Bizde eğitim, öğretmen ve okul, aşk filmlerine kurban edilmiştir. Hemen bütün filmler, hoca denilince sadece camideki görevliyi anlayan, sosyolojisi yapılmamış, psikolojik olarak öğrenciyi, veliyi, öğretmen camiasını hesaba katmamış, güncellenmiş 'Hababam Sınıfları'dır.
Kâmil Yeşil / Yazar
Üstad Necip Fazıl "İnsanlık tarihinin gidişatını teknik olarak tekerlek, sanat olarak tiyatro değiştirmiştir;" der. Günümüzün televizyon ve interneti bu listeye ilave edilmelidir. Sanat felsefesinin en önemli kuramlarından biri olan mimesis, Eflatun'un "mağara" metaforu ile tiyatroda somutlaşmıştır. İnsanın fıtratına, olayın karakterine, verilecek mesaja göre şekil alabilen tiyatro (dram, trajedi, komedi, müzikal, koro, tek kişilik, saçma, vodvil, feeri vs.) öncelikle bir "eğitim" sanatı idi. İnsanın duygusal eğitimi, toplumsal eğitim hep bu sanat üzerinden yürütülmüştür. Güldürürken düşündüren, eğlendirirken eğiten sanat olarak bu ayrıcalığını, üstünlüğünü, öncülüğünü uzun zaman sürdürmüştür.
Toplum dizaynı ve tiyatro
Bütün bunlar Batı'da böyle idi; "biz"de daha çok böyle. Çünkü biz tiyatroyu toplumu dizayn etmek için "kullanan" bir yazar, sergileme, seyretme anlayışına sahibiz. 'Şair Evlenmesi' ile başlayan bu çizgi hiç değişmemiştir. Vatan kurtarılacak gelsin tiyatro. Hürriyete kavuşulacak, aile kurtarılacak (çok eşlilik, kız çocuklarının eğitimi, miras vs.) gelsin tiyatro. Komünizm getirilecek, İslam tebliğ edilecek, Cumhuriyet'in altı oku yerleştirilecek gelsin tiyatro. İnançsızlık, nihilizm, anarşizm vs. Bu kadar araçsallaştırılan veya sanata bu yükü yükleyen bir entelijansiya bunları Rusya, Çin ve Küba'dan öğrenmiş olsa gerekir.
Kutsama aracı
Günümüz sineması –kısmen kurtulmuş olsa da- televizyon dizilerine aynı anlayış hakimdir. Tiyatroda ne yapıldı ise aynı şeyler bu mecralarda da oldu. Tiyatroya hakim olan metinler, yazarlar aynı temaları değiştirmeksizin sinemaya taşıdılar. Padişah, saltanat, hilafet kötülenecek; gelsin sinema. Batı tarzı hayat kutsanacak, Cumhuriyetin altı oku yerleştirilecek, komünizm propagandası yapılacak; gelsin sinema. Muhafazakâr anlayış da tabii olarak aynı yolu izlemiştir. İnsanlar hidayete erecek gelsin sinema. O kadar ki "sol" sanatçı "sağ" temalı filmde oynamamış, yapılan işe "rol" olarak bile bakmamış; İslami temalı filmde oynayan oyuncunun üstü çizilmiştir. Sinema (ve televizyonun) haksızlık ettiği en önemli kavramlar ironik bir şekilde "okul, öğretmen, talebe, bilgi" gibi değerler olmuştur. Reşat Nuri'ye göre, Anadolu, "Yeşil Gece"dir. Öyle bir öğretmen tipi çizdi ki milleti içinden vurmak isteyen hain ancak böyle çizebilirdi.
