Küba açılımı ne kadar boyut kazanır ve derinleşir şimdiden kestirmek zor, ama Amerika’nın yeni Küba politikası ABD-Latin Amerika ilişkilerinde Soğuk Savaş döneminin 25 yıl sonra da olsa tamamıyla bittiğine işaret etmektedir. Bu bile başlı başına Amerika kıtası açısında yeni başlangıçlar ve ilişkiler ağına işaret etmeye gebedir.
Doç. Dr. Mehmet Özkan - Polis Akademisi UTSAM Başkanı & SETA Araştırmacısı
Soğuk Savaş sonrasında Amerika Birleşik Devletleri bir şekilde sorunlu olduğu ülkelerle bile ilişkilerinde yeni boyutlar kazandırmış olmasına rağmen bunun yaşanmadığı belki de nadir örneklerinden birisi Küba olagelmişti. Soğuk Savaş yıllarının keskin dönemlerinden miras kalan ve sonrasında Amerika’nın bir iç meselesi haline gelen Küba artık Obama’nın son kararıyla beraber yeni bir evreyi işaret etmektedir. Peki Obama’nın yeni Küba politikasını nasıl okumak gerekir? Bu karar Latin Amerika’ya yönelik yeni bir politikanın başlangıcı mı yoksa bir geç kalmışlığın işareti mi? Bu yazı temel olarak Amerika’nın Küba politikasının ancak ancak ve Obama’nın pozitif bir miras bırakma çabası ve Latin Amerikan siyasetinin değişen/dönüşen dinamikleri çerçevesinde anlamlı olduğundan hareketle Küba siyasetini incelemek amacındadır.
ABD’nin Küba(lı) sorunu
Amerika Birleşik Devletleri’nde bugün iki milyondan fazla Kübalı yaşamaktadır. Bunların çoğu Soğuk Savaş yıllarında peyderpey ülkeye gelen ve bir daha geri gitmesi mümkün olmayanlardır. Sonrasında yeni gelenler ve doğumlarla beraber Kübalılar zaman içerisinde Amerikan toplumuna entegre oldular ve özellikle ekonomik güçleriyle farklı bir lobi grubuna dönüştüler. Hatta durum öyle bir hale geldi ki artık Amerika’nın Küba’ya yönelik yapacağı herhangi bir politika değişikliği, Kübalıların artık güçlü bir seçmen kitlesine dönüşmüş olması (oy deposu) ile birlikte neredeyse imkansız hale gelmişti. Özellikle Kübalıların çoğunluğunun Cumhuriyetçileri desteklemesinden dolayı Küba meselesi Cumhuriyetçiler için ‘dokunulmaz’ bir konu haline gelmişti. Fakat son yıllarda artık bu konuya yaklaşımın yavaş yavaş değiştiğini söylemek mümkün. İşte tam da seçim sathına girilmeye başlandığı şu dönemde Demokrat Başkan Obama’nın kademeli bir şekilde Küba politikasını değiştirmesi, sosyal anlamda artık misyonunu tamamlamış bir politikanın yeni çıkarlar çerçevesinde revize edilmesinden ibarettir.
2014 yılı sonlarında Küba’ya ABD üzerinden para transferini kolaylaştıran Obama 2015 Nisan’ında hem ambargoyu kaldırıcı adımlar attı hem de Küba’yı artık terörizmi destekleyen ülkeler listesinden çıkarttı. Yine Nisan ayı başında Panama’da yapılan Amerikalı Devlet Başkanları Zirvesi’nde Küba lideri Rahul Castro ile bir araya gelen Obama artık ABD-Küba ilişkilerinden yeni bir döneme girildiğini fiilen ilan etmiş oldu.
Obama’nın mirası
Peki bu adımları Obama neden şimdi atıyor diye sorulunca aslında iki temel sebepten bahsedilebilir. Bunlardan birinci çok net bir şekilde Obama dönemi dış politikasını takip edenlerin çoğunun da vurguladığı gibi büyük ümitlerle başlayan ama neredeyse ‘hayal kırıklığı’ ile sonuçlanan bir başarısızlığın söz konusu olması. Her ne kadar Obama Afganistan ve Irak olmak üzere iki savaşı bitiren ve askerleri geri çeken başkan olsa da attığı adımlar en az önceki dönemde yapılan savaşlar kadar negatif etkiler bıraktı. İşte Obama’nın son dönemde İran nükleer meselesinde illa da bir anlaşma yapılması için gösterdiği çaba ve Küba’ya yönelik attığı adımlar, Amerikan siyasetinden kalıcı iz bırakma çabası olarak okunabilir. Özellikle İran ile yapılan anlaşmanın İran’a zaman kazandırmaktan başka bir sonucu olmayacağı ve bölgesel dengeleri değiştirmekten uzak olduğu konuyu yakından takip eden bir çok kişi tarafından kabul edilmektedir. Dolayısıyla seçim sathına girilen bir dönemde artık Amerika’nın iç politik konulara döneceği bir süreçte attığı Küba adımı, kendi başkanlık dönemi adına yazılmış bir başarı elde etmekten başka bir önem taşımamaktadır.
