Şimdi canavarlar zamanı

Prof. Dr. Mazhar Bağlı/ Akademisyen, Yazar
14.03.2025

Gramsci'nin 190'larda söylediği “Eski dünya ölüyor ve yeni dünya doğmak için mücadele ediyor, şimdi canavarlar zamanı” sözü, Trump'ın iktidarı ile birlikte yeniden akademinin gündemine geldi. Bu ifade, günümüz Avrupa'sının durumunu en yalın haliyle ifade etmektedir.


Şimdi canavarlar zamanı

Prof. Dr. Mazhar Bağlı/ Akademisyen, Yazar

Günümüz siyaset felsefesinin önemli isimlerinden birisi olan Arnavut asıllı İtalyan filozof Antonio Gramsci son derece çalkantılı bir dönemde, 1891-1937 yılları arasında yaşadı. İki önemli küresel sorunu kendisine dert edindi. Gelir dağılımındaki adaletsizlik ve faşizm. Her iki konuya ilişkin hem teorik çalışmalar yaptı hem de pratik mücadele verdi. O hem bir fikir adamıydı hem de sıkı bir devrimci. Her iki alanı da bizzat yaşayarak okuyan birisiydi. Bundan dolayı da son derece isabetli analizler yapıyordu. Hayatı acılar ve zorluklarla geçti. Deneyimleri ve idealleri onu bir siyaset dehası yaptı adeta. Bana göre onun en büyük dehası, toplumsal değişimin yönüne ilişkin olan öngörüsüydü. İtalya'daki siyasi gidişatta belirleyici bir aktör olmak için kurduğu ve başına geçtiği sosyalist partiden milletvekili seçildi ancak Mussolini faşizmi onu kendisine rakip olarak görüp tutukladı. Kitaplarının büyük bir kısmını da burada, hapishanede yazdı. Mussolini faşizminin oluşturduğu "hegemonya" onun kitaplarının şifreli diliydi. Hatta kitaplarının yasaklanması davasına bakan savcının "bu işleyen beyni durdurmalıyız" dediği rivayet edilir. Her siyaset felsefecisi gibi onun da asıl amacı "iktidar" üzerine düşünmek ve yazmaktı.

İktidarın giderek farklılaştığı bir süreçte Avrupa'nın birbirini boğazlamak için gizli plan hazırlıklarını çeşitlendirdiği bu dönemde o, yaklaşmakta olan felaketi görüyordu. Gidişatın bir büyük harbe neden olacağı öngörüsünde bulunarak "Eski dünya ölüyor ve yeni dünya doğmak için mücadele ediyor, şimdi canavarlar zamanı" sözü, Trump'ın iktidarı ile birlikte yeniden akademinin gündemine geldi.

Yeni bir dünya kurmak

Zira bu ifade, yani "şimdi canavarlar zamanı" sözü, günümüz Avrupa'sının durumunu en yalın haliyle ifade etmektedir. Avrupa Birliği, İkinci Dünya Savaşı'ndan sonra "yeni bir dünya kurmak" için doğdu. Sanayinin ve kalkınmanın ham maddesi olan kömüre ve çeliğe sahip olanlara karşı bir başkasının "canavarca hislerini kontrol etmek için" kurulan birlik, dikensiz bir gül bahçesi hayaline uygun olarak şekillendi. Ancak Avrupa'nın yaslandığı Grek Felsefesi, Yunan Mitolojisi ve Hıristiyan Teolojisi hayal edilen bu güvenli limanı inşa etmeye yetmedi.

Onlar, yaslandıkları bu temel parametrelerdeki eksikleri gözden geçirmek yerine bunlara rakip olabilecek olan inanç ve düşüncelere karşı entrikalar ve tezgahlar kurmaya çalıştılar, düşmanlıklar inşa ettiler. Düşünün ticari ve kültürel olarak en çok ilişkide bulundukları, herhangi bir açmazla karşılaştıklarında kendilerinden yardım isteyebilecekleri İslam dünyasını DEAŞ gibi bir canavar eliyle hem ötekileştirdiler hem de dizayn etmeye çalıştılar. İslam'la ve Müslümanlarla "harp etmek için" Avrupa devletlerinin istihbarat teşkilatlarının özel icadı olan DEAŞ, onların dünyaya bakışının tipik bir örneğidir. Dikkat edilirse örgüt, ABD öncülüğünde ve desteğindeki Batı dünyasının işgal ettiği topraklarda doğdu ve yaşadı. Kendi elleriyle icat ettikleri canavar üzerinden tüm Müslümanlara "cihatçı" yaftasını yapıştırıp hegemonyalarını hem meşrulaştırmak hem de devam ettirmek istediler ve bunu başardılar da.

