Bugün modern dünyanın insana ait temel yaklaşımı “değer bağımsız” bir standart oluşturmaktır ve bunun için de esasında insanın bahse konu olan iyi ve kötü tüm meziyetlerini buharlaştırmaktadır. Vicdan ve merhamet buharlaştırılıp onun yerine hukuk inşa edilmeye çalışılıyor. Oysa hukuk, vicdanın yerine inşa edilecek bir değer değildir.
Prof. Dr. Mazhar Bağlı/ Akademisyen, Yazar
Geleneksel Doğu medreselerinde dini (İslami) ilim tahsiline başlayan öğrencilere ilk öğretilen temel bilgilerden birisi de "besmele ile başlamayan her bir işin ebter olacağına" dair var olan hadistir. Her ne işe kalkıştıysan muhakkak besmele ile başlamalısın fikri adeta zihinlere kazınır. Ardından da "besmelenin" şerhine geçilir. Şirk koşmamak şartıyla inanların bütün günahlarının Allah'ın Rahman ve Rahim sıfatları gereğince affedileceğini, keza O'nun bu dünyadaki merhametinin sınırsız olduğu anlatılır. Rahman, yeryüzündeki tüm canlılara rahim ise ahirette sadece inanan kullarına merhamet edeceği şeklinde özetlenebilen bir ana fikir etrafında bahse konu edilir ve bu düşünce ile eğitime devam edilir.
Hasan Harakani Hazretleri bir gece geç vakitte dua ederken kendisine gökten bir ses gelir: "Ey şeyh! İster misin içini dışına çıkaralım, gizlini herkese gösterelim ve herkes senden uzaklaşmış olsun?" O da cevaben o sese dedi ki "İster misin ben de merhametinden, rahmetinden, katındaki rahmet deryasının büyüklüğünden ve bağışlayıcılığından bahsedeyim ki artık hiç kimse sana ibadet etmesin?" Sonra o ses Harakaniye şöyle dedi: "Ne sen söyle ne de biz".
Stanley Kubrick'in, Anthony Burgess'in meşhur kitabından sinemaya uyarladığı Otomatik Portakal adlı kült filmde, asosyal bir kişilik ve korkunç bir holigan olan bir sokak çetesinin liderinin hayatının bir bölümünü konu edilir.
Kendi yakın arkadaşları da dahil olmak üzere gördüğü her canlıyı hunharca katletmek üzere programlanmış biridir Alex. Beethoven müziği eşliğinde tecavüzlerden tutun vahşi katliamlara kadar pek çok suça karışan bu adam bir gün yakayı ele verir. Cezaevindeyken "modern eğitim" teorisyeni bir "bilim insanı" onu hapishanede yine klasik müzik eşliğinde ehlileştirme programına tabi tutar ve başarılı da olur.
Eğitmen, bu kişinin adeta genlerindeki şiddeti çekip alır, günah işleme dürtüsünü tamamen köreltir. İnşa ettiği "yeni insan" türünü de tüm ilgili kurumların yöneticilerine bir seremoni ile gösterir. Yeni bir çağın habercisi büyük bir buluşun habercisi gururu ile bu "yeni türü" sahneye davet eder. Önce ona hakaret eden bir kabadayı çıkar karşısına etmediği küfür ve hakaret kalmaz ama elinden uçanın ve kaçanın kurtulamadığı o adam elini bile kaldıramaz.
Sonra anadan uryan bir kadın çıkarırlar karşısına. Cinsel saldırı konusunda sınır tanımayan o adam, kadına dokunmaya yeltendiği anda midesi bulanır ve düşüp bayılır.
Adalet bakanının, emniyet müdürünün, kamu düzeni yöneticisinin ve dahi pek çok davetlinin olduğu bu törenin sonunda bahse konu modern eğitimci söz alır ve elde ettiği başarıyı, gerçekleştirdiği tarihi devrimi gururla takdim ederken ön sırada, protokolde oturan papaz ayağa kalkıp bu duruma itiraz eder. Ama sizin bize takdim ettiğiniz bu canlı bir "insan" değildir der. Çünkü onun bir iradesi yoktur artık.
