Sömürgeleştirmenin epistemisid süreci

Prof. Dr. Celalettin Yanık/ Uludağ Üniversitesi Sosyoloji Bölümü
13.06.2024

Derinde yatan ya da gömülü olan, Sousa Santos'un ifade ettiği epistemiside kavramıyla bağlantılıdır. Epistemiside kavramının içeriğinde, Batılı bir düşüncenin veya söylemin empoze edilmesi ya da ötekinin üretebileceği veya ürettiği her türlü epistemolojinin ortadan kaldırılabilmesi durumu yer almaktadır. Bu bilgi şekliyle geleneksel olanın, ötekinin hafızalardan, haritalardan silinebilmesi veyahut göz ardı edilmesi süreçleri söz konusudur. Epistemiside de var olan şey, bilginin buğulu hale getirilişidir.


Sömürgeleştirmenin epistemisid süreci

Prof. Dr. Celalettin Yanık/ Uludağ Üniversitesi Sosyoloji Bölümü

Bu yazının ana çerçevesi, Melissa F. Weiner'ın "Sosyolojiye Giriş Metinlerinde Filistinlilerin Silinmesi ve İnsanlıktan Çıkarılması" adlı makalesinden mülhem olarak geliştirilmiştir. Weiner, bu makalesinde özetle yerleşimci sömürge projelerinin, hâkim toprakların kamulaştırılmasını haklı çıkarmak için "Yerli" halkları ve tarihlerini sildiği vurgusunda bulunmaktadır. Bu anlamda eğitim müfredatları veya bilimsel metinler hem toprakla uzun süredir devam eden bağlantıları reddederek hem de üzerindekileri insanlıktan çıkararak, onları sömürgeleştirilen toprakların gerçek sahipleri olarak konumlandırılan sömürgeciler tarafından kontrol edilecek veya asimile edilecek nesnelere indirgemekte, dolayısıyla bu durum yerleşimci sömürgeciliği düşüncesinde merkezi bir rol oynamaktadır. Bu olgu yazara göre, uzun zamandır Filistinliler için bu şekilde olmaktadır. Özellikle Filistin öznelliğinin reddi ve kamusal, siyasi ve akademik söylemlerde Filistinlilerin kendi tarihlerini 'anlatma izni' ile birlikte günümüze kadar devam etmektedir. ABD merkezli üniversite düzeyindeki sosyolojiye giriş ders kitaplarını inceleyerek yazar şu sonuca ulaşmaktadır: Bu tür giriş kitaplarında oryantalist yakıştırmalar ve Filistinlilerin yerlilikten arındırılması yoluyla sömürgeci tahkiyeleri çoğaltmakta ve bu olguyu sürdürmekte, böylece yerleşimci projesine katkıda bulunmaktadır. Ancak açıkçası bu metinler bir başka açıdan sömürgeleştirme pratiğinin ve mantığının işlevselliğinin üzerini görece örtmesine rağmen, ortaya konulan bilgilerin derinlemesine analizi ile ifşa olabilmektedir.

Yazarın dile getirdiği bu sorun, aslında pek çok yerlileştirme ve sömürgeleştirme pratiklerinin kökeninde yatan bir olguyu gün yüzüne çıkarmaktadır. Çünkü sömürgeleştirmenin mevcut meşrulaştırma biçimlerinde en etkin olan öge, yerlinin (burada Doğulunun kelimesi de kullanılabilir) bilme biçimleri, tahayyülleri, onun tarafından meydana getirilen ve üretilen sosyal, politik, kültürel vb. unsurların bilinmesi, "araştırılması" ve yeri geldiğinde bunların ifşa edilmesi veya çıkarılmasıdır. Hatta uzun vadede bunların sahiplenildiğinin iddia edilmesi gibi tüm süreçleri de içermektedir. Elbette ki bu süreç, belirli bir noktada nihayete erdirilmez. Bu unsurları meydana getiren, geliştiren bireyleri veya toplulukları reddetme yahut kendi uluslarının teşekkülünde faal olmaları yolundaki en önemli adımları dahi göz önünde bulundurmamayı veya bu şekildeki bir durumun geliştirilmemesi yönünde onları bu süreçten mahrum bırakma çabaları kitaplar veya metinler aracılığıyla meşrulaştırılabilmektedir. Bu çabalar, bir anlamda, sömürgeleştirmenin olumsuz ve dehşet verici tarafını zımnen kapsamaktadır.

