Moskova Donbass'taki ayrılıkçı Ruslar yoluyla zaten Ukrayna'da etkisini tesis etmiş durumda. Ayrıca, Rusya istediği takdirde Ukrayna'nın istikrarını bozabileceği birçok asimetrik imkana (siber saldırılar, ayrılıkçı provokasyonlar vb) sahip. Dolayısıyla Ukrayna krizinde Moskova'nın hemen silaha sarılmasına gerek yok.
Prof. Dr. Nurşin Ateşoğlu Güney / Nişantaşı Üniversitesi
Son günlerde Ukrayna krizini özetleyecek olsam şöyle derdim: Ey Soğuk Savaş'ın ruhu geldiysen üç kere vur. Ve büyük ihtimalle hem Kremlin'den hem de Beyaz Saray'dan yükselen sesleri duyardım, kapımıza Soğuk Savaş'ın ruhunu çağıranlar, onun sadece üç kere değil üçyüz kere vurmasını da garanti etmiş görünüyorlar. En son ne oldu da ortalık karıştı diye bakarsak yine Washington ve Moskova'nın sahneye çıktığını görüyoruz. Rusya'nın Ukrayna ile olan sınırına 100 bin asker yığması ve ABD Başkanı'nın Rusya'nın Ukrayna'ya saldırmasını beklediğini söylemesi ABD-Avrupa-Ukrayna-Rusya dörtgeninin tam ortasında harlı biçimde duran ateşi alevlendirdi.
Şubat mı yoksa üç vakte kadar mı?
ABD'li yetkililer olası saldırının küçük mü büyük mü, şimdi mi şubat ayında mı, üç vakte kadar mı gerçekleşeceğiyle ilgili her gün yeni bir şey söyleyerek, Dünya'nın şimdilik bir savaş sarmalında olmayan nadir coğrafyasında yaşayan Avrupalıları korkutmakla meşguller. Doğrusu, kriz süresince hem Batı bloku içindeki bölünmeler ortaya çıkarttı hem de AB'nin güvenlik alanındaki boşlukları ile enerji tedarik politikasının zafiyetleri görünür hale geldi. Dolayısıyla düne kadar enflasyon ve göçmenlerden korkan sıradan Avrupalı vatandaşın nur topu gibi yeni korkuları oldu. Trump döneminde Trans-Atlantik Dünyada yaşanan ciddi kırılmanın Biden döneminde onarılmaya çalışılacağını düşünen ve fırsat bu fırsat diyerek kendi stratejik pusulasının arayışına girişen Avrupa bürokrasisi de Ukrayna krizinde topu büyük güç rekabetine kaptırdı.
Hayalet Ukrayna semalarında
Ruslar ayrı taraftan, Amerikalılar ayrı taraftan Soğuk Savaş'ın hayaletlerini çağırmakla meşguller. Örneğin Soğuk Savaş boyunca Avrupa askeri güvenliğinin teminatı olan NATO/ABD güvenlik şemsiyesi şimdilerde Ukrayna'nın olası üyelik meselesi yüzünden ve dolayısıyla İttifak'ın açık kapı politikası nedeniyle Rusya'nın radarına takılmış durumda. Acaba taraflar arası güven arttırıcı bir çözüm bulunabilir mi diye girişilen mektup diplomasisi de işe yaramış görünmüyor. Rusya'nın istediği garantiler (NATO'nun açık kapı politikasından vaz geçilmesi, Orta ve Merkezi Avrupa'ya konuşlanmış silahların geri çekilmesi vb) Moskova'ya verilmedi. Taraflar eski defterleri açtılar ve birbirlerini kandırmakla suçladılar. Sözün özü, mektup diplomasisi şimdilik krizin uzayıp durmasını garantilemiş gözüküyor. Nitekim Rusya'dan yapılan açıklamada Putin ABD'nin Kremlin'e cevaben yolladığı mektubun Moskova'nın güvenlik endişelerini kaile almadığını açıkladı bile. Sonrasında Rusya bazı NATO/AGİT üyelerine yeni bir mektup göndererek Rusya'nın güvenlik endişeleri hakkında ne düşündüklerini öğrenmek istedi. Şimdi bu mektuplar ve sonrasında Putin'in bu mektupları dikkate alarak yazacağı mektup bekleniyor. Bazı uzmanlar korkunun ve tansiyonun bu kadar uzatılması ve hatta iki taraf tarafından da kullanılmasının neticesinden çok umutlu olmadıklarından Putin, Ukrayna'yı işgal etmeyecekse bile, işgal edecekmiş gibi hesap edelim filan demeye başladılar.
ABD'nin çıkarı nedir?
