunu da biliyorum.

Güner Bey'i yaklaşık bir yıl önce (17.03.2024) kaybettik. Dolu dolu bir seksen yıl yaşadı. Eminim benim gibi başka dostları da onun yokluğunu derinden hissediyordur. Ne güzel böyle hoş bir sada bırakıp geçip gitmek, yokluğu hissediliyor olmak. Ruh-ı revanı şad u handan, mazhar-ı afv u gufran ola.