Sömürgeci hafıza

"Araştırma" ve "inceleme" ile elde edilen her bir enformasyonun ve bilginin dolaylı veya dolaysız ima ettiği şey, bu hem içe almayı/kapsamayı hem de dışarıda tutmayı nitelemektedir. Her bir bilginin ve enformasyonun en ince ayrıntısına kadar teşekkül edildiği bu inceleme ve araştırma ile birlikte oluşturulan sömürgeci hafıza, yerli olanın bilgisi, onun hakkında bilgi toplanması, bu bilgilerin sınıflandırılması şeklinde devam eden bir kurumsallaştırma pratiğini şekillendirmiştir. Oluşturulan bu hafıza, ilginçtir ki, sömürgeci perspektiften sömürgeleştirilmiş olanlara doğru aktarılmıştır. Sömürgeleştirmenin çift yönlü sömürgeleştirme pratiği bu şekilde tamamlanmış olmaktadır. Dolayısıyla her bir araştırma ve inceleme pratiği hem bilgi ve enformasyonun edinimi, hafızanın belirli bir şekilde oluşturulması hem de bu oluşturulan/dönüştürülen bilginin ve enformasyonun temsili bir şekilde ötekine aktarılma(ma)sıdır. Bir anlamda, belirli bir metin oluşturulmakta ancak bu metin oluşturulurken kendi merkezi tahkiyeleri ile birlikte oluşturulan bir metin söz konusu olmaktadır. Edward Said'in dile getirdiği süreç tam olarak budur. Kurumlarla, kelime dağarcıklarıyla, bilimsel uygulamalarla, tahayyüllerle, doktrinlerle, metinlerle öteki ile ilgili bir Batılı söylem geliştirilir, hatta bunlar desteklenir de. Said, bu sürecin Doğu ile ilgili düşüncelerin bilimsel inşalarla tahkim edildiğini vurgulamaktadır. Zira ona göre, bu türden bilimsel inşalar, Doğu ile ilgili açıklamalar yaparken, onun hakkında görüşlere izin veren, onu tanımlayan, öğreterek, yerleştirerek, ona hükmeden bir kurumsal yapının destekleri sayesinde gerçekleşmekte ve böylelikle bilimsel anlamda tahkiyelerin şekillendiriciliğinin merkezini kendisinden mülhem kılmaktadır.

Hayali bilgiden kimlik oluşturma

Elde edilen bilginin üretiminin merkezi ve bunun dolaşıma girmesi ve çevreye yayılımı noktasında kurumsal hale getirilişi bir anlamda resmi bir bilimsel bilgi hüviyeti ile tamamlanmaktadır. Weiner'in aslında üzerinde durmak istediği tam da budur. Filistin'e ve Filistinliler hakkındaki bilgilerin kısmileştirilmesi, eksik hale getirilişinde yaşanan süreç, bir anlamda bu sömürgeleştirici mantığın ve düşüncenin giriş kitapları bağlamında nasıl kurumsallaştırıldığını bize göstermektedir. Onun adına konuşma yapmak, onun tarihini iletmek veya yok saymak süreçleri, bilimsel bilginin Batılı söylemlerle, tüm bunların bir aradalığıyla gelişmektedir. Bu düşünce çerçevesinde öteki veya Doğu, gayri resmi veya hayali bir şekilde tasvir edilmekte/tahkim edilmekte, hatta iç içe geçmektedir. Böylelikle bunlar, kurumsal bir perspektifle sunulmaktadır. Bu hayali, anonim ve anektodlara dayalı bilgilerin temellendirdiği başka bir husus ise, belirli bir kimliğin dolaylı bir şekilde yansıtılmasıdır. Hatta sadece belirli bir kimlikle de kalmamakta belirli bir ten renginin vurguları ile bütünleştirilmektedir. Bu, açıkçası, bilginin sunumu ve dolaşıma sokulmasında çoklu katmanların nasıl işlediğini göstermekte, onun içerisinde yer alan ve derinden ona gömülü olan şeyi nitelemektedir.

Derinde yatan ya da gömülü olan, Sousa Santos'un ifade ettiği epistemiside kavramıyla bağlantılıdır. Epistemiside kavramının içeriğinde, Batılı bir düşüncenin veya söylemin empoze edilmesi ya da ötekinin üretebileceği veya ürettiği her türlü epistemolojinin ortadan kaldırılabilmesi durumu yer almaktadır. Bu bilgi şekliyle geleneksel olanın, ötekinin hafızalardan, haritalardan silinebilmesi veyahut göz ardı edilmesi süreçleri söz konusudur. Epistemiside de var olan şey, bilginin buğulu hale getirilişidir. Tıpkı Filistin'de cansız yatan veya parçalanmış bedenlerin buğulu haldeki gösterimidir. Bu buğululaştırma, renksizleştirme sömürgecinin eyleminin renginden ziyade tarihsizleştirilmek/yersiz yurtsuzlaştırılmak istenilenin renksizliğidir. Renge sahip olmak sözde vicdana sahip olmaktadır. Renksizleştirme, tarihsizleştirilmek/yersiz yurtsuzlaştırılmak ile vicdanın karanlığa büründürülmesidir. Bu yazıyı Weiner'in ifadesiyle sonlandırabiliriz: Sömürgeci paradigma hem hegemonik bilginin hem de sömürgeci yapıların alternatif imkânlarını engellemek için nasıl örgütleniyorsa, sömürge mantığı çerçevesinde oluşturulan metinler de öğrencilerin dünya çapında Black Lives Matter, Standing Rock ve Keşmir gibi ırkçılık ve sömürgecilik karşıtı hareketlerle aktif dayanışmasını engellemektedir. Dolayısıyla bu tür metinleri ifşa etmek, sömürgeci mantığın ve bilginin izlerini keşfetmek her bir entelektüelin dikkatle üzerinde durması gereken en önemli hususlardandır. Bunu görmemek veya görmezden gelmek vicdanların buğulaşmasına ve karanlığa gömülmesine neden olmaktır.

[email protected]