Riskli binaların yıkılması sorunu

Cüneyd Altıparmak / Hukukçu
11.03.2023

Yıkım kararlarında, idari yargının genel uygulaması, karar verinceye kadar yürütmenin durdurulması kararı verilmesi yönünde... Hal böyle olunca önümüzde yıkılması gerektiği halde birtakım prosedürleri bekleyen riskli binalar sorunu var.


Riskli binaların yıkılması sorunu

Cüneyd Altıparmak / Hukukçu

Çevre, Şehircilik ve İklim Değişikliği Bakanı Murat Kurum, hasar tespit çalışmaları kapsamında 387 bin 346 binanın incelendiğini, acil yıkılması gereken 50 bin 576 binanın olduğunu açıkladı. Hatta orta hasarlı binaların da "güçlendirilmesi" yerine "yıkımı" gündeme geldi Bakanlıkça... Hal böyle olunca, yıkılması gerektiği halde; yıkılmayan binaların olduğu, bunların ne zaman yıkılacağı tartışması da doğdu. Hatta artçı depremler ile bazı binalar kendi kendine yıkılmaya başladı. Dolaysı ile "neden hala yıkılmadı?" sorusu akla geldi. Bu konuda uygulama ve mevzuat açısından bir kafa karışıklığı var. Bugünkü yazımızda sürecin hukuki yönünü ele alıp birtakım önerilerde bulunmak istiyoruz. Daha önce bu konuda önemli noktaları önceki yazımızda ele almıştık. Bu yazımızda, oturulamaz ve ağır hasarlı binaların durumunu ve maliklerinin veya diğer muhataplarının neler yapması gerektiğine değineceğiz.

Risk durumu

Depreme dayanıklı bina, imar mevzuatına uygunluk, jeolojik durum gibi konular afet öncesi uyulması gereken hususlara dairdir... Deprem olunca, binalar hasar alınca meseleyi değerlendireceğimiz mevzuat da değişir. Afet riski söz konusu olduğunda Türkiye'de iki temel mevzuat var. Bunlardan ilki Afet Riski Altındaki Alanların Dönüştürülmesi Hakkında Kanun diğeri ise bu Kanunun uygulama yönetmeliği. Bir binanın risk durumunu, bundan sonraki akıbetini bu mevzuat çerçevesinde değerlendiririz. Bir binanın riskli olması için illa afet geçirmesi gerekmez. Bina yapısal sorunları nedeniyle imalat anından bu yana zaten riskli de olabilir. Zira, riskli bina; riskli bir alan içinde olan veya bu alanların dışında olup ekonomik ömrünü tamamlamış olan, yıkılma veya ağır hasar görme riski taşıdığı ilmî ve teknik verilere dayanılarak tespit edilen binalardır. Bu tür binaların tespiti, bilimsel esaslar ve ilgili mevzuat çerçevesinde yapılır. Bu bağlamda belirtmek gerekir ki riskli binaların, yapıların tespiti teknik bir konu olmakla beraber ortaya çıkan sonuç, yani değerlendirme idari bir işlemdir. İtiraz ve iptal davasına konu olması mümkündür.

Ağır hasarlı binalar

Afet döneminin de bir mevzuat rejimi bulunuyor yukarıda değindiğimiz gibi. Bir yapının "imara aykırı" olduğu için yıkılması ile "afet riski" nedeniyle yıkılması birbirinden farklı süreçler içerir. "Afet riski" varsa yetki Çevre ve Şehircilik Bakanlığında. Bu yetkiyi Bakanlık il müdürlükleri eliyle kullanmakta. Deprem sonrası en aktif rolün il müdürlüklerinde olması bu yüzden. İmara aykırı yapı varsa yetki Belediye veya Valilikte. Yapının risk durumu ortaya çıktıktan sonra maliklerin yapının "riskli olmadığını" iddia etme hakkı var. Bu da itiraz süreci demek. Tespitten itibaren 15 gün içinde itiraz yapılabilir. Tespitin tebliğ edilmesi şartı bulunuyor. Yani görevliler gelip binayı inceledi. Örnek aldı. Ve sonunda ağır hasarlı olduğuna karar verdi. Bu kararı maliklere tebliğ edecek ve itirazları varsa bildirmelerini isteyecek. Şayet itiraz gelirse oluşacak komisyon bunu inceleyecek ve nihai kararı verecek... Bu kararı idari yargıya taşımaları da mümkün. Diyelim ki itiraz reddedildi. Maliklerin bu sefer idare mahkemesine giderek, yapılan değerlendirmenin hukuka aykırı olduğu savı ile dava açmaları mümkün. İdari yargının genel uygulaması yıkım kararlarında, karar verinceye kadar yürütmenin durdurulması kararı verme yönünde... Hal böyle olunca önümüzde yıkılması gerektiği halde birtakım prosedürleri bekleyen riskli binalar sorunu var.