Siyah beyaz sinema, film, televizyon da işe buradan başladı. Rahibeler okulundan mezun, tam rahibe/hristiyan/Batı kültürü ile yetişen ve aşk ihanetine uğrayan bir kızdan, idol "yaratan" Çalıkuşu Feride'nin gittiği Anadolu'da öğretmene ihtiyaç vardı. Köyde okul yoktu, olanlar yetersizdi var olanlar da Elifba öğretiyordu. Dikkat edilirse Faruk Nafiz'in Anadolu'su değildir Çalıkuşu filmlerinin Anadolu'su. Çalıkuşu, ihanete uğradığı sevgilisinden /İstanbul'dan nasıl kaçmışsa; Mevlevi şeyhi Yusuf Efendi'nin gizli aşkından doğacak söylentilerden de uzak durmak için Zeyniler köyünden kaçar. Bundan dolayı diyebiliriz ki Çalıkuşu bugünün öğretmenlerinin rol modeli değildir. Köy Enstitülü yazarlar da öncüleri Yakup Kadri, Reşat Nuri gibilerin şablonlarını –biraz geliştirerek- sürdürmüşlerdir. Köy yine cehalet kuyusundadır. Muhtar ve hoca el ele verip köyü sömürür. İnsanlar ağaçlara, mezarlara çaput asar. Traktör, zirai ilaç, tohum, sulama yoktur. Bir öğretmen gelir ve memleketi köyden kalkındırma ülküsüne sıkı sıkıya bağlı olarak işe el koyar. Köy hocasını karşısında bulur. Kız çocukları cahil ve kuma olmayı beklemektedir. Doğum yapacak kadınlar doktora, ebeye gitmez, üfürükçülere gider. Ebemiz veya öğretmenimiz bir kurtarıcı olarak işe girişir. Büyük mücadeleler sonunda köye traktör, sulama kanalı, baytar, ilaç, yol gelir. Kızlar okullu olur. Ve memleket kurtulur ! Bu böyle ise, niçin bir sinema filmi ve bir TV dizisi çekilmemiştir Köy Enstitüleri için? Çünkü böyle bir Köy Enstitüsü gerçekliği yoktur. Çünkü Köy Enstitüleri sadece bu anlatımdan ibaret değildir. Bu okulları yakından tanıyan kişiler hâlâ hayatta ve efsaneyi yalanlıyor. Çünkü Köy Enstitülerini ateizmi, Darvinizmi, komün hayatını özendirmeyi dışta tutarak çekemezsiniz. Bu dönemin filminin, dizilerinin yapılabilmesi için Köy Enstitülerinin kapatılma gerekçeleri, basında yazılanları, TBMM'de söylenilenleri, halkın arasında dolaşan bilgileri de yansıtmak zorundalar ki o zaman büyü bozuluyor, güzellemelerin yalakalık, tutuculuk olduğu anlaşılıyor.
Acaba bu okullardaki öğretmen profilini gösterime sokabilir ve günümüz öğretmenlerine "işte öğretmen budur, böyle olun" diyebilir misiniz? Yine Köy Enstitüsü talebelerinin hayat şartlarını, mekanlarını, davranış ve müfredat edin(dir)me şekillerini beyaz perdeye aktarıp, günümüz talebelerine "işte böyle olun, talebe dediğin böyle olur" diyebilir misiniz? Diyemezsiniz.
Onların dünyası Hababam Sınıfı'ndan ileri gidemedi. Hababam Sınıfı adı altında çekilen ona yakın filmde, günümüz anne babalarına, öğretmenlere ve öğrencilere örnek olarak gösterilebilecek kaç tane öğrenci profili, öğretmen profili, idareci profili var? Bir "dizi sinema"nın bütün öğrenci karakterleri başarısız, saygısız, tembel, serseri; bütün öğretmen karakterleri yaşlı, sağır, deney yapamayan, birbiriyle (aşkta) rekabet halinde, öğrencisine âşık, öğretmenine âşık, öğretmeni hor gören, onu taklit eden, gizli gizli evlenen, çocuk sahibi olan, okuldan kaçan öğrenciler olabilir mi? Bütün veliler çocukları için saldım çayıra mevlam kayıra tavrında mıdır?
Yüz yıllık Türk Sinema tarihinde okul öncesinden üniversiteye kadar herkesin döne döne izlediği, okulların açılış ve kapanış zamanlarında, sömestre tatillerinde gündemle ilgili imiş gibi herkese döne döne izlettirilen kült film Hababam Sınıfı işte budur. Oysa bu zamana kadar okul öncesi, ilkokul, orta okul ve lise için, dönemlere, mesleklere, ihtiyaçlara göre espriyi, nükteyi, sanatsal olanı da barındıran, eğlendirirken eğiten onlarca filmimiz olmalı değil miydi? Ben bu öğrenci karakterini oynamam, ben bu öğretmen karakterini oynamam, ben bu müdür karakterini oynamam diyecek oyuncularımız; para için, reting için ben bu filmi çekmem diyen yönetmenlerimiz olmalı değil miydi?
Edebiyat meselesi
Hababam Sınıfı başta olmak üzere filmlerin genelde edebiyat öğretmeni üzerinden ilerlediğini görüyoruz. Mesela TRT dizisi olan Gönül Dostları'nın karı koca karakter öğretmenleri branş olarak edebiyat öğretmenidir. Hababam Sınıfı'nda öğretmen Semra hanımdan başka Zühdü ve Mehmet Bey olmak üzere iki edebiyat öğretmeni daha vardır.