Bu noktada, insan ABD'nin Ukrayna krizini "güvenlikleştirmedeki" çıkarı nedir diye sormadan edemiyor doğrusu. Aslında, ABD yönetimi Gürcistan işgali ve 2014 yılı Kırım ilhakını birlikte değerlendirdiğinde Moskova'dan şüphelenmekte haklı olabilir, zira bugüne kadar Rusya Federasyonu Ukrayna dahil Avrupa ve Ortadoğu gibi bölgelerdeki Amerikan politikalarının boşluklarını görmüş ve uygun olan her zeminde bu boşlukları minimum maliyetle doldurmayı başarmıştır. Dolayısıyla, Washington Rusya'nın Ukrayna'ya saldırabileceği beklentisini bu çerçevede meşrulaştırılabilir, ancak Moskova'yı sürekli saldıracak diye kışkırtmanın şu anda Ukrayna, Batı ve Rusya için bir faydası var mıdır sorusunu aklımızdan çıkartmamalıyız.
Ukrayna'nın riskleri
Biliyoruz ki bir çatışma yaşanması halinde Ukrayna- Kiev NATO üyesi olmadığı için- ABD'nin ve NATO'nun doğrudan askeri müdahalesini içeren 5. Madde sorumluluğu kapsamında olmayacak. Bu güvensizlik noktasının ne manaya geldiğini bilenler, Kiev'e parmak sallayıp sonunuz Gürcistan gibi olur diyor. Bu ürkütücü senaryonun dayandığı bir tarihi tecrübe var elbette. Geçmişte hem Ukrayna'ya hem de Gürcistan'a renkli devrimler gölgesinde NATO üyelikleri yönünde bazı sözler verilmiş ve dolayısıyla bu iki ülke Rusya karşısında boş vaatlerle cesaretlendirilmişti. Ancak, hatırlanacaktır, 2008'de Gürcistan, 2014'te Ukrayna Batı tarafından yalnız bırakılmıştı. Bu tecrübeden sonra, Ukrayna'daki yönetimin ABD'nin kışkırtmalarına kapılmaması, aklı selim bir şekilde davranması kendi ulusal çıkarına olacaktır. Nitekim Kiev'de siyasetin nabzını tutanlar Zelensky'nin Biden'ın yaptığı "küçük ihlalller" konuşmasını unutamadığını söylüyor.
Umduğu desteği alamadı
Ayrıca Zelensky şimdiye kadar Batı'dan umduğu desteği de tam olarak alabilmiş değil. Ukrayna Devlet Başkanı yaptığı son konuşmalardan birinde ABD'nin henüz maddi yardım desteklerine olumlu cevap vermediğine değindi. Ayrıca Zelensky'e göre NATO'da bazı üyelerin Ukrayna krizi bağlamında Kiev'e destek vermekte hala çekimser davrandıkları görülüyor. Meselenin sadece bir Almanya meselesi olmadığı da böylece açıklık kazanıyor. Gerçi Berlin, ABD Rusya geliyor çığlıkları atarken, Ukrayna'ya 5000 kask göndermek gibi bir Alman şakasına imza attı ama tüm bu sürece giderken, Maiden protestoları sırasında ortalığı süsleyen AB bayraklarından bugün eser yok. Bu da anlaşılabilir bir şey çünkü pek çok uzmanın belirttiği üzere bugünün karşılıklı bağımlılıklar dünyasında krizin tırmanması durumunda diğer kaybın Avrupa cephesinde olacağına kesin gözüyle bakabiliriz.
Bir Avrupa duruşu var mı?
Ukrayna krizi yaşanırken gözler Brüksel'den çok Londra'nın üzerindeydi. Brexit İngiltere'ye yaramış görünüyor. Serinkanlı Almanlara ve hırslı Fransızlara danışmadan adım atmaktan Londra'nın mutlu olduğu aşikâr. Kiev'in cesaretlendirilmesi konusunda İngiltere dış politikasının ABD'ye daha yakın olduğunu bizler Londra'dan yapılan son açıklamalardan kolaylıkla anlıyoruz. Ayrıca, Rusya ile Birleşik Krallık ilişkilerinin yakın geçmişine baktığımızda da Londra'nın Moskova'ya oldukça mesafeli olduğunu görmekteyiz. Nitekim bu hafta Londra, olası bir Rus saldırısını önleme adına Rusya'ya yönelik yaptırımların kalibresini nasıl arttıracağını uluslararası kamuoyu önünde açıklayarak duruşunu netleştirmiş oldu. Ayrıca, Londra'nın içinde yer aldığı yeni kurulan Ukrayna-Polonya-Birleşik Krallık üçlü ittifakı her ne kadar üç ülke arasında işbirliğini çeşitlendirmek gibi bir zemine oturtulduysa da Ukrayna özelinde amacın Rusya'ya mesaj vermek olduğu çok açık. Kremlin mesajı almış olmalı ki Tanrı bizi İngiliz siyasetinden korusun mealinde açıklamalar yaptı.
