Petro-Dolar'ın sonu, küresel ekonomide yeni dönemin başlangıcı

Salih Kaya/ Yazar
9.07.2024

UNCTAD verilerine göre, 1992'de ABD yüzde 12 ile küresel ihracatta birinci sırada yer alırken, 2020'ye geldiğimizde bu oran neredeyse yarı yarıya bir düşüşle yüzde 8 olarak gerçekleşti. Aynı dönemde Çin, 1992'de yüzde 2,3 ile 11. sıradayken 2020'de yüzde 14,7 ile birinci sıraya yükseldi. Rezerv para birimi olarak Amerikan dolarına duyulan güvende de hızlı bir gerileme var. FED verilerine göre, 1991'de rezerv para birimi olarak ABD dolarının payı yüzde 71 iken 2021'de bu oran yüzde 58'e kadar geriledi.


Petro-Dolar'ın sonu, küresel ekonomide yeni dönemin başlangıcı

Salih Kaya/ Yazar

Dünyada savaşların gündemde olduğu bir dönemde, uluslararası sistemi değiştirecek sessiz sedasız bir gelişme yaşandı. Çoğu uzman tarafından Amerikan dolarının uluslararası ticarette yaygın kullanılmasının temel sebebi olarak görülen Petro-Dolar Anlaşması, 50 yılın ardından sona erdi. Bu durum, Amerikan dolarının uluslararası finans ve ticaret sistemindeki geleceğine dair tartışmaları alevlendirdi.

Doların geleceği neden tartışılıyor?

Petro-Dolar Anlaşması'nın yenilenmemesi, Amerikan dolarının hakimiyetini sorgulatan önemli bir gelişme olarak öne çıkıyor. Bu anlaşma, Suudi Arabistan'ın petrol satışlarını dolar üzerinden gerçekleştirmesi ve ABD'nin Suudi Arabistan'ın güvenliğini sağlamasını içeriyordu. Anlaşmanın sona ermesiyle birlikte, doların uluslararası ticaretteki konumu da sorgulanmaya başladı.

ABD'nin gücünün kaynağı dolar mı?

1944'te imzalanan Bretton Woods Anlaşması ile uluslararası ticaretin merkezine oturan Amerikan doları, ABD'nin en büyük yapısal güçlerinden biri haline geldi. Altın standardı yerine getirilen bu sistemle dolar, ons altının yerine geçmiş ve diğer ülke para birimleri dolara endekslenmeye başlamıştı. ABD'ye verilen bu ayrıcalık, siyasi tarihte birçok olayın gidişatını değiştirmiş ve dolar siyaseti olarak adlandırılan bir kavramın doğmasına yol açmıştı.

Doların bu gücü, başta Latin Amerika olmak üzere gelişmekte olan ülke ekonomilerinde büyük krizlerin de tetikleyicisi olmuştu. Bu muazzam güçle birlikte büyük bir sorumluluk da ABD'ye yüklenmişti. ABD, uluslararası sistemin işleyebilmesi için altın rezervlerini yüksek tutmak zorundaydı. Altın rezervi yetersiz olduğunda Amerikan Hazinesi, uluslararası sistemin can suyu olan doları pompalayamayacak ve bu durum küresel bir krizi tetikleyebilecekti. Bu sorumluluk, ilerleyen yıllarda Petro-Dolar sistemine giden yolu da hazırladı.

Doları Suudi petrolü mü kurtardı?

Soğuk Savaş yıllarında yaşanan büyük krizlere bakılmaksızın, günümüzdeki sisteme ilişkin öngörülerde bulunmak neredeyse imkansız. Bugüne kadar uluslararası parasal sistemin en önemli yapı taşlarından olan Petro-Dolar Anlaşması'nın arkasında da 1973 Petrol Krizi yatıyor. Nixon döneminde yaşanan Vietnam Savaşı'nın getirdiği yüksek maliyet ve Suudi Arabistan'ın başını çektiği Petrol İhracatçısı Arap Ülkeleri Örgütü'nün (OAPEC) petrol üretimini kısıtlayarak fiyat artışı kararı alması, büyük bir ödemeler dengesi krizini tetiklemişti. Bu dönemde, brent petrolün fiyatı 1972'de 3,32 dolardan 1974'te iki kattan fazla bir artışla 6,89 dolara yükselmişti.

Aynı yıllarda ABD ekonomisine güvenin azalmasına ilişkin en büyük gösterge ise doların değerindeki hızlı düşüş. Aralık 1969'da ons altın altın 35 dolar olarak fiyatlanırken Aralık 1974'te 183 dolar olarak fiyatlandırıldı. Bu durum, petrol krizi öncesinde dolara duyulan güvenin yüzde beş yüzden fazla düştüğünü işaret ediyor.

