Yaman Dede, mektuplarından bazılarında daha lise yıllarından itibaren İslamiyet'i fiili olarak benimsemekle birlikte, ailevi bazı nedenlerden dolayı ilan etmekten çekindiğini, gizli gizli İslami eserleri tetkik etmeyi sürdürdüğünü, ailesiyle birlikte kiliseye gittiği zamanlarda dua etmeden çıktığını, tam kırk yıl boyunca ailesinin haberi olmaksızın bazen sahursuz bazen iftarsız oruç tuttuğunu yazıyordu.
Prof. Dr. Haşim Şahin / Sakarya Üniversitesi
Son yıllarda değerli santur üstadı, müzisyen dostum Sedat Anar'ın dilinden dinlediğimiz, İlâhi aşkın bir nişanesi mahiyetindeki "Yak Sinemi Ateşlere, Figânıma Bakma" dizelerinin sahibi olan Yaman Dede, Osmanlı Devleti'nin son yıllarının ve Cumhuriyet'in erken dönemlerinin önemli simalarından birisi olup, yaşadığı dönemden günümüze hafızalarda geniş izler bırakmıştı. Onun şiirleri pek çok sanatçı tarafından seslendirildi, İlahi aşka, Hz. Peygamber'e duyduğu muhabbet başta dostları olmak üzere çoğumuzun zihinlerde yer etti. O, geçmiş yüzyıllarda da pek çok örneği olan mühtedilerin en tanınmış olanlarından birisiydi.
Ortodoks inancına mensup Rum asıllı İplik tüccarı Yuvan Efendi ile Afurani Hanım'ın iki çocuğundan birisi olarak 17 Temmuz 1887 yılında Kayseri'nin Talas ilçesinde doğan Yaman Dede'nin asıl adı Diamandi olmakla birlikte Yanan Dede, Yanar Dede, Yamandi Molla, Molla Bey lakablarıyla da tanınmıştı. Yaman Dede, daha sonradan kaleme aldığı bir mektubunda aile kökeni ile ilgili olarak, Niğde Bor Kütüphanesi'nde bulduğu bazı vesikalardan hareketle, kendisinin mensubu olduğu Rum Ortodoks camiasının aslen Türk olduğunu öğrendiğini dile getirmişti.
Yaman Dede, henüz on aylık bir çocuk iken, aynı zamanda devlet memuru olan Yuvan Efendi'nin işi dolayısıyla ailesi Kayseri'den Kastamonu'ya göç etti. İlk tahsilini Rum Ortodoks Mektebi'nde, liseyi Kastamonu İdadi'sinde okudu. Şahsi notlarındaki bazı ifadelerden anlaşıldığına göre, Yaman Dede daha lise yıllarından itibaren İslamiyet ile yakından ilgilenmeye başlamıştı. Lise yıllarında, gayrimüslim öğrencilerin din derslerine katılma zorunluluğu olmamasına rağmen hocalarından izin alıp ilgi duyduğu bu derslere katılmış ve bu dersler sayesinde İslam'ı daha iyi tanıma imkanı bulmuştu. Pek çok mektubunda yazdığı üzere, lise ikinci sınıfa devam ederken Farsça hocası İskilipli Osman Efendi'nin, Mesnevi'nin ilk on sekiz beyitini okuması yönünde verdiği görevi yerine getirdiği sırada ruhunda büyük bir değişim meydana gelmiş, bu tarihten itibaren, Arapça hocası Hacı Ziya ve Edebiyat hocası Sıddık Efendilerin de tesiriyle Arapça ve Farsça'ya ilgisi artan Yaman Dede yedi yıl süren lise eğitimini tamamladıktan sonra müderris Hacı Mümin Efendi'nin ikazı üzerine iki yıl boyunca Nasrullah Medresesi'ne devam ederek bu iki dile olan vukûfiyetini daha da ilerletti. Arapça'ya çok iyi öğrendiği için daha o yıllarda dostları ve hocaları arasında Diamandi (Yamandi) Molla adıyla anılmaya başlandı.