Öte yandan, Almanya 2014'ten itibaren Rusya'ya öncelik tanıyan Moskova ile işbirliği modelinin çöküşünün şokunu hala atlatamamış gözüküyor. Ticaret ve enerji alanında Rusya ile geliştirdiği karşılıklı bağımlılıkta elde ettiği kazancı, sırf Kiev; Washington ve Moskova tarafından av partisindeki tavşan gibi kullanılıyor diye bırakmak istemiyor. Ama kriz öyle bir noktaya geldi ki Almanya'nın isteksizliği kazanç isteğinden mi yoksa Rusya'nın Almanya üzerindeki nüfusundan mı kaynaklanıyor, tam anlaşılmıyor. Scholz hükümetinin Rusya konusunda bir süredir Batılı müttefiklerini yatıştırma politikası sürdürmesi yavaş sesle de olsa eleştiriliyor. ABD'den gelen "bir Münich anı daha istemiyoruz çıkışı" Berlin'i istemese de tavır almaya itiyor. Üzerinde artan baskı nedeniyle Alman hükümeti son zamanlarda isteksiz bir biçimde Kuzey Akım'ın Ukrayna'ya yönelik olası bir Rus saldırısında işlevsizleştirilebileceğini belirtmek zorunda kalmıştır. Schröder politikasının iflasından öte bir noktadayız. Bu Merkel politikasının da iflası demek. Paris ise Macron modelinin iflas ettiğini bir türlü kabul etmek istemiyor. Hala Fransa Moskova ile sadece Normandiye Dörtlüsü çerçevesinde değil, ikili zeminde de temas kurarak sorunlara bir çözüm bulacağını ve ABD'den farklı bir Avrupa duruşunu hayata geçireceğini hayal ediyor. Fransa'nın bu özerk tutumunu, Macron'un Avrupa otonomisi hayali dışında yaklaşan Nisan seçimlerine yönelik taktiksel hazırlıklar içinde olmasıyla da açıklayabiliriz. Kısaca gerçek bir de Gaulle vizyonu ortada yok. Zaten ABD'nin Ukrayna üzerinden Rusya tehdidinin aciliyetini artırması nedeniyle bu tür bir vizyonun gelişmesi için yeterince zaman ve imkân da yok. NATO'dan gelen güvenlik odaklı, hatta tırmandırıcı retorik Doğu ve Merkezi Avrupa ülkelerinin Rusya'ya haddini bildirme istekleriyle birleşiyor. Sonuçta AB içinde bazı çatlak seslere rağmen (Macaristan, Hırvatistan, Bulgaristan gibi) Baltık, Doğu ve Merkezi Avrupa ülkelerinin Rus tehdit algılaması konusunda Ukrayna meselesinde ABD'ye ve dolayısıyla NATO'nun kendi topraklarına asker ve teçhizat konuşlandırma fikrine sıcak baktıklarını söyleyebiliriz. ABD'nin Ukrayna üzerinden Rusya'nın mevcudiyetini güvenlikleştirmesi işe yaramış görünüyor. Eh Kremlin'in "Sovyetlerin dağılması bir jeopolitik şakaydı" ya da "kırmızı çizgimi geçen cevabını alır" meali açıklamaları da Beyaz Saray ve Pentagon'un elini güçlendiriyor. Keza, Rusya da Ukrayna sınırındaki asker sayısını 120 bine çıkarmış durumda. Sahada görünen bu karşılıklı askeri yığınak tansiyonun yükselmesine ve savaş seçeneğini düşünmemize neden oluyor.
Rusya ve ABD ne yapmak istiyor?
Rusya, Ukrayna krizinde bir süredir AB'yi enerji bağımlılığı üzerinden tehdit ederek Ukrayna konusunda kendi lehine tavizler kopartmaya çalışmakta. Rusya'nın aslında Ukrayna'ya saldırması şu anda pek de çıkarına durmuyor. Gerçekte, Moskova Donbass'taki ayrılıkçı Ruslar yoluyla zaten Ukrayna'da etkisini tesis etmiş durumda. Ayrıca, Rusya istediği takdirde Ukrayna'nın istikrarını bozabileceği birçok asimetrik imkana (siber saldırılar, ayrılıkçı provokasyonlar vb) sahip. Dolayısıyla Ukrayna krizinde Moskova'nın hemen silaha sarılmasına gerek yok. Rusya Federasyonu şimdiden yani askeri saldırıya başvurmaksızın Kiev ekonomisini savaş riskinin artması sebebiyle neredeyse çökertme riskiyle karşı karşıya bırakmış durumda. Kanımızca Rusya, ABD/AB'nin Moskova'nın güvenlik endişelerini gidermemesi durumunda, bir süre daha Ukrayna krizini canlı tutarak Batı ve Ukrayna üzerinde baskı yaratmak isteyecektir.