Şimdi yukarıda andığım bu ilgisiz gibi duran her üç olayı birer epigraf gibi düşünüp son zamanlarda bir hayli canımızı acıtan toplumsal şiddet girdabına ilişkin analitik bir çözümleme yapmaya çalışalım:
Gün geçmiyor ki vahşi bir cinayetle, hunharca işlenen bir katliamla, pervasızca uygulanan darp olaylarıyla ve kanlı katliamlarla karşılaşmayalım. Her bir katliamın ve cinayetin günahı bütün insanlığın üzerine çöküyor ve toprağa düşen her masum insanın kanı, üzerinde yaşadığımız bu coğrafyayı, yeryüzünü daha da kirletiyor. İşlenen her suçun günahından bize de düşen bir pay vardır, hunharca akıtılan her kandan bize de sıçramaktadır. O halde bu soruna ilişkin çözüm aramak hepimizin görevi ve sorumluluğudur.
Şiddeti tanımlamadan veya ele almadan önce insanı tanımak veya tanımlamak gerekir. İnsan, yaratılmışların en kutsalı ve en şereflisidir. Niçin? Çünkü onu diğer tüm canlılardan ayıran çok özel nitelikleri var. Akıl, niyet, irade, merhamet ve vicdan bir bütün olarak sadece ve sadece insanlarda vardır.
Bu özel niteliklerin varlığı onun diğer kötücül duygulardan münezzeh olduğu anlamına gelmez. Aksine bu ayrıcalıkların varlığı ona yüklenen sorumluluklara ve elde edebileceği mükafatlara işaret eder.
Kısaca insanın doğasında şiddet de vardır merhamet de. İyilik de vardır kötülük de. Güzellik de vardır çirkinlik de. İnsanın doğal arayışı ve eğilimi iyiye veya olumlu olana doğrudur. Ama bu eğilimin bir ahlaka dönüşmesi ise birçok faktöre bağlı olarak ancak gerçekleşebilir. Bunun gerçekleşmesinin en evrensel yolu ise formel ve enformel eğitimdir, sosyalizasyondur. Zira insan eğitilebilir bir varlıktır.
Bugün modern dünyanın insana ait temel yaklaşımı "değer bağımsız" bir standart oluşturmaktır ve bunun için de esasında insanın bahse konu olan iyi ve kötü tüm meziyetlerini buharlaştırmaktadır.
Vicdan ve merhamet buharlaşınca onun yerine hukuk inşa edilmeye çalışılıyor. Oysa hukuk vicdanın yerine inşa edilecek bir değer değildir. Evrensel adalet normunun somut bir yansımasıdır o.
Açık Görüş okurları hatırlayacaktır, kadın cinayetlerine ilişkin daha önce yazdığım bir yazıda da arz etmiştim; şiddeti cinsiyet, sınıf, etnisite, eğitim, gelir durumu vb bağımsız değişkenlerle ilişkilendirmek konuyu anlamamızı bloke eden bir bakışın doğmasına neden olmaktadır.
Oysa şiddet, insan doğasının tabii bir parçasıdır. Fıtri bir durumdur. Ne var ki günümüzün modern paradigması onu önleyemediği için -ki modernizm esasında meta bir anlatı olarak her sorunu çözebilecek kabiliyette olduğu iddiası üzerinden kendisini var etmiştir. Bu iddia çürütüldüğü anda kendisinin de buharlaşacağını bilir- bu konuyu varoluşsal bir parametre olarak görüp sürekli konuyu insan dışı bir alana ihale etmektedir.
Şiddet eğilimi olanların ailevi problemleri var, şiddet eğilimine sahip olanlar çocukluğunda büyük bir travma yaşamışlar, şiddeti erkekler uyguluyor, şiddet onların işidir, gençler içinde bulundukları arkadaş çevresinden şiddeti öğreniyorlar vb gibi pek çok bahane duymak mümkün. Elbette bunların hepsinin de doğru olduğunu rahatlıkla söyleyebiliriz. Ama bu okuma biçimi bizi şiddetin doğasını anlamaya ve onu önlemeye asla götürmüyor. Aksine bizi onu anlamaktan ve ona engel olacak işlerden hep uzaklaştırıyor.
Son bir ayda meydana gelen şiddet olaylarını tahayyül edip onlara ilişkin yetkili/yetkisiz aktörlerin yaptığı açıklamaları kabaca hatırlayalım: Bu cinayet, cinsiyetçi toplum anlayışının doğal bir soncudur. Devlet kadınların arkasında durmuyor. Cinayeti satanist bir ritüel olarak işlemiş. Önce eski karısını öldürüp sonra intihar eden adamın psikolojik tedavi gördüğü anlaşıldı. Yobazlık ve feodalite can almaya devam ediyor vs.
