Şam-SDG Anlaşması ve Türkiye: Temkinli iyimserlik

Ahmet Arda Şensoy/ Türkiye Araştırmaları Vakfı, Araştırmacı
13.03.2025

Trump'ın küresel siyasette yarattığı depremler, Türkiye'nin kararlı duruşu ve Şam-SDG anlaşması gibi küresel, bölgesel ve yerel şartlar terör örgütünün yolun sonuna yaklaştığını göstermektedir. Türkiye için sahada elin tetikte, masada ise gözün terör örgütünün hareketlerinde olduğu bir sürece tam anlamıyla giriş yapmış durumdayız.


Şam-SDG Anlaşması ve Türkiye: Temkinli iyimserlik

Ahmet Arda Şensoy/ Türkiye Araştırmaları Vakfı, Araştırmacı

Suriye'de devrim sonrası yeni Şam yönetimi iç ve dış politikada sayısız gündem ve sorunla ilgilenirken iç politikada başlıca hedef devlet otoritesinin tüm ülkede sağlanması olmuştu. Esed rejimi kalıntılarının kalkışması, Dürzilerle müzakereler gibi meselelerin yanında Suriye'nin kuzeydoğusundaki PKK/YPG işgali de Şam otoritesini tehdit eden başlıca sorunlardan biri olmayı sürdürmekteydi. Bu doğrultuda Suriye devlet başkanı Şara ile Suriye Demokratik Güçleri (SDG)'nin sözde komutanı Mazlum Abdi arasında Şam'da imzalanan anlaşma önemli bir adım olmuştur. Her ne kadar sürpriz bir adım olarak görünse de anlaşmanın sebepleri, içeriği ve muhtemel etkileri düşünüldüğünde Suriye'de devrim sonrası süreçte uygulanan politikaların doğal bir sonucu olarak ortaya çıktığı söylenebilir.

Peki bu anlaşma Türkiye için ne anlama geliyor? Anlaşmanın kapsamı, uygulanması ve muhtemel sonuçları, Türkiye'nin beklentilerini ne kadar karşılayacak? Bu sorulara cevap aramak, yalnızca Türkiye'nin pozisyonunu ve muhtemel adımlarını görmek için değil, Suriye'de YPG işgalinin ve ülkenin geleceğini öngörmek açısından da değerli olacaktır.

Anlaşmanın içeriği ve anlamı

8 maddeden oluşan anlaşmada ilkesel beyanların yanı sıra bazı somut adımlar yer alırken bunların hangi yöntemle gerçekleştirileceğinde muğlaklıklar bulunmakta. Anlaşmada ilk dikkati çeken, SDG sözde komutanı Abdi'nin herhangi bir unvan ile değil yalnızca adı ile anılıyor olması. Bu, Şam'ın SDG'yi eşit bir aktör olarak görmediği veya herhangi bir meşruiyet atfetmediği şeklinde yorumlanabilir. Ayrıca anlaşmada yoruma açık olmayan konuların başında işgal altındaki bölgelere dair herhangi bir özerklik vurgusu veya bunu çağrıştıracak herhangi bir ima olmadan Şam'ın otoritesinin kabul edilmiş olması geliyor. Dolayısıyla terör örgütünün iç savaş boyunca peşinden koştuğu teröristan projesi veya süreç içerisinde talep ettiği özerk statü gibi noktalardan büyük bir geri adım attığı görülüyor.

Diğer taraftan anlaşmanın 4. maddesiyle bölgedeki tüm sivil ve askeri yapılar ile sınır kapıları, havaalanları, petrol bölgeleri ve hapishanelerin Şam'a devredilecek olması, Şam'ın savunduğu üniter Suriye yapısını doğrudan yansıtan bir nokta. Bu maddenin anlaşmadaki tek somut nokta olduğunu vurgulamak gerekiyor. Diğer maddeler eşit vatandaşlık, sivil haklar gibi daha ilkesel uzlaşı noktalarını vurgulaması açısından önümüzdeki süreçte yeni Suriye anayasasının yazılması ve siyasi hayatın inşası aşamalarında bir bağlama oturacaktır. Dolayısıyla anlaşmada odaklanılması gereken mesele, bölgedeki sivil ve askeri kurumların Şam'ın kontrolüne geçmesi ve bu sırada silahlı unsurların nasıl bir yöntemle merkezi orduya katılacağı üzerinde olacaktır. Ve yine belirtmek gerekiyor ki 4. madde bu açıdan da açık bir yol haritası önermemesi sebebiyle yoruma oldukça açık. Yani bu açıdan Şara ile Abdi arasında imzalanan bu anlaşmanın sahip olduğu muğlak dil sebebiyle taraflar arasında bir iyi niyet beyanı ve anlaşmazlık noktalarını sürece yayma uzlaşısı olduğunu söylemek yerinde olacaktır.

