Erdoğan-Sisi diyaloğunun Mısır'daki darbe, Müslüman Kardeşler'e yönelik baskı ya da Arap Ayaklanmaları süreciyle ilişkilendirilerek okunması mezkûr gelişmenin doğru anlaşılmasını engelleyeceği gibi sürecin tüm taraflar için iyileştirilmesine yönelik sunacağı katkıları da ortadan kaldıracaktır.
Doç. Dr. M. Hüseyin Mercan / Marmara Üniversitesi
2011'de Arap dünyasındaki halk ayaklanmalarıyla başlayan devrim dalgasının oluşturduğu motivasyon sonucunda tüm gözler toplumsal tabanları itibarıyla bölgenin en önemli siyasi aktörleri denebilecek İslami hareketlere çevrilmişti. Onlarca yıldır maruz kaldıkları baskıya rağmen varlıklarını sürdürmekte kararlı bir strateji izleyen İslamcı yapılar için bölgede oluşan yeni statüko hem yönetici elitlerin değişme ihtimali nedeniyle bir başlangıca hem de İslamcıların iktidarla imtihanı çerçevesinde İslamcılığın bizatihi kendisine dair bir meydan okuma anlamına gelmekteydi. 1928'deki kuruluşundan itibaren yöntemi, söylemi, stratejisi ve kapasitesi ile İslami hareketler arasında ayrıcalıklı bir yere sahip Müslüman Kardeşler içinse bu süreç, diğer muadillerine nazaran daha büyük riskler ve fırsatlar içermekteydi. Hasan el-Benna'nın inşa ettiği tedrici şekilde siyasal sistemi dönüştürme hedefi ve ikinci genel mürşit Hasan el-Hudeybi'nin siyasal ve toplumsal meşruiyete odaklanan itidalli yaklaşımı, Kardeşler özelinde tüm İslamcı yapıların ana felsefesi ve aksiyonuna dair bir çerçeve sunmaktaydı. Mısır'da Hüsni Mübarek'in 8 Şubat 2011'de istifasının ardından ortaya çıkan boşluğu doldurmaya yönelik sivil alandaki en güçlü siyasal hareket olarak Müslüman Kardeşler'in geçiş sürecinde vereceği sınav, sadece İslamcıların iktidarda neler yapabileceklerine dair değil aynı zamanda Kardeşler'in Benna ve Hudeybi geleneği ile doğru şekilde temas kurup kuramayacaklarına dair de bir gözleme imkân tanıyacaktı.
Ordunun stratejik tercihi
Devrimin erken dönemlerinde Mısır ordusu kendi meşruiyetini sağlamlaştırmak ve başta ABD olmak üzere ana akım tüm güçlerin devrimi desteklediği bir süreçte karşıt tarafta bulunmamak adına örtülü ve oldukça pragmatik bir iyi niyet göstergesiyle geçiş sürecinde sivil aktörlere alan açarak seçimlerin gerçekleşmesini kolaylaştırıcı bir rol üstlenmişti. Ordunun bu stratejik tercihi, ilerleyen dönemlerde siyasette ve sahadaki etkinliğini artırmasının ve toplumu maniple etmesinin yolunu açmıştı. Müesses nizamın en güçlü kurumsal yapısı olan ordu, demokratikleşme adımlarından hoşnut olmasa ve özellikle de Müslüman Kardeşler iktidarından ciddi rahatsızlık duysa da erken dönemde hamle yapmaktan kaçınmıştı. Mısır'daki geçiş ve darbe süreci mercek altına alındığında ordunun sessiz ve derinden yürüttüğü siyasetinde özellikle iktidarın hatalarını kullanarak kitleler üzerinde bir etki alanı oluşturma çabası görülmüştür.