Ancak bugün dünyanın geldiği notada onların DEAŞ eliyle Müslümanlara karşı ürettikleri nefret ve kin, artık tek başına onları "ötekinin" tehdidinden korumaya yetmiyor. Gerek Afganistan'daki yeni yönetim gerekse de Suriye'deki devrim sonrası manzara onların bu aparatının fonksiyonunu yitirmeye başlamasına neden olmuştur. Halk deyimi ile söylemek gerekirse takke düştü kel göründü. İki konu DEAŞ'ın Batı istihbaratlarının icadı bir aparat olduğunu çok açık bir şekilde göstermektedir. Birincisi ABD'nin herhangi bir alanı taşeronu olan yapılara vermesinden çok kısa bir süre önce oranın bu örgüt tarafından işgal edilmesi ve daha sonra sözümona bir kahramanın gelip o bölgeyi bu canilerden temizleyip orada efendisi için taşeronluk yapmaya başlamasıdır ki bu senaryo şimdiye kadar hiç şaşmadı. İkincisi de bütün bu özel gayretlerine ve çabalarına rağmen hamdolsun ki bu terör örgütü hiçbir makul İslam toplumunun doğal bir parçası olamadı, olması da mümkün değildir.

Diplomatik teamüller yok oldu

Avrupa epey bir süredir istediği "emperyal" politikaları tesis etmek için kendi kendisine öteki taraftan canavarlar icat ediyordu ve bu konuda da çok büyük başarılar elde etti. Ama artık kendi içlerinden sahici canavarlar türedi. Muhayyel olan canavar ete kemiğe büründü somut olarak karşılarında duruyor. Trump.

Trump'ın dünya tarihinin tüm diplomatik teamüllerini yok sayıp Ukrayna başbakanını azarlayıp Beyaz Saray'dan kovmasından sonra Avrupa Birliği ülkelerinin neredeyse tamamı acaba ben de bir gün aynı muameleyi görür müyüm diye korkmuşlar ki ertesi gün "Ukrayna" konulu acil bir toplantı yaptılar.

Toplantı yapmanın veya bildiri yayınlamanın hiçbir faydası yok. Şimdi canavarlar zamanı. Ki zaten Batı siyaset felsefesi "canavar devlet" fikrine de son derece aşinadır. Kendisini bundan korumak için tarihindeki hangi filozofa giderse gitsin, gönüllerinde, geçmişlerinde ve geleceklerinde var olan hangi siyasi düşünceye sığınırsa sığınsın bu kanlı katil hep yolunu kesecektir.

Zira insana ait olan ne kadar ilahi-evrensel değer varsa hepsini kendi inşa ettikleri ile değiştirdiler. Vicdanın, merhametin, ahlakın ve adaletin biricik kaynağı olan vahyi paranteze aldılar. Bunların yerine görev ahlakı, biyolojik vicdan, evrensel normlar, evrensel insan hakları, demokrasi, sosyal adalet, eşitlik vb gibi yaldızlı ifadelerle inşa ettikleri beşeri değerleri ikame ettiler. Ancak bu yapmacık değerler içimizdeki "canavarı" ehlileştirmeye güç yetiremedi.

Şimdi insanlık tekrar bir dönüm noktasındadır. Yeni bir düzen kurulmanın arifesindeyiz. Yeni bir dünya doğuyor. Geçmişten dersler alarak geleceği inşa etmezsek şu an içine dahil olduğumuz kaostan kurtulmak için mucize beklemek durumundayız.

Batı'nın vardığı medeniyet seviyesi: Trumpizm

Zira insanlık tarihinin lineer/doğrusal bir çizgide hep ileriye doğru giderek değiştiğini söyleyen tez çöktü. Günümüz Batı medeniyetinin vardığı en üst seviye Trumpizmdir. Burası insanlığın varacağı ideal konum olmadığını söylemeye hacet yok sanırım. İnsanlık tarihinin helezonik bir şekilde ilerlemesine uygun davranarak bu sonucu paranteze alabiliriz. Dolayısıyla da içine düşmüş olduğumuz kör kuyudan kendi külünden kendimizi yeniden yaratarak kurtulamayız.