Anlaşmanın bir diğer önemli noktası ise içeriğinden ziyade bağlamı olmuştur. ABD'de Trump'ın başkanlığı sonrası Suriye'den muhtemel çekilme kararı, bu anlaşmanın hem sebeplerinden hem de sonuçlarından biri olarak söylenebilir. ABD'nin çekilmesi sonrası terör örgütünün sahada yalnız kalma riski sebebiyle böyle bir anlaşmaya taviz vererek razı olduğu, ABD'nin de bu yönde bir teşviği olduğu söylenmektedir. Diğer taraftan Türkiye, Lübnan ve Irak'ın geçtiğimiz günlerde DEAŞ'a karşı ortak istihbarat ve operasyon mekanizması kurma adımı, terör örgütünün elinden son kozunu da alarak hem bu anlaşmayı tetiklemiş hem de ABD'nin muhtemel çekilme sürecini hızlandırmıştır. Dolayısıyla bu bağlamda anlaşma Şam açısından otoritesini güçlendiren bir zaferi, YPG terörünün ana gövdesini oluşturduğu SDG için ise tavizler verdiği bir geri adımı işaret etmektedir.

Türkiye'nin pozisyonu

Suriye iç savaşı, geçen 14 yılda masada imzalanan ancak çeşitli sebeplerle sahada uygulanmayan sayısız anlaşmayla doludur. Bunlardan belki de en meşhuru, 2013 yılında ABD ile Rusya arasında, Esed rejiminin elindeki kimyasal silahların denetlenmesi ve imha edilmesine yönelik olan anlaşmaydı. Bu anlaşmaya göre rejimin elindeki kimyasal silahların imha edildiği söylense de Esed rejiminin bu anlaşmadan sonra da onlarca kez kimyasal silah kullandığı belirlenmişti. Diğer yandan, Suriye'de sahada uygulamaya geçen anlaşmaların ise yeni çatışmalar ve oldubittiler ile suistimal edildiği ve anlamsız hale geldiği de birçok örnek bulunuyor. Örneğin, her ne kadar Suriye'de tek etkin siyasi müzakere süreci olsa da Astana Müzakerelerinde Rusya ve İran'ın İdlib ve muhalif bölgelere saldırılar konusunda verdiği sözler ve yapılan ateşkeslere rağmen fırsatını bulduğunda yeni operasyonlara başladığı çok sayıda ihlal yaşanmıştı. Veya Barış Pınarı Harekâtı sonrası Rusya ve ABD ile varılan uzlaşıda tarafların Türkiye'ye söz verdiği adımları hiçbir zaman atmadıkları bir statüko oluşmuştu.

Bu örneklerde olduğu gibi Şam SDG anlaşmasının da en önemli noktası, sahada ne düzeyde uygulanacağı ve terör örgütünün anlaşmayla üzerine yüklenen ödevlerini ne kadar yerine getireceği olacaktır. Türkiye'nin anlaşmaya yaklaşımı ve süreçte oynayacağı rol de tam olarak bu noktada devreye girmektedir. Anlaşmayla Şam'ın otoritesinin teyit edilmesi, petrol bölgelerinin teslim alınacak olması ve özerklik gibi bir ihtimalin ortadan kalkması sebebiyle tedbirli iyimserlik, önümüzdeki süreçte Türkiye'nin pozisyonunu açıklayan en doğru yaklaşım olacaktır.

Belirtmek gerekir ki Türkiye bu anlaşmanın bir tarafı değil. Yani bu anlaşma Türkiye'nin Suriye'ye yönelik politikası, terörle mücadele yaklaşımı gibi noktalarda kendisini sınırlayan veya bağlayan bir durum yaratmamakta. Diğer taraftan bu anlaşma Şam tarafından Türkiye'nin taleplerini karşılamak amacıyla yapılmamış olsa da Türkiye'nin talepleri ve kırmızı çizgileriyle çelişen hiçbir maddenin veya imanın bulunmuyor olması, Türkiye'nin anlaşmadan bir kazanımı olarak okunabilir. Dolayısıyla Türkiye bir yandan anlaşmanın eksiksiz, belirtilen takvim çerçevesinde ve terör örgütü tarafından suistimal edilmeden uygulanması için desteğini ortaya koyarken diğer taraftan terör örgütüne yönelik askeri ve istihbari operasyonlarına devam edecektir. Bu da anlaşmanın uygulanması için terör örgütüne baskının sürdürülmesi açısından değerli bir nokta olacaktır.