İdadiden mezun olduktan sonra, 1909 yılında İstanbul Darülfünun Hukuk Fakültesi'ne girdi. 1913 yılında bu okuldan mezun olduktan hemen sonra başladığı Beyoğlu Birinci Hukuk Mahkemesi Zabıt Katipliği görevini avukatlık yapmak amacıyla istifa ettiği 1932 yılına kadar sürdürdü. Çalıştığı dönemde de Arapça ile meşgul olmayı sürdürüyor, Kassam Müşaviri Tevfik Molla'dan Arapça ve Fıkıh dersleri alıyordu. Yine bu dönemde İstanbul'da Galata Mevlevîhânesi'nde Ahmed Celâleddin Dede ve aslen kendisi gibi Kayserili olan Ahmed Remzi (Akyürek) Dede'nin Mesnevi derslerine devam etmeye başlamıştı. Bu iki isimden bilhassa Ahmed Remzi Dede, Yaman Dede'nin hayatında derin izler bırakmıştı. Onun Mevlânâ ve Mevlevîliğe ilgi duymasını sağladığı gibi, dersler sırasında gayretinden çok memnun olduğu bu talebesinin o zamana dek Diamandi olarak anılan ismini Yaman Dede'ye çevirmişti. Yaman Dede, Ahmed Remzi Dede'den ders aldığı zaman diliminde baştan sona Mesnevi'yi ve Ankaravî şerhini okumuştu.
Aynı yıllarda gayrimüslim bir hanımla evlenen ve bu evlilikten Belma adında bir kızı dünyaya gelen Yaman Dede'nin Mevlânâ ve Mevlevîliğe olan muhabbeti her geçen gün biraz daha artıyor, Mevlânâ ihtifallerine katılıyor, konuşmalar yapıyordu. Onun İslam'a yakınlığı, bir Müslüman gibi yaşamaya başlaması ailesinin de dikkatinden kaçmamıştı. Bizzat kendisinin de ifade ettiği üzere, Paskalya yortusunda bile evine gelip kendisini ziyaret edenler, sohbet yapıp ilahi okuyanlar ya cami imamları ya da tarikat şeyhleriydi. Yaman Dede, bu şekilde İslam'a aşina bir hayat sürmekle birlikte o yıllarda mason locasına da üye olmuş, onüçüncü dereceye kadar yükselmiş, ancak İslam'a yakınlığı yüzünden locadan çıkarılmıştı. Oldukça aktif bir insan olan Dede, 1935 Türk Tayyare Cemiyeti İstanbul Şubesi'nin Rum vatandaşlardan müteşekkil 3 numaralı yardım derneğinin başkanlığını da yürütüyordu.
40 yıl gizli oruç tuttu
1939 yılında Yaman Dede'nin Konya'da Mevlânâ türbesini ziyaret ettikten kısa bir süre sonra, 23 Mayıs'ta Esrar Dede'ye dair yaptığı radyo konuşması bilhassa Mevlevî çevrelerin oldukça ilgisini çekmişti. Kendisi bu süreçte Mesnevi ile meşguliyetini sürdürüyordu. Bu çerçevede 1941 yılının yaz aylarında Tokat, Konya ve Kayseri'de; 1942 senesinin Aralık ayında Üsküdar'da Mevlânâ üzerine konuşmalar yaptı. Onun Mesnevi'ye olan muhabbeti başta İbnülemin Mahmud Kemal ve şair Hafız Yusuf Cemil Bey olmak üzere pek çok arkadaşı tarafından dile getirilmiş, Mevlânâ'nın adı anıldığı zaman Dede'nin gözlerinin dolduğu nakledilmiştir.
Yaman Dede, mektuplarından bazılarında daha lise yıllarından itibaren İslamiyet'i fiili olarak benimsemekle birlikte, ailevi bazı nedenlerden dolayı ilan etmekten çekindiğini, gizli gizli İslami eserleri tedkik etmeyi sürdürdüğünü, ailesiyle birlikte kiliseye gittiği zamanlarda dua etmeden çıktığını, tam kırk yıl boyunca ailesinin haberi olmaksızın bazen sahursuz bazen iftarsız oruç tuttuğunu yazıyordu. Fakat bu gizlilik 1942 yılında sona erdi. O yılın Şubat ayında dostlarından Tekel müdürü Emin Bey ile birlikte Tokat'a gittiği sırada, Nakşbendî-Halidî şeyhi Ahmed Hilmi Efendi'nin teşvikiyle İslamiyet'i benimsediğini resmen ilan etti. Nakşibendi tarikatına mensup olmadığı bilinen Yaman Dede, ilerleyen yıllarda resmen ihtidasına vesile olan bu şahsı daima hayırla yad edecektir. Onun İslamiyet'i benimsediği bu dönemde Ahmed Hilmi Efendi de mektup yoluyla zaman zaman Dede'nin sıkıntılarını gidermesine yardımcı olmaya devam ediyordu.
