Sınırımızdaki tehlike

Faruk Önalan/ Yazar
2.10.2024

Netanyahu'nun özellikle son dönemlerde sık sık TSK'nın sınır ötesi operasyonlarını hedef alması tesadüf değildir. ABD öncülüğünde yürütülen ve Irak'ın kuzeyinden Suriye'nin kuzeyine uzanan PKK/SDG kontrolünde olacak sözde bir yönetim oluşturulmak istenmektedir. Böyle bir oluşumun varlığı en fazla İsrail'in işine yarayacaktır.


Sınırımızdaki tehlike

Faruk Önalan/ Yazar

İsrail'in 7 Ekim 2023 tarihinden bugüne Gazze'de soykırıma varan saldırıları her an bölgesel bir savaşın fitilini ateşleme potansiyeline sahiptir. Netanyahu ve radikal isimlerden oluşan kabinesi iktidarlarını uzatmak, "arzı mevud - vadedilmiş topraklar" ütopik hedefi ile Ortadoğu'yu ateş çemberine dönüştürmektedir.

Her ne kadar Beyaz Saray yönetimi ateşkesin sağlanması ve rehine takası için görüşmeler yürüttüğünü söylese de Netanyahu'nun ABD Kongresinde gerçekleştirdiği konuşma sonrasında İsrail saldırganlığı daha da genişlemiştir. İran Cumhurbaşkanı'nı Pezeşkiyan'ın yemin töreni için Tahran'da bulunan Hamas Siyasi Büro Şefi İsmail Haniye suikasta uğramış ardından Hizbullah'ın iki numarası Fuad Şükür öldürülmüştür. Hizbullah üyelerinin iletişim cihazları -daha önceden yerleştirilen bombalar sebebiyle- peşi sıra infilak etmesiyle çok sayıda Hizbullah üyesi ölmüş ya da uzuvlarını yitirmiştir. Ve son olarak Hizbullah Genel Sekreteri Hasan Nasrallah büyük çaplı bir bombardıman sonucu hayatını kaybetmiştir. Bununla da yetinmeyen İsrail, Lübnan'a yönelik saldırı başlatmıştır. Saldırıların sıralaması göz önüne alındığında Netanyahu'nun yeni cepheler açması kaçınılmaz görünmektedir. Suriye, Lübnan, Yemen Ürdün Vadisi, Sina Yarımadası derken savaşın Türkiye sınırlarına dayanması altı boş bir varsayım değildir. Hali hazırda Netanyahu'nun yakın çevresi de dahil olmak üzere bazı isimlerin paylaştığı haritalarda Türkiye'nin güney sınırındaki bazı şehirler "İsrail toprağı" olarak gösterilmektedir. Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan da TBMM Yasama Yılı açılışında yaptığı konuşmada bu duruma değinmiştir. "Vaat edilmiş topraklar" hezeyanıyla hareket eden İsrail yönetiminin, tamamen dini bir fanatizm ile Filistin ve Lübnan'dan sonra gözünü dikeceği yer, açık söylüyorum, bizim vatan topraklarımız olacaktır. Şu anda bütün hesap bunun üzerinedir. Birileri ısrarla görmek istemese de Netanyahu hükümeti, Anadolu'yu da içine alan bir ham hayal kurmakta, ütopya peşinde koşmakta, bu niyetlerini de çeşitli vesilelerle ifşa etmektedir. 7 Ekim'den beri yaşanan her gelişme, bu tehdidin boyutunu biraz daha artırmaktadır."

Ateş yanı başımızda

DEAŞ'ın birden ortaya çıkması, Irak ve Suriye'nin büyük kısmında hakimiyet kurması ve sonrasında çekildiği yerlere ABD desteği altında SDG kılıfı giydirilmiş PKK'nın Suriye uzantısının yerleştirilmesi uzun vadeli bir planın aşamaları olduğu aşikardır. İsrail'in de bu doğrultuda PKK/SDG'ye verdiği destek açıktır. Eski Bakanlardan Ayelet Shaked'in PKK/SDG hakkında "Harika kahramanlar, Türklere karşı savaşı da kazanacaklarını umuyorum" söylemi basite indirgenmeyecek derecede önemlidir. Ayrıca Netanyahu'nun özellikle son dönemlerde sık sık TSK'nın sınır ötesi operasyonlarını hedef alması tesadüf değildir. ABD öncülüğünde yürütülen ve Irak'ın kuzeyinden Suriye'nin kuzeyine uzanan PKK/SDG kontrolünde olacak sözde bir yönetimin oluşturulması açıktır. Böyle bir oluşumun varlığı en fazla İsrail'in işine geldiği için destekleyici açıklamalar malumun ilanı durumundadır. Bu projeye ilk darbeler Fırat Kalkanı, Zeytin Dalı, Barış Pınarı Harekatları ile vurulmuştur. Dolayısıyla Cumhurbaşkanı Erdoğan'ın, "Bakınız Hatay'ın Yayladağı ilçesindeki Suriye sınırından, Lübnan sınırı, karayoluyla 170 kilometredir ve Türkiye, Lübnan'a arabayla sadece 2,5 saat uzaklıktadır. Antakya ile Gazze arası, Ankara ile Aydın arası kadardır. Yani işgal, terör, saldırganlık hemen yanı başımızdadır" sözleri anlam kazanmaktadır. Mevcut şartlar altında Türk askerinin Irak ve Suriye'den çekilmesinin neticelerinin nelere mal olacağını anlayabilmek için son yaşanan hadiseler yeterli derecede fikir vermektedir. Öte yandan ateşin, stratejik konumda bulunan Kıbrıs'a sıçraması çok daha tehlikeli hadiselerin yaşanması potansiyelini taşımaktadır. Kafkasya'daki durum, Zengezur Koridoru, Irak'la askeri işbirliği ve güvenlik anlaşması, Doğu Akdeniz'deki pozisyon, Kalkınma Yolu Projesi, Mısır ile yakınlaşma asla birbirinden bağımsız başlıklar değildir.