Washington ise bir taşla birden çok kuş vurmak derdinde. Öncelikle Biden'ın Rusya'yı adeta Ukrayna'ya saldırı yönünde kışkırtarak, AB ülkelerine Rus tehdidinin ciddi olduğunu gösterip Trans-Atlantik çatlağı tamir etmek gibi bir niyeti var. Bu sadece çok yaşa NATO çığlıklarının atılmasını sağlamayacak, AB ülkelerinin kendi bölgelerindeki krizlerde sorumluluk almasını ve bu uğurda daha çok para harcamasını da teşvik edecek. Kremlin böylece, Biden yönetimine Brüksel'deki norm düşkünü Avrupa bürokrasisini ikna etme şansı sunmuş olacak. Böylece, Washington Ukrayna başta olmak üzere bölgede Rusya nedeniyle yaşanacak olası diğer krizlerin maliyetini üstlenmekten uzaklaşarak- ve bunları Avrupalılara devrederek-Rusya'nın çevrelenmesini sağlamak ve böylece kendi önceliği olan Hint-Pasifik'ine yönelmek fırsatını yakalayacak. Bu aşamada, ABD Rusya'nın çevrelenmesini iki ayağa dayandırmak istemekte: 1)- enerji alanında AB'ye alternatif enerji kaynakları sağlayarak Moskova'nın Avrupa üzerindeki enerji tedarik avantajını ortadan kaldırıp Rusya'yı iktisadi olarak etkisiz kılmak gibi bir derdi var. Tabii bu arada Kremlin fazla ileri giderse Moskova'ya yönelik çeşitli yaptırımlarla doğrudan Rusya'nın ekonomisine zarar vermeyi de Beyaz Saray'da birileri düşünüyor. 2)- Biden yönetimi askeri olarak NATO aracılığıyla açık kapı politikasının geçerliliğini teyit etmek suretiyle ve eski Sovyet coğrafyasındaki yeni NATO üyelerinde konuşlandırılan silahların mevcudiyeti ile Moskova'ya yakın çevresindeki genişleme ihtimalinin sınırlarını hatırlatılmak istiyor.
Soğuk Savaş döneminde ABD ve SSCB'nin Avrupalılara sundukları dramatik bir ifade ile ölümle danstı. Bugün de Avrupa Moskova'nın baskı, ABD'nin çevreleme/sınırlandırma oyunu arasında sıkışmış ölümcül risklerle dans ediyorlar ve Avrupa güvenliği üzerinde yaşanan bu krizin üzerindeki kontrolü Washington ve Moskova'ya kaptırmış durumdalar.
Türkiye'nin arabuluculuk teklifi
Türkiye Ukrayna krizinin başından beri Kiev'in toprak bütünlüğünü savunmakta ve krizin taraflarına diyalog yoluyla aralarındaki sorunları çözmeyi önermekte. Bu bağlamda, Ankara iki ülke ile iyi ilişkilere sahip olmanın avantajıyla gerilimin düşürülmesi adına söz konusu krizinin taraflarına arabuluculuk teklif etti. Bilindiği üzere, bu teklif Ukrayna tarafından olumlu karşılanmakla birlikte Moskova'dan bu yönde henüz net bir sinyal gelmedi. 3 Şubat'ta Türkiye-Ukrayna Stratejik Yüksek Seviye toplantısı doğrultusunda Sayın Cumhurbaşkanı Erdoğan'ın Kiev'e yapacağı ziyaret krizin geldiği nokta ve Türkiye'nin teklifi açısından olumlu bir tesadüftür ve belki de barış ve istikrarın yeniden tesisi adına bir fırsat yaratabilir. Türkiye'nin bölge istikrarını öncelediğini hem Moskova hem de Kiev biliyor. Türkiye için Karadeniz güvenliğini etkileyecek bir çatışma ve savaşın yaşanmaması son derece önemlidir. Ayrıca Türkiye, Rusya ile ve NATO ile olan karşılıklı bağımlılığını çok dengeli bir biçimde idare etmeyi, kendisine karşılıklı bağımlılığa rağmen bir hareket alanı açmayı başardı. Bu duruş hem Ukrayna hem de Moskova için değerlidir. Moskova, büyük güç mücadelesinin kendisi için yaratacağı risk ve çıkmazların maliyeti konusunda ikna olursa bölgesel zeminde Türkiye'nin değerli teklifini daha ciddi ve sağduyulu olarak düşünebilir. Bu hafta gerçekleşen Türk heyetinin Ukrayna ziyareti bu açıdan olumluydu ve emin olabiliriz Moskova tarafından yakından takip edildi.