Otoriter sistemin unsurlarının yıllardır ellerinde tuttuğu iktidarı bırakmamak için ciddi direnç gösterecekleri beklenilen bir durumdu. Bu nedenle geçiş sürecinin yükünü ve sorumluluğunu üstlenen Müslüman Kardeşler'in önünde zorlu ve uzun bir yol olduğu bilinmekteydi. Cumhurbaşkanlığı seçimlerinde aday gösterip göstermeme konusunda ilk başlardaki kararsızlık, Mısır'daki geçiş sürecinin hassasiyeti ve eski rejimin oluşturacağı dirençle doğrudan alakalıydı. Meclis seçimlerinden ezici bir zaferle çıksa dahi hareket içinden birinin ülke yönetimini devralması, yapının yeni risklerle muhatap olması ve toplumdaki demokratikleşme ve refah düzeyinin artırılmasına yönelik aşırı beklentilerin sorumluluğunu üstlenmek anlamına gelecektir. Ayrıca Kardeşler'in adayının başkan seçilmesi Mısır'daki tüm dengeleri değiştirmeye yetecek düzeydeydi. Tam da bu noktada Kardeşler'in Genel İdare Kurulu'nun uzun tartışmaların ardından seçimlerde aday gösterme kararı ve çeşitli aday girişimlerinin ardından Muhammed Mursi'nin adaylığının ilanı hem Mısır hem de Kardeşler için yeni bir dönem demekti.
Müslüman Kardeşler'in iktidar/la imtihanı
Mursi'nin cumhurbaşkanı seçilmesi ülkedeki demokratikleşme arzusuna dair bir gösterge olsa dahi seçimlerin ikinci turunda yüzde 48 oranını geçen bir oy alan Ahmed Şefik'in eski rejimin önemli simalarından oluşu, Kardeşler ve Mursi yönetimi için ilk tehlike sinyalleriydi. Mursi'nin göreve ilk geldiğinde açıkladığı yüz günlük eylem planı ve beş büyük sorunlu alanın iyileştirilmesine dair verdiği sözler, Mursi muhalifleri tarafından toplumu etkilemek için ciddi şekilde kullanılmıştı. Ayrıca 2012 aralık ayındaki anayasa referandumu ise hem Mursi hem de Müslüman Kardeşler için toplumsal meşruiyet sorununu tetikleyen bir dönüm noktası mahiyetindeydi. Anayasanın yüzde 63 bandında bir destekle kabul edilmesine karşın sandığa gidenlerin oranının yüzde 30'un altında kalması, sadece seküler muhaliflerin değil Mısır'ın muhafazakâr ve İslamcı kesimlerinin de anayasa sürecini benimsemediğine işaret etmekteydi. Anayasa yapımında oldukça aceleci davranan yönetimin referandum sonuçlarına yönelik gerekli mesajları almaması, ordu ve Mursi karşıtı medyanın başını çektiği muhalefetin yürüttüğü söylem stratejisiyle devrimin kazanımlarını ortadan kaldırmaya çalışan Kardeşler algısının yaygınlaşmasıyla sonuçlandı. 2013 baharında Mursi ve Kardeşler karşıtı kampanyanın hızlandığı ülkede iktidarın gerekli hamleleri zamanında yapamaması ordunun halk ayaklanması sürecinden beri beklediği fırsatı elde etmesini kolaylaştırdı. Mursi yönetimine yönelik baskı ve eleştirilerini artıran ordu bir taraftan da toplumdaki uzantıları vasıtasıyla ülkede siyasi istikrarsızlığı artıracak bir strateji geliştirdi. Kırılganlığın arttığı ve iktidarın toplumsal meşruiyet kriziyle yüzleştiği bir dönemde sahneye çıkan Abdulfettah es-Sisi, 3 Temmuz'daki darbeyle ülkenin yönetimini devraldı.