Lübnan'ın savunması

Her ne yaparsa yapsın ABD ve İngiltere'nin sorgusuz desteğinin farkında olan İsrail her geçen gün saldırganlığının boyutunu ileri noktaya taşımıştır. Sene başında Hamas'ın en önemli simalarından Salih Aruri'nin Beyrut'ta suikasta uğramasının ardından yakın zamanda İsmail Haniye, Hasan Nasrallah ve İran Devrim Muhafızları'nın yirmiden fazla üst düzey komutanı bombalı saldırılar sonucu hayatını kaybetmiştir. İran hem kendisine hem de "direniş ekseni" diye tanımladığı vekil güçlere (Suriye, Irak, Lübnan ve Yemen'de) yönelik saldırılara cevap vermek zorunda kalmıştır. Gerek iç kamuoyu gerekse vekil güçlere "buradayım" mesajı vermek adına büyük ve benzeri görülmemiş bir füze saldırısı düzenlemiştir. İran Devrim Muhafızları harekâtı, "Şehit Haniye, Seyyid Hasan Nasrallah ve Şehit Nilfroushan'ın şehadeti üzerine işgal altındaki toprakların kalbini hedef aldık" açıklamasıyla duyurmuştur. Söz konusu misillemeden önce hem Rusya hem de ABD'ye bilgi verilmesi, Amerikan gazetelerinin İran'ın saatler içinde saldıracağını ilan etmesi ayrıca dikkat çekici bir durumdur. Erken uyarılar karşısında halk sığınaklara çekilmiş, gerekli tedbirler alınmıştır. Demir Kubbe (Iron Dome) hava savunma sisteminin yeterince işlevsel olmaması nedeniyle önemli sayıda füze İsrail'e düşmüş ancak herhangi bir yaralanma meydana gelmemiştir. Ülkenin merkezindeki birçok ev şarapnelden, bazıları da füzelerden hasar görmüştür. Diğer yandan şarapnel parçaları nedeniyle Filistin'den bir kişi hayatını kaybetmiş, Ürdün'de ise iki kişi yaralanmıştır. İran saldırısının İsrail tarafında fazla bir tahribat vermemesinin en önemli nedenlerinden biri de Amerikan ve İngiliz kuvvetlerinin füzelere müdahalesidir. Hali hazırda İsrail etrafında konuşlanmış Amerikan gemileri tarafından korunmakta, yeni uçak filoları ardı ardına bölgeye gönderilmektedir. F-35, F-22, F-15E, F-16 savaş uçaklarının yanında A-10 uçaklarının da varlığı önemli bir ayrıntıdır. Zira A-10'lar, öncelikle tanklar olmak üzere düşman zırhlı araçlarıyla savaşmak için tasarlanmış bir saldırı uçağıdır. Bu da Lübnan'a yönelik kara operasyonunda Amerikan desteğinin açık bir işareti olarak görülmektedir. İsrail ordusuna bağlı düzenli piyadeler, zırhlı birlikler, komando ve paraşütçü birlikleri kara harekâtı kapsamında Lübnan'ın güneyinden işgale başlamıştır. İsrail tarafı harekatın sınırlı ve yerel düzeyde kalacağını belirtse de saldırının şiddetinin artması kuvvetle muhtemeldir. Dış destekle mukavemet boyutunun ise daha farklı olacağı ihtimal dahilindedir. Cumhurbaşkanı Erdoğan da son konuşmasında bu duruma vurgu yapmış, İsrail'i çok net bir şekilde uyarmıştır: "Lübnan'a kara harekatının sonuçları, geçmişteki işgallerine benzemeyecektir. Savunmasız, izole, bütün dünyadan yalıtılmış bir Gazze savunması ile Lübnan'ın savunması aynı olmayacaktır."

İran'da rejim değişikliği olur mu?

Son olarak; ABD ve İngiltere desteğini arkasına alan İsrail'in en önemli hedefi İran'da bir rejim değişikliğine gidilmesini sağlamaktır. Bu minvalde Netanyahu videolu bir mesaj ile İran halkına seslenmiştir. İsrail'in Ortadoğu'da ulaşamayacağı hiçbir yer olamadığını ileri süren Netanyahu İran'ın düşünülenden çok daha yakın zamanda "özgürleşeceğini" iddia etmiştir. Bu mesaj sonrasında İsrail Diaspora Bakanı Amichai Chikll'nin İran'ın sürgündeki siyasetçisi Rıza Pehlevi ile el sıkıştığı bir kareyi "İnşaAllah yakında Tahran'da" cümlesiyle paylaşması geleceğe dair düşüncelerini ortaya koymuştur.

[email protected]