1973'teki kriz sonrasında, Suudi Arabistan'ın petrol ihracatını dolar üzerinden yapma taahhüdü, ABD'nin ise Suudi Arabistan'ın güvenliğini sağlama sözü Petro-Dolar Anlaşması'nı ortaya çıkardı. Bu anlaşma, devletlerin dolara duyduğu ihtiyacı artırarak doların uluslararası piyasalardaki konumunu güçlendirdi.

ABD ve müttefiklerinin 1945'te kurguladıkları liberal uluslararası sisteme ilişkin endişeler günden güne artıyor. ABD'nin hegemonik gücünü kaybettiğine dair görüş hızla yaygınlaşıyor. Küresel yönetişim kulislerinde, 2008 Ekonomik Krizi sonrası ABD'nin sistemdeki tek yetkili güç olup olmadığı gündemin önde gelen maddelerinden birisi. Amerikan ekonomisinin, 1991'den 2008'e kadar ortalama yüzde 3,3 büyürken; 2009 – 2022 arasında ise yüzde 1,6 büyümesi, ABD'nin uluslararası iktisadi sistemi sırtlamaya yetecek nefesi olup olmadığı şüphesini kuvvetlendiriyor. ABD'nin akıbetine ilişkin kaygıları destekleyici başka veriler de mevcut. UNCTAD verilerine göre, 1992'de ABD yüzde 12 ile küresel ihracatta birinci sırada yer alırken, 2020'ye geldiğimizde bu oran neredeyse yarı yarıya bir düşüşle yüzde 8 olarak gerçekleşti. Aynı dönemde Çin, 1992'de yüzde 2,3 ile 11. sıradayken 2020'de yüzde 14,7 ile birinci sıraya yükseldi. Rezerv para birimi olarak Amerikan dolarına duyulan güvende de hızlı bir gerileme var. FED verilerine göre, 1991'de rezerv para birimi olarak ABD dolarının payı yüzde 71 iken 2021'de bu oran yüzde 58'e kadar geriledi.

Doların egemen olmadığı bir dünya mümkün mü?

Bir para biriminin uluslararası para birimi olabilmesi için üç temel şart vardır: İşlemlerde kullanım sıklığı, ilgili ülkenin dış ticaret açığı vermemesi ve ülkede siyasi istikrarın olacağına dair güven. Petro-Dolar Anlaşması'nın dolara sağladığı en büyük fayda, kullanım sıklığıydı. Öyle ya da böyle her devlet petrole ihtiyaç duyuyordu ve bunun için doları elinde bulundurmak mecburiyeti içerisindeydi. Petrolün dolarla satışı zorunluluğu, 13 Haziran itibarıyla ortadan kalktı.

Petro-Dolar Anlaşması'nın sona ermesiyle birlikte gözler Riyad'a çevrildi. 2022 yılında Çin ile imzalanan petrol satışı anlaşmasının neden yuan bazlı yapılmış olduğu da bugün ortaya çıktı. Bununla da yetinmeyen Riyad, 2023'te Pekin ile yeni bir swap anlaşması yapmıştı. Bu anlaşmada da yuanın geçerli para birimi olarak kabul edilmesi, Riyad – Pekin yakınlaşmasına ilişkin önemli emareler barındırıyor. Pekin ile ilişkilerini geliştiren Riyad, bir yanda da BRICS'e göz kırpıyor. Başta Rusya ve Brezilya gibi enerji ihracatçısı ülkeler olmak üzere yeni ödeme yöntemleri ve taşıma hatları kurmak isteyen Riyad için BRICS bir alternatif olabilir.

Bu süreçte Riyad'ın arzusu oldukça açık: 2030 Vizyonu'nda belirtilen ekonomik yapıya ulaşmak için yeni ortaklarla yola devam etmek. Huawei ve ZTE gibi Çinli firmalar, başta 5G altyapısı olmak üzere yapay zeka ve Endüstri 5.0 alanlarında başı çekiyorlar. Washington'un aksine Pekin, ülkelerle imzaladığı anlaşmalarda teknoloji transferini önlemeyi bırakın, teşvik dahi ediyor.

Washington'ın bu süreçte iki seçeneği var. Ya enerji dönüşümü sürecinde dolar sisteminin en azından 20 sene daha süreceği inancıyla farklı sektörlere yatırım yapacak, ya da bu anlaşmanın yenilenmesi için teknoloji transferi başta olmak üzere Riyad'a yeni tavizler verecek. Başkanlık seçimlerinin arifesinde bu denli büyük bir kararı Biden yönetimi vermeye gönüllü olmamış olabilir. Doların akıbetinin ne olacağına ilişkin güçlü kanılara varabilmemiz için Biden-Trump düellosundan kimin galip çıkacağını beklememiz gerekiyor.