Bu nedenlerin hiç birisi bizi şiddetin kök nedenine götürmez ve onu anlamaya da katkı sunmaz maalesef. Esasında şiddeti körükleyen en önemli faktörlerin uyuşturucu ve alkol olduğu biliniyor. Çünkü bunların ikisi de insan iradesini bloke ediyor. Bizim de burada işaret etmeye çalıştığımız, insanın ayrıcalıklı vasfı olan iradenin güçlendirilmesini sağlayan temel değerler. Neşter, bir doktorun elinde şifa aracıdır bir serserinin elinde ise cinayet silahıdır.
Şiddet vardır ve son derece doğal bir dürtüdür. İnsanı diğer tüm canlılardan daha şerefli kılan özelliği de işte içinde var olan bu dürtüyü kontrol edebilecek bir akıl ve irade sahibi olmasıdır. Onun bir aklı var ve bu sayede iyi ile kötüyü ayırt edebilir, bir vicdanı var ve merhamet edebilir, bir iradesi var ve içindeki şiddeti durdurabilir.
Peki bütün bunların işe yaramadığı zaman şiddet nasıl önlenecek? Elbette kanunla ve cezai yaptırımla. Ama günümüzün modern dünyasında ceza, merhametin, iradenin ve aklın önüne konulmuştur. Bu hem formel eğitim aracılığıyla hem de sosyalizasyon sürecinin tüm ajanlarıyla öğretiliyor.
Günümüz dünyasında suçun/şiddetin cezadan başka dinamiklerle de önlenebileceğini iddia etmek veya savunmak modern paradigmaya yönelik en büyük yapı sökümü faaliyeti olarak görüldüğünden, bu yöndeki fikirler derhal tekil bir örnekle susturuluyor. İş giderek bir kör düğüme dönüşüyor.
Kanun dışı dinamiklerin evrensel ve standart bir işleyişi olmadığından bahisle şiddetin önlenmesi için yapılan düzenlemeler ise diğer tüm aktörleri de potansiyel cani olarak tanımlanmak durumunda bırakıyor. Eşine şiddet uygulayan pervasız bir canavar referans alınarak yapılan kanuni düzenlemeler, erkek kadın ilişkisini bir savaş alanı olarak görüyor. Oysa erkek veya kadın fark etmez, insan ancak eşinin gölgesinde huzur bulur. Onun varlığı ile kendi varlığını tamamlayabilir.
Şiddeti önleyeceğim diye yapılan bazı kanuni düzenlemeler eşlerin birbirleri için birer sükûn ve huzur limanı olmasına değil, rakipler olmasına neden oluyor. Oysa hem dini-teolojik olarak hem de sosyo-psikolojik olarak eşler birbirlerinin tamamlayıcı parçalarıdır, Anadolu'daki ifadesiyle bir elmanın birer yarısıdırlar ki Kur'an-ı Kerim'de de bu konu çok açık bir ifadeyle vazedilmiştir. "Kendileri ile huzur bulasınız diye sizin için türünüzden eşler yaratması, aranızda sevgi ve merhamet var etmesi Allah'ın varlığının ve kudretinin delillerindendir."
Ez cümle hem semavi dinlere göre hem de ahlak felsefecilerine göre insanın ruhunda nasıl davranacağını ona fısıldayan iki ayrı ruh vardır. Klasik İslam alimlerine göre de insanda şeytani ve rahmani olmak üzere iki farklı ruh/ilham vardır. Hangisinin görünür olacağı veya hayatımızı belirleyen temel eğilim olacağı konusunda, aldığımız eğitim, sahip olduğumuz vicdan ve sosyal çevremiz belirleyicidir. Bizim irademiz ise ayrıcalıklı bir varlık olmamızın baş aktörüdür hep. Zira insanın özgünlüğünün ve özgürlüğünün biricik göstergesi onun bir irade sahibi olmasıdır.
Tek cümle ile söylemek gerekirse şiddeti önlemek için ilk önce merhamete, iradeye ve vicdana ihtiyacımız var sonra da kanunlara...