Riskler ve muhtemel senaryolar

Bu anlaşma, geçtiğimiz günlerde eski rejim unsurlarının kalkışmasının bastırılması ve Dürzilerle de anlaşmaya varılmasıyla birlikte düşündüğünde Şam açısından önemli bir zaferi simgelemektedir. Suriye'de sayısız sorundan belki de en acil ve yıkıcı olanı ülkenin bölünme riskidir. Bu gelişmeler ve anlaşmalar sonucunda bu riskin büyük oranda ortadan kaldırıldığı söylenebilir. Dolayısıyla Şam'ın siyasi olarak güçlenmesi ve elinin rahatlamasının diğer alanlara da önemli etkileri olması muhtemel. Ancak bu zafere rağmen bu sorunların tam anlamıyla çözüldüğünü söylemek için de henüz oldukça erken. Suriye'de istikrarlı bir siyasi otorite ve merkezi bir askeri gücün bulunmasına karşı olan İsrail ve İran gibi bölgesel aktörlerin Dürziler, YPG ve Nusayriler üzerinden süreci baltalamak isteyeceği açıktır. İsrail'in Hermon Dağı çevresinde devam eden işgali, Dürzilerin hamisi gibi davranarak kendine Suriye siyasetine müdahale alanı açma çabası ve YPG ile yakın teması düşünüldüğünde, sürece en büyük tehdidi oluşturduğu söylenebilir. İran'ın da Esed rejiminin devrilmesiyle büyük bir yenilgi alması sonrası yeni yönetime karşı hem YPG ile ilişki kurma çabası hem de eski rejim unsurlarını kışkırtması ile İsrail'e benzer bir rol oynadığı görülmektedir.

Diğer taraftan, varılan anlaşmanın muğlak ifadeleri ve kriz konularında net bir yol haritasına dayanmıyor olması da süreç içerisinde tarafların farklı yorumlarına ve dolayısıyla anlaşmanın çökmesine sebep olabilir. Özellikle SDG'nin ana gövdesini oluşturan PKK/YPG terör unsurlarının silah bırakmak veya bireysel olarak Şam otoritesi altına girmekten geri adım atacağı durumlarda veya terör örgütünün suistimalleri ve oyalama taktikleri görüldüğünde askeri gerginliğin artması kaçınılmaz olacaktır. Bu noktada SDG'nin içerisindeki Arap grupların Şam ile anlaşarak merkezi otoriteye katıldığı, Fırat'ın doğusundaki Arap bölgelerin de yönetiminin hızlıca Şam'a devredildiği senaryoda terör unsurları ve terör örgütünün ideolojik anlamlar da yüklediği Ayn el Arab gibi Türkiye sınırına yakın şehirlerde anlaşmanın nasıl uygulamaya geçeceği kritik olacak. Bu bölgelerde sorunlarla karşılaşılması durumunda ise hem Ankara'nın hem de Şam'ın askeri çözümlere başvurma seçeneğini de hazır bulundurduğunu görmek gerekir. Eğer böyle bir senaryo yaşanırsa, Arap unsurların ayrılmasıyla PKK/YPG'nin tam olarak açığa çıkacağı, ABD'nin de o süreçte Suriye'den çekildiği süreçte terör örgütünün hayatta kalmasının imkânsız olduğu bir düzlemi görmemiz de oldukça muhtemeldir.

Sonuç olarak Suriye devrimi, ülkede çok büyük değişikliklere sebep olduğu gibi PKK/YPG'yi de köşeye sıkıştıran bir etki yarattı. Bu anlaşma da hem teröristbaşının terör örgütüne çağrısı üzerinden yürüyen Türkiye içerisindeki gündem hem de Suriye devriminin oluşturduğu şartlarda YPG'nin yeni sürece razı olmak zorunda kaldığını gösteren önemli bir sonuç olarak okunabilir. Ancak bu anlaşmanın tek başına YPG'yi elimine edeceği ve terör sorununu çözeceğini de beklememek gerekir. Bu yüzden de sürece iyimser bakarken temkinli ve tetikte beklemenin Türkiye açısından en doğru yaklaşım olduğu görülmektedir.

Kısacası Trump'ın küresel siyasette yarattığı depremler, Türkiye'nin kararlı duruşu ve Şam-SDG anlaşması gibi küresel, bölgesel ve yerel şartlar terör örgütünün yolun sonuna yaklaştığını göstermektedir. Terör örgütünün bu denklemi ne kadar okuyabildiği ise sorunun askeri veya siyasi çözüm yönteminin ne olacağını belirleyecektir. Yani Türkiye için sahada elin tetikte, masada ise gözün terör örgütünün hareketlerinde olduğu bir sürece tam anlamıyla giriş yapmış durumdayız.

aasensoy@turkiyearastirmalari.org