OHAL çözemez mi?

Ortada OHAL var diye herkes her istediğini yapamaz. Türkiye bir hukuk devleti. İlan edilen OHAL'in türü "doğal afet". Bu bağlamdan çıkılması anayasal mantığın tersine olacaktır. Bu bağlamda temel hakların özüne dokunmamaya ve OHAL sebebiyle uyumlu kurallar getirmeye ve kararlar vermeye dikkat edilmelidir. Özellikle Valilerin OHAL kapsamındaki yetkisi yıkılması gereken binaları bir çırpıda yıkıp geçmeye olanak vermiyor. Bu durum İl Müdürlükleri ve Belediyeler için de geçerli pek tabi. OHAL, bildiğiniz gibi normal süreçten farklı. Ancak normal sürecin mevzuatının uygulanmasında engel yok. İmar Kanunun 32. maddesi ruhsatsız veya ruhsat ve eklerine aykırı olarak başlanan yapıların yıkımını düzenler. Afet Riski Altındaki Alanların Dönüştürülmesi Hakkında Kanunun 5. maddesi ise riskli yapıların yıkılması için önce maliklerin anlaşması sonrasında yıkım olabileceğini belirtmektedir. Şimdi ülkemizdeki durum iki mevzuata tam oturmamaktadır. Zira yıkılmaz ise bir artçı ile yıkılacak binalar tehlike saçmakta, bir yönden de kararın hukuki süreci yıkımı geciktirmekte. Ve bu nokta bir karmaşaya dönüşmekte idarecileri de tereddütte bırakmakta.

İmar Kanunu 39. madde

Afet Riski Kanununa yakın gibi gözükse de ortada bir üçüncü durum var aslında... İmar Kanunu 39. maddede düzenlemiş durum... Bu madde "maili inhidam" kavramını getiriyor... Buna göre bir kısmı veya tamamının yıkılacak derecede tehlikeli olduğu belediye veya valilik tarafından tespit edilen yapıların sahiplerine tehlike derecesine göre bunun giderilmesi için belediye veya valilikçe on gün içinde tebligat yapılır. Yapı sahibinin bulunmaması halinde binanın içindekilere tebligat yapılır. Onlar da bulunmazsa tebligat varakası tebliğ yerine geçmek üzere tehlikeli yapıya asılır ve durum muhtarla birlikte bir tutanakla tespit edilir. Tebligatı takip eden süresi içinde yapı sahibi tarafından tamir edilerek veya yıktırılarak tehlike ortadan kaldırılmazsa bu işler belediye veya valilikçe yapılır ve masrafı yüzde yirmi fazlası ile yapı sahibinden tahsil edilir. Tehlike durumu o yapı civarının boşaltılmasını gerekiyorsa mahkeme kararına lüzum kalmaksızın kolluk eliyle derhal tahliye ettirilir. Bu madde kullanılabilir. Görece daha kısa ve yıkımın daha hızlı gerçekleşebileceği bir düzenleme. Yine itiraz süreleri veya dava durumları mümkün. Bu da ayrı bir sorun. Bu konuda bir düzenleme gerektiği açık bir gerçek... Yani Maili İnhidam raporuna itiraz hele böyle bir deprem ve artçılarının sürdüğü ortamda ne kadar doğru? Ya da bu konularda idare mahkemelerinin yürütmeyi durdurma kararı vermesi mümkün olmalı mı? Tartışmak gerekiyor.