Derin izler bırakan ayrılık
Yaman Dede, İslamiyet'i kabulünden kısa bir süre sonra eşinden ve kızından ayrılmak zorunda kaldı. Her iki taraf açısından da son derece hüzünlü olduğu anlaşılan bu ayrılışta Dede'nin Müslüman olmasından rahatsız olan Patrikhane idaresinin "bu şekilde evliliklerinin devam edemeyeceği" yönündeki beyanı etkili olmuştu. Bu ayrılık Yaman Dede'nin ruhunda derin yaralar açtı. Bilhassa kızı Belma'ya olan hasreti sonraki yıllarda yazdığı mektuplarında açıkça görülür.
Müslüman olunca Mehmed Abdülkadir Keçeoğlu ismini alan Yaman Dede, bu yıllarda Kadıköy Vakıflar İdaresi'nin avukatlığı görevini üstlenmişti. Gayrimüslimler nezdinde de son derece itibar sahibi olduğu anlaşılan Yaman Dede'nin ihtidası ülkede büyük yankı uyandırmış, dönemin gazete ve dergilerine konu olmuştu. Tasfir-i Efkar gazetesi ihtidayı sayfalarına taşımış; ayrıca Sadi Borak tarafından Tarih-Coğrafya Dünyası dergisinde kendisiyle bu konuya dair yapılan röportaj yayınlanmıştı. Resmen Müslüman oluşunun üzerinden belli bir süre geçtikten sonra İlkokul öğretmeni Hatice Hanım'la ikinci evliliğini gerçekleştirdi. Maişetini temin etmek için avukatlık mesleğinin yanı sıra bazı okullarda dersler vermeye de başlamıştı. Bir süre sonra avukatlık mesleğini bırakıp, tamamen öğretmenlik mesleğine yöneldi. Saint Benoit Fransız Kız Okulu, Notre Dame de Sion Fransız Kız Lisesi, Pangaltı Lisesi, Saint Michel Lisesi, Saint Pulcherie Lisesi, Saint Louis Lisesi, Çamlıca Kız Lisesi, İstanbul İmam Hatip Lisesi gibi okullarda Türkçe, Edebiyat, Din, Farsça, Arapça; ayrıca, 1960 yılında İstanbul Yüksek İslam Enstitüsü'nde Farsça dersleri verdi. Öğretmenlik yıllarında öğrencileriyle yakından ilgilenmiş, dertlerine çözüm bulmaya çalışmış, bilhassa misyonerlik faaliyetlerine karşı tedbirli olmaları konusunda onları defalarca uyarmıştı. Kendisi gibi ihtida etmiş öğrencilere ayrı bir alaka gösteriyor, karşılaştıkları zorlukları gidermelerinde yardımcı oluyordu. O haricinde, içlerinde Musevi ve Hıristiyan olanların da bulunduğu öğrencilere özel olarak Farsça ve Mesnevi dersleri veriyordu.
Çileli, aşklı bir ömür
Yaman Dede, öğretmenlik yıllarında mesaisinin önemli bir bölümünü İslamiyet'i, Mevlânâ'yı ve Mesnevi'yi anlatmaya, bu konudaki duygu ve düşüncelerini ifade ettiği yazı ve şiirler yazmaya adamış; değişik kuruluşlarda yahut Konya'da düzenlenen Şeb-i Arûs törenlerinde konuşmalar yapmıştı. 1961 yılına kadar yoğun bir şekilde devam eden bu konferanslar dizisi içerisinde bilhassa 1954 yılında Türk Ocağı'nda Mevlânâ'yı anlattığı konferans hayli ses getirmişti.