Sahip olduğumuz bilgiye bir bilgi daha ekleyerek yaklaşmakta olan felaketten korunabiliriz. Kuran-ı Kerim'de bize vahyedilen Hz. Yusuf'un hikayesi bu konudaki en çarpıcı hikayelerden birisidir. Yaklaşmakta olan kıtlığın ve bolluğun etkilerinden korunmak için sahip oldukları bilgiden başka bir bilgiye daha muhtaç olduklarını görüyoruz. Hz. Yusuf, kendisine öğretilen ilahi bilgi ile, rüyaların sahih yorumu ile tesis ettiği sistem sayesinde Mısır'ı ve halkını felaketten koruyabildi.

Şimdi de aynı şekilde dünyayı açık bir felaket bekliyor. Trump, aklındaki coğrafya bilgisine konu olan her kara parçasını işgal etmek istiyor, onun Dışişleri Bakanı ise alnına çizdiği haç işareti ile basın toplantısı yapıp Müslümanları tehdit ediyor ve hunhar Siyonizm'i övüyor, destekliyor.

Dünyada hangi devlet yaklaşmakta olan bu felaketten kendisini koruyacağından emin? Hangi ülke başbakanı aynı muameleyi görmeyeceğini düşünüyor?

Bu kaotik durumdan kurtulmak için Avrupa'nın sahip olduğu epistemoloji onlara bir kurtuluş reçetesi sunamayacaktır artık. İçinde "marifetin" olduğu bir bilgi kuramına ihtiyaçları var. Zaten toplum tarihi de bize bunun gerekliliğini gösteren örneklerle doludur. Herhangi bir toplum bir açmaza girdiğinde eldeki bilgi ve deneyim onu dardan kurtarmaya yetmediyse bir başkasının tecrübesinden ve bilgisinden faydalanarak o krizi aşabilmiştir.

Antik dünyada dahi düşünsel ve siyasi krizler çıktığında bir başka medeniyetin bilgi kuramına sığınıldığını biliyoruz. Keza Batı düşüncesi Ortaçağ'da, kelimenin tam anlamıyla içine düşmüş olduğu kör kuyudan Endülüs üzerinden Müslümanlara dokunarak ve onları tanıyarak kurtulabildi.

Bugün yine bir cehenneme doğru sürükleniyor. Tek başına bu fırtınaya karşı koyacak takatları yok. Ancak bir öteki ile kuracakları epistemolojik temas onları hızla yaklaşan bu kasırgadan koruyabilir.

Birçok kişi bugün İslam coğrafyasının içinde bulunduğu olumsuz duruma bakarak bu söylediklerimden Müslümanları ve İslam'ı kast etmediğimi düşünebilir ama öyle değil. Aksine tam da bu durumda olması gereken bir işbirliğine işaret etmek istiyorum. Bu tarafta büyük bir siyasi ve toplumsal kriz var öte tarafta çok büyük bir kuramsal ve değersel açmaz var. Batı dünyası ilahi bilgiye, vicdana ve adalete İslam dünyası ise yönetim tekniklerine ve toplumsal kurumlara muhtaçtır.

Bu krizden insanlığın ortak mirasına sarılarak kurtulabiliriz. Bunun ilk adımı da Türkiye-AB ortaklığıdır. Peki Türkiye şu an içinde bulunduğu zor ekonomik ve siyasi şartlara rağmen Avrupa'yı sağaltabilir mi?

Elbette yapabilir zira AB'nin şu an ihtiyacı olan şey başka bir bilgi kuramıdır. İnsanlığa dair ortak değerleri içeren evrensel bilgi zincirinin hiç kopmayan halkasıdır. Buna ulaşmanın biricik yolu ise öteki ile var olan durumun ötesinde bir birliktelik tesis etmektir.

ABD Başkanı Trump'ın aç gözlülükle her yere çökme hevesi, Batı düşüncesindeki tipik sömürgeci hevesin modern zamanlardaki yansıması ve açgözlülüğün dışa vurumudur. Meşhur bir Arap atasözü var: "Men dakka duka/ Başkasının kapısını çalanın kapısı çalınır". Türkçesi: "Eden bulur"dır. Avrupa Birliği, yaklaşmakta olan Trump kasırgasından kendisini korumak istiyorsa güvenli bir liman aramak zorundadır.