Yıkım talebi

Afet riski kanunu yıkım halinde birtakım imkanlar tanıyor. Bunun için yetki maliklerde. Ancak bir kiracı binanın riskli olduğunu tespit ederse kira sözleşmesini feshedebilir. Kiracı ya da ilgili herhangi bir vatandaş bir binanın yıkılması gerektiği tespitiyle ilgili makamlara başvuruda bulunabilir. Ama afet riski kanununa göre binanın yıkımı için bir başvuru yapma yetkisi malike ait. Burada bir düğüm var binanın yıkılması ve dönüşüme sokulması için afet riski kanununa gerek var. Bu halde kira yardımı, konut desteği, geçici barınma vb haklar tanınıyor malike. Binanın riskli olduğu anlaşılırsa tahliye ediliyor. Ama yıkımı için maliklerin uyuşması, anlaşması gerekiyor. Bunları yukarda anlatmaya çalıştım. Kural olarak maliklerin muvafakati şart... Bu olursa işler kolay ilerliyor... Olmazsa bu sefer idare bu konuda karar alıyor. Taraflara tebliğ ediyor. Hukuki itiraz sürecini bekliyor. Ve sonunda yapıyı yıkmayan maliklerin iradesi ortadan kalkıyor. Yapıyı devlet yıkıyor. Masrafını da maliklerden alıyor. Kabaca süreç böyle ilerliyor. Ama itiraz ve idari dava hakkı bir köşede süreç uzatıcı etken olarak duruyor... Bu aralar en çok gelen soru ise "yandaki bina sebebiyle sağlam evine giremeyen maliklerin" ortak sorusu: "yanımızdaki ağır hasarlı binayı yıkmıyorlar, neyi bekliyorlar?"... Sanırım yıkım konusunda etki alanı çok daha geniş. Kiracı ve malik boyutunu aşan bir evredeyiz!

Düzenleme gerekiyor

Güncel gelişmelerin odağında "Çevre ve Şehircilik İl Müdürlüğü" var. Çünkü afet riski var ortada. Bu konunun başat idaresi burası ama yukarda da izah ettiğim gibi konu mülkiyet olunca birtakım itiraz süreleri, itiraz mekanizmaları ve dava ihtimalleri bu konuda adım atılmasını engeller mahiyette. Burada Valiliğe bir yetki verilse tüm karmaşa bitecek. O zaman valilik karar alacak belediye yıkımı yapacak. Birçok ilde enkaz kaldırma, riskli yapı yıkımları gerçekleştirildi. Hatta yıkımlar için diğer kamu birimlerinin de görevlendirilmesi mümkün. Bence bu konu afet riskine ilişkin mevzuatla çözülemez. Bunun için OHAL'e özgü bir düzenlemeye ihtiyaç var. Bir Cumhurbaşkanlığı kararnamesi sorunu çözer. Neticede mülkiyet hakkında daha üst bir hak var oda yaşam hakkı... Bunun için bir kanun çıksa daha iyi olur. Ya da kanunlarda bir düzenlemeye gidilse... Buradaki bir başka durum ise yıkılan yapı nedeniyle zarar gören diğer kimseler: Araçlar, yıkılma anında oradan geçen insanlar... Bu kimseler şayet güvenlik şeridini aşmış ise kusur kendilerine ait. Ancak tüm önlemlere uymuşlarsa buna rağmen zarar görmüşlerse zararlarını idareden veya bina maliklerinden isteyebilirler. Burada kimin kusuru var ona bakılacak. Hizmet geç işlemiş mi diye yargı tartışıp karar verecek. Benzer örneklerine Van depremi sonrası idari yargı kararlarında ve diğer tazminat dosyalarında rastlıyoruz.

Suçlamak kolay

Eleştirmek en kolayı. Hatta bedava! Ortaya bir yol ve yordam koymak gerekiyor. Valilerin İl İdaresi Kanunundaki yetkiler çerçevesinde OHAL'e gerek kalmadan riskli yapılardan uzak durulması, yolların kapatılması vb yetkileri söz konusu. Ki bunu sonuna kadar kullanıyorlar. Bu yetkileri aşan durumlarda OHAL Kararnameleri devreye giriyor. Bunlarda sınırsız yetkiler vermiyor. O zaman ne lazım üç madde halinde özetleyeyim: (1) Deprem bölgesindeki oturulamaz veya ağır hasarlı olan yapıların yıkımında yetkiyi açık ve net biçimde Vali'ye vermek gerekiyor. Kararı Vali alacak Belediye uygulayacak. Maliklerin itirazları varsa tazminat hakları saklı kalacak. Ortada bir kusurlu karar varsa malik ya tazminat isteyecek ya da afet riski kanununda yararlanmayı talep edecek. (2) İmar Kanunu 39 madde üzerinden gidilip burada öngörülen sürelerin kısaltılması ve açılacak idari yargı davalarının tam yargı (tazminat) tazminat davası olarak ele alınması gündeme getirilmeli. Bu aşamada kimse keyfi olarak bir binayı yıkmak istemez. Ortada topluma tehlike saçan bir durum var. (3) Son olarak yıkımı bekleyen yapıların güvenlik önlemleri nedeniyle zarar görenlere veya yıkımı bekleyen binaların kendiliğinden yıkılması halinde zarar gören malik dışı kimselere tazminat ödenmesi ve bunun daha sonra sorumlulara rücu edilebileceği bir uygulamaya ihtiyaç var...

@cuneyd6parmak