Mizahi ögeler bakımından diğer derslere göre daha bol malzeme içerdiği ve de senaristler/yazarların branşı ile uyum halinde olduğu için böyle bir kolaylık tercih edilmiş gözüküyor. Edebiyat öğretmeninin aynı zamanda şairane bir kişi olacağı varsayımı da bu tercihi kolaylaştırmış olmalıdır. Film ve diziler öğrencilerin psikolojik, ekonomik, aile sorunlarını öne çıkarıyor. Ancak bu filmlerde dersin önemine dair hiçbir durum söz konusu değildir, öğretiminde farklı bir eğitim metoduna dair hiçbir şey teklif içermez, repliklerin, rollerin, metotların branş bakımından öğreticiliğe, milli eğitime katkısı sıfırdır. Öğretmenler sınıfa girer. Kendilerini tanıtır. Konunun adını söyler. Şiirden bir bölüm okurlar. Şair burada ne demek istemiş olabilir, kim söyleyecek sorusu ile (cevap bile alınmadan) ders biter. Edebiyatımızın önemli isimleri olarak bu derslerde Yunus Emre, Pir Sultan Abdal, Karacaoğlan, Cahit Sıtkı, Mehmet Akif, Tevfik Fikret isimleri şöyle bir zikredilip geçiyor. Öğretmenler arası başta olmak üzere öğrencilerin en çok tartıştıkları konu divan edebiyatı ve divan şiiridir.
Hem Hababam Sınıfı'nda Zühtü Bey, geleneksel edebiyat ile dili birleştirmiş bir karakterdir. Öğretmenler odasındaki tartışmada kendi yaşıtı öğretmenler bile bu dile itiraz eder. Divan şiirinin hor görülmesi, edebiyat denince terkiplerin hatırlanması ve yüzyıllara ait bir kültürün mahkum edilmesi öğretilir ilgili sahnelerde. Öğrencilerin isim vermeden, önceki yıllarda çağdaş edebiyatı da okuduklarını söylemesi ile bu zıtlık koyulaştırılır. Birkaç derslik bir eğitimle öğretilebilecek olan aruz ölçüsü yine Hababam Sınıfı ile mezara gömülür. Hababam Sınıfı'nın diğer bir edebiyat öğretmeni Semra öğretmendir. Yeni mezun olmuştur. Zor şartlarda okumuştur. İdealisttir. Fakat özel okul öğrencileri ile baş edecek tecrübesi yoktur. Semra hocanın ders yaptığı sahnelerde edebiyat adına gazel örneği işlenir. Ancak öğrenciler uzun hava okuyarak bu gazel ile dalga geçer. Semra hocanın yazılı soruları da üniversitedeki eski hocaların ölçme sorularına benzer. Çok geneldir. Sınırları belli değildir. Hababam Sınıfı'nın üçüncü edebiyat öğretmeni Mehmet Çiçek'tir. Ağız/telaffuz bakımından köyünün hançeresi ile konuşur ve öğrenciler tarafından alaya alınır.
Gönül Dostları'nın edebiyat öğretmenleri filmin başrol oyuncu karakterleri olmasına rağmen branşları ile öne çıkmaz. Bayan öğretmen ailesi ile problemli olan, şımarık, uyuşturucuya alışmış, aile zengin olduğu için okumayı düşünmeyen, asi gençlerin problemleri ile ilgilenir. Erkek edebiyat öğretmeni bu dizide karısını aldatan, kız öğrencinin âşık olduğu, memur olduğu için geçim sıkıntısı çeken, İstanbul trafiğinde derse yetişmek için iki ayağını bir pabuca sokan öğretmen karakterdir. Bu dizinin yazarı/senaristi de hem edebiyat öğretmeni hem yazar olmasına rağmen, dersin önemi, muhtevanın konuya göre işlenişi, dil-kültür ilişkisi, okuma kültürü gibi esaslı meselelerle ilgili hiçbir şey söylemez.