Nihayetinde artık Kübalılar Amerika topluma öyle entegre olmuş durumdalar ki şimdiden Cumhuriyetçi Parti’den iki tane Küba kökenli başkan adayı kampanya yürütmektedir. Michael Rubio and Ted XXX, Amerika’da yetişen ve Küba’dan kopmuş yeni bir nesle işaret etmektedirler. Her ne kadar her ikisi de siyasal gerekçelerle Obama’nın yaptığı açılıma karşı çıksalar da Amerika’da yaşayan Kübalıların çoğunluğu Obama’nın politikasını desteklemektedir. Eski nesil denilebilecek ve 1980 öncesinde Küba’dan Amerika’ya gelenlerin yüzde 60’ı Obama’nın politikasına karşı çıkarken, çoğunluğu oluşturan ve 1980 sonrasında gelmiş ya da Amerika’da doğmuş olanların en az yüzde 66’sı Obama’nın Küba açılımını pozitif bulmaktadır. Dolayısıyla kamuoyuna bakıldığında aslında Küba açılımının Amerika iç siyaseti açısından geç bile kalınmış olduğunu söylemek mümkündür.
Latinleri kazanmak
Amerika’yı Küba ile yeni döneme girmeye iten bir diğer mesele ise daha çok Amerika’nın genel Latin Amerika politikasıyla doğrudan alakalıdır. Soğuk Savaş sonrasında Latin Amerika’da esen hem yeni sol siyaseti hem de Brezilya ve Arjantin gibi kilit ülkelerin takip ettiği bölgesel politikalar sırf Küba yüzünden Amerika ile ayrışıyordu. Soğuk Savaş sonrası yapılan Amerikalı Devlet Başkanları Zirvesilerinin tamamında Küba politikası yüzünden eleştirilen ABD artık dışlayıcı Küba politikasının faydadan çok bölge politikası açısından zarar verici olduğunun farkına vardı. Hem Latin Amerika değişti ve dönüştü hem de Çin, Hindistan gibi yeni aktörler bölgeye girmeye başladı. İspanya’nın da eski etkinliğini kaybettiği Latin Amerika’da ABD’nin etkinlik alanını özellikle ticari ve siyasi anlamda genişletmesi için yeni açılımlar yapması gerekiyordu. Eski Başkan oğul Bush döneminde Irak savaşı yüzünden kıtayla ilişkileri bozulan ABD, Obama seçildikten sonra yavaş yavaş bölgedeki imajını düzeltmeye çalışıyordu. Dolayısıyla son yaptığı açılımı aynı zamanda bu açılımının devamı niteliğinde okunmak gerekir. Özellikle ölümü sonrasında Hugo Chavez’in öncülük ettiği anti-Amerikancı retoriğin yerini yavaş yavaş Lula’yla başlayan neo-liberal sol dalganın aldığı Latin Amerika’da ABD bir ‘şeytan’ değil, birçok konuda farklı düşünülse bile ihmal edilemeyecek bir aktör konumunda görülmektedir. Dolayısıyla Obama’nın yeni Küba açılımı hem derinleşen bu yaklaşımın önündeki Küba engelini ortadan kaldırmak hem de tüm kıtaya pozitif bir mesaj vermektir.
Özellikle Latin Amerika’ya yönelik olarak bölgeden ciddi bir göçmen nüfus barındırması sebebiyle yeni açılımlar sağlama potansiyeline sahip olan ABD, hem kıtasal anlamda anlamsızlaşmış bir Küba politikasını değiştirerek kendisine alan açmış hem de genel anlamda Latin Amerika’ya yeniden dönüşünde üçüncü nesil Latino’lara daha çok ön açmayı kolaylaştırmıştır denilebilir.
Bu yıl sonunda yapılacak seçimlerde bu politikaya karşı çıkan muhtemel bir Cumhuriyetçi adayın başkan seçilmesiyle Küba açılımı ne kadar boyut kazanır ve derinleşir şimdiden kestirmek zor, ama Amerika’nın yeni Küba politikası ABD-Latin Amerika ilişkilerinde Soğuk Savaş döneminin 25 yıl sonra da olsa tamamıyla bittiğine işaret etmektedir. Bu bile başlı başına Amerika kıtası açısında yeni başlangıçlar ve ilişkiler ağına işaret etmeye gebedir.