Oldukça hisli bir insan olduğu bilinen Yaman Dede, 1961 yılı başlarında rahatsızlanmasına rağmen derslerine devam etmişti. 1962 yılı başlarına gelindiğinde hastalığı iyice ilerlemişti. Yaman Dede'nin çileli dünya hayatı 3 Mayıs Perşembe günü sona erdi. Vefat ettiğinde 75 yaşında olan Yaman Dede, içlerinde kızı Belma Hanım'ın da bulunduğu kalabalık bir cemaat tarafından kılınan cenaze namazından sonra Karacaahmet Mezarlığı'na defnedildi. Vefatına pek çok dostu tarafından tarih düşüldü.
Yaman Dede, ömrü boyunca çok sayıda şiir, na't, gazel ve bazı yazılar kaleme almış, Mesnevi'nin ilk on sekiz beyitinin şerhini yapmıştı. Onun, Cenab Şehabeddin, Ahmed Cevdet Paşa'nın Mesnevihanlığı ve Mevlânâ üzerine makaleleri ile "Nasıl Müslüman Oldum" başlıklı yazısı hayatını ve ihtida sürecini anlatması bakımından son derece kıymetlidir. Mektuplarında, öğrencilerine veya dostlarına tasavvuf, Mevlânâ sevgisi, ilahi aşk, ibadetleri düzenli olarak yerine getirmenin önemi, namaz, sabır, nefis mücadelesi, ölümün de bir nimet oluşu, dua, tevbe ve istiğfarın önemi vs. konularda tavsiyelerde bulunmuş, İslam'ın sevgi ve tevazu dini oluşuna vurgu yapmıştı. Mektuplarında dost ve talebelerine karşı kullandığı üslubu, onların dertleriyle yakından ilgilenmesi, hislerini yahut kaygılarını bütün samimiyetiyle ifade etmesi kendisinin ne kadar ince bir ruhlu, olgun bir karaktere sahip olduğunu ortaya koymaktadır.
Yaman Dede'nin hayatında şiirin özel bir yeri vardı. O, hayatın içerisindeki her şeyin aslında bir şiir, şairin ise görünmeyen dudakların üflediği bir ney olduğu kanaatindeydi. Eserleri içerisinde Hz. Peygamber'i övmek ve O'na olan aşkını ifade etmek amacıyla yazdığı "Dahilek Yâ Resûlallah" adlı şiiri oldukça meşhurdur. "Mevlana'nın Huzurunda" ve "Ney" isimlerini taşıyan iki şiiri İbnülemin Mahmud Kemal'in Son Asır Türk Şairleri adlı eserinde yayınlanmış; "Yanan Kalbe" adlı nat'ı Ali Kemal Belviranlı tarafından bestelenmişti.
Yaman Dede şairliğinin yanı sıra mutasavvıf kimliğiyle de ön plana çıkmıştı. Hayatı boyunca bütün insanlara ve öğrencilerine karşı son derece şefkatli davranan, çevresinde Hz. Peygamber anıldığı zaman gözlerinden yaşlar dinmeyen bir kişi olarak tanınan Yaman Dede'nin Mevlana'ya olan bağlılığı ve taşıdığı derin aşkı Mevlevî çevrelerinin yanı sıra Yahya Kemal, İbnülemin Mahmud Kemal, İ. Alaeddin Gövsa, Orhan Seyfi Orhon gibi döneminin önde gelen ilim ve fikir adamları tarafından da takdirle karşılanmıştı. Onun Hazreti Peygamber'e ve Mevlana'ya duyduğu muhabbetin temelinde ise İslam dinine olan derin sevgisi yatıyordu. O, müslümanlığı "içinde bütün kainatın yer aldığı bir aşk" olarak nitelendirmiş; insanın, bu aşk sayesinde akla hayale gelmeyecek şekilde yükseleceğini; insanlığın kemal ve saadetinin buna bağlı olduğunu; bu aşamaya ulaşıldığında ızdırabın zevke döneceğini ve insanın ruhuna akacağını, bu durumun ise anlatılmakla izah edilemeyip ancak duyulabileceğini ifade etmişti. İbadetlerine çok düşkün olan Yaman Dede, Pazartesi akşam ve Cuma namazlarını Eyüp Camii'nde kılmayı adet edinmiş; namaz sonrası yaptığı türbe ziyaretini haftalık haccı, genellikle vapurla gittiği Eyüp yolunu da ahiret yolu olarak nitelendirmişti.