Okul kurban edildi
2003-2006 tarihleri arasında önce Kanal D'de yayınlanan, sonrasında Show TV'ye transfer olan Hayat Bilgisi, dört sezon yüz otuz yedi bölüm sürmüştür. Dizi, anne ve babasını bir trafik kazasında kaybeden modern öğretmen Afet Hanım ile kardeşi Kerem'in Anadolu'yu dolaştıktan sonra İstanbul'da bir özel lisede geçtiği var sayılan olaylar üzeri kurulmuştur. Hayat Bilgisi, geliştirilmiş ve genişletilmiş bir Hababam Sınıfı'dır. Diziden geriye "inna sabirin" repliği ile din dersi öğretmeni, "Hoca camide" öğretmeni, öğrencileri-velileri para kasası olarak gören okul müdürü, salak bir hademe tipinin yanı sıra: aile ilişkileri iyi olmayan, çete olaylarına karışan, zeka, bilgi, ahlak gibi erdemleri olmadığı için erkek arkadaşlarına güzelliklerini ve cilvelerini gösteren kızlardan başka bir şey kalmamıştır. Eğitim sorunlarına, öğretmen sevgi ve saygısına, okul aile ilişkilerine katkısı yüzde ondan fazla değildir. Filmin baş oyuncusuna göre yazılmış senaryodan öğretmen filmi olabilir mi? Böyle olursa o eser kült eğitim filmi haline gelebilir mi? Bizde eğitim, öğretmen, okul, aşk filmlerine kurban edilmiştir. Hemen bütün filmler, hoca denilince sadece camideki görevliyi anlayan, sosyolojisi yapılmamış, psikolojik olarak öğrenciyi, veliyi, öğretmen camiasını hesaba katmamış, güncellenmiş Hababam Sınıflarıdır.
Cüneyt Arkın , Fikret Hakan, Meral Orhonsay, Eşref Kolçak dörtlüsünün oynadıkları "Öğretmen Kemal" filmi tam bir CHP/Köy Enstitüsü zihniyetini yansıtır. Dönem ilişkisi kurulduğunda bu filmi 12 Eylül rejimine bir selam olarak kabul edebiliriz. Atatürkçülük adına darbe yapan Kenan Evren zamanında, tek kanallı televizyonda gösterim imkanı düşünüldüğünde bu hususu daha iyi anlarız.
"Öğretmen Zeynep" ise tam bir "Hülya Avşar filmi"dir. Yani, Hülya Avşar oynasın diye yapılmış bir film.. 1989 yapımı. Bu yıllarda özel ders vermek, dershanecilik eğitimin önemli bir parçasıdır. Film, gerçekliğini de bu olgudan alıyor. Tek maaşla geçinmek zordur. Öğretmen camiası da ya evlerde ya dershanelerde özel ders vermek suretiyle bu cendereden çıkmaya çalışmaktadır. Öğretmen Zeynep de ekonomik sorunlar sebebiyle okul dışında özel ders vererek geçinmeye çalışır. Ünlü iş adamı Selim Karadağlı'nın oğluna özel ders verecektir. Şımarık genç, öğretmenine aşk teklifinde bulunur. Hatta sarkıntılık yapar.
Müfettiş meselesi
Baba Selim'in yeraltı dünyasıyla olan bağlantıları Zeynep'i yavaş yavaş mafyanın içerisine çeker. Filmin en önemli sahneleri artık mafya, polis, cinayet, kanun dışı ilişkiler üzerinden ilerler. Senaristliğini Safa Önal yaptığı Öğretmen Zeynep'te ne köklü bir eğitim sorununa ne ideal öğretmen profiline ne de bilgiye ihtiyaç duyan bir öğrenci profiline yer var. Bu bir Hülya Avşar filmi. O kadar.
Denilebilir ki öğretmen-eğitim-okul-toplum ilişkilerini dengede tutarak ideolojik söylemden uzak durmayı başarmış en önemli Çalıkuşu uyarlaması "Bir Dağ Masalı"dır. Bu filmde de öğretmenin Anadolu'ya geçişi sebebi aşk ihanetine uğramasıdır. Diğerlerinden farklı olarak bu filmde müfettiş olgusu ile karşılaşırız. Köylü, asılsız isnatlarla öğretmeni şikayet eder. Eğitim-öğretim faaliyetinin bir bileşeni olarak teftiş kurumu ele alınmıştır. Bu anlayışa göre eğitim öğretimden istenen sonucun alınması için kanun, yönetmelik ve tüzüklere sıkı sıkıya bağlı olmak gerekir. Teftiş öncelikle yazılı belgeler üzerinden yürütülür. Hababam Sınıfı'nda sadece öğretmen-öğrenci profili değil; müfettiş de meslek sınırları, etiği, saygınlığı içinde ele alınmaz. Eğitimin en önemli paydaşı olan müfettiş de güme gider.
"Bir Dağ Masalı"nda teftişe konu olan bayan öğretmen mevzuat dışı harcama yapmıştır. Eve erkek almaktadır. Talebeleri ders dışında bahçeye, oraya buraya götürmektedir.
Milli Eğitim müfettişi olarak görev yapan Reşat Nuri Güntekin, benzer meselelerle ilgili teftiş yapmış olmalı ki bu hususlara senaryosunda yer vermiştir. Bir Dağ Masalı aslında bir Çalıkuşu hikayesidir. Bu çekimde başka Türk filmlerinde görülmeyen bir ayrıntı dikkati çekmektedir. O da imamın, öğretmene destek olması, cemaati, okul, yol, eğitim işlerine seferber etmesidir. Geleneksel yapıda çatışma unsuru olan bu husus filmde görülmez. Öğretmen de camiye gitmiş ve imamın kürsüde söylediklerine şahit olmuştur. Kadın öğretmenin başını bağlayarak camiye gitmesi de artı bir durumdur.
Filmin diğer sahneleri aşk, kaçak kardeş, doktor üçgeninde devam eder. Öğretmen-doktor evliliğine doğru yol alırız.
İdeolojik söylem birazcık geride bırakılırsa bu alanda neler yapılabileceğini gösteren müspet film ve dizi örneklerinin en önemlisi Kimyacı'dır. Kanal'7 televizyonunun bir yapımı olarak gösterime giren dizi Kombassan'ın kurucusu Haşim Bayram'ın hayat hikayesi üzerine kurulmuştur. Branşında iyi, talebeye yaklaşımı öğretmene yaraşır, fedakar ve dindar Kimya öğretmeni, bazı konuları din ile irtibatlandırarak işlediği ve okuma meraklısı öğrencilere dini içerikli kitaplar tavsiye ettiği için önce soruşturmaya uğrar, sonra yer değiştirme cezası alır ve en sonunda meslekten ihraç edilir. Bu ihraç, öğretmeni hayattan koparmaz. Ticarete yönlendirir. Dürüstlüğü, girişimciliği, öğretmenlikten gelen sosyalliği sayesinde büyük bir ticari kuruluşun yöneticisi olur. Şerden hayır çıkarır.
Bu bağlamda "İki Dil Bir Bavul" ve "Mucize" filmlerinden de bahsetmeliyiz.
"İki Dil Bir Bavul" üniversiteden yeni mezun olmuş ve uzak bir Kürt köyüne atanmış Türk öğretmenin bir yılını, onun okula yeni başlayan ve Türkçe bilmeyen çocuklarla yaşadıkları anlatılır. Bir yıl boyunca öğretmenin farklı bir topluluk ve kültür içindeki yalnızlığına, çocuklar ve köylülerle yaşadığı iletişim problemine, çocuklardaki değişime tanık oluruz. Bu süreç boyunca öğretmen ve çocuklar birbirlerini yavaş yavaş tanımaya ve anlamaya başlarlar.
Mucize filmi de benzer bir temadan hareket eder. Bu filmde konuşma özürlü bir gencin elinden tutulursa nasıl eğitilebileceğini, kendini insanlara adamış öğretmenin mutlaka bir semere alacağını görüyoruz.
Fakat hepsini toplasan bir "Hıçkırık" etmez.
Eğitim sorunu denilince; "atanamayan öğretmenler" öğretmen maaşlarının yetersizliği, şehirdeki hayatın zorluğu, Atatürk İlkeleri ve İnkılapları, bilim-din çatışması, ağalık, öğretmen-imam zıtlığı, kız çocuklarını okutulmaması, Darwin teorisi, din derslerinin zorunlu olup olmaması, İmam-Hatip Liselerinin katsayısı, baş örtüsü ile derse giren öğretmen ve öğrencileri yani eğitim, kültür, gelecek tasavvuru, milletin değerleri gibi konu dışı mevzuları anlayan bir zihniyetten böyle bir film çıkmazdı doğrusu.
Şerif Mardin'in "imam-hoca, öğretmeni yenmiştir, çünkü Cumhuriyet, "doğru"nun, güzelin, faydalının, iyinin kaynağını gösterememiş, bu konuda insanları ikna edememiştir ve fakat hoca/imam, bu değerlerin kaynağını dinden göstererek halkı ikna etmiştir ve üstelik hocanın savunduğu değerlerin ahreti de vardır" sözlerini şimdi daha iyi anlıyoruz.
Ben anladım da anlaması gerekenler anladılar mı ondan emin değilim.