Mısır'daki darbe, ülkenin gerçekliğine ve Kardeşler'in iktidar kapasitesine dair bir çerçeve sunması bakımından oldukça önemli bir kırılma anıdır. Mursi dönemi her şeyden önce İslamcı geleneğin siyasal sistemi dönüştürmeye yönelik gündeminde ne tür adımları öncelemesi ya da uygun koşullar oluşmadan hangi hamleleri ertelemesi gibi başlıklarda önemli bir ders niteliğindedir. Bunun yanında darbe sonrasındaki krizle yüzleşme anında sürecin hangi yöntemlerle en az hasarla atlatılabileceğine dair bir fikir sunması bakımından da derinlemesine analiz edilmesi gereken bir konudur. Demokratikleşme sürecinin oluşturduğu havada Sisi yönetimine karşı direniş başlatarak süreci tersine döndürmeye yönelik umutlar, beklenen desteğin ABD ve kurumsallaşmış demokratik ülkelerden gelmemesi nedeniyle büyük bir hayal kırıklığıyla sonuçlanmıştı. Bu durum dahi Kardeşler'in darbe sonrası izlemesi gereken stratejinin seyrini belirleyecek düzeyde önemli bir gelişmeydi. Benna'nın saray ve meclis arasında izlediği ve teşkilatı ayakta tutma öncelikli pragmatik siyaseti; Hudeybi'nin Cemal Abdunnasır'ın baskılarına karşı yürüttüğü mutedil ve rasyonel strateji ve Ömer et-Tilmisani'nin Enver Sedat'ın Mısır'ında fırsat boşluklarından yararlanmayı ve hareketi güçlendirmeyi önceleyen tercihleri, Kardeşler'in bugünlere gelmesindeki ana saiklerdi. Bu bakımdan darbe sonrası süreçte Kardeşler'in karşı karşıya kaldığı krizi aşma konusunda işlevsel araçlarla bir muhalefet anlayışı ortaya koyamaması, kendi tarihi ve kurucu unsurlarının tecrübelerinden yararlanmaya dair bir zorlukla karşılaştığını da göstermekteydi.
Kardeşler'in ülkedeki tüm birimlerinin kapatılması, mal varlıklarına el konulması ve 2014'te terör örgütü ilan edilmesi, Hareket'in hiç olmadığı kadar büyük bir saldırıyla yüzleşmesi demekti. Sisi yönetimi Nasır, Sedat ya da Mübarek'in baskılarına rağmen her defasında süreçten güçlenerek çıkan Kardeşler'in etkinliğini kırmak için toplumla yapı arasına büyük mesafeler koyacak bir girişim başlatmıştı. Otoriter seleflerinin Kardeşler'e yönelik siyasetiyle de kıyaslandığında Sisi'nin stratejisi Kardeşler'in meşruiyetini sarsmaya yönelikti. Maddi sınırlılıkların böylesine köklü bir İslamcı yapı için sorun teşkil etmeyeceğinin farkında olan Sisi yönetimi, özellikle genç nesille Kardeşler bağını koparmayı hedefleyerek ülkenin gelecek dönemlerinde güçlü bir İslamcı yapının boy göstermesini engellemeye çalışmıştı. Sisi yönetiminin bu kadar hassas bir stratejiyle Kardeşler'i toptan bitirmeyi hedeflediği bir dönemde teşkilatın da yeni koşulları dikkate alarak rejimin gerçekliğine uygun stratejiler hayata geçirmesi elzemdi. Fakat, hareketin içinde nükseden liderlik sorunu ve Sisi yönetiminin baskılarına karşı nasıl bir tavır takınılması gerektiği konusunda yaşanan fikir ayrılıkları, Kardeşler içindeki insicamı bozan temel meselelerin başında gelmekteydi. Siyasal kurumsallaşma da önemli bir parametre olarak dikkate alınan tutarlılık, Benna'dan bu yana hiç olmadığı kadar sarsılmış ve yapı kendi içinde parçalı bir görünüm çizmeye başlamıştı.
Değişen dengeler bölgeyi nasıl etkiler?
Hareketin liderliğini yürüten Mahmud İzzet'in 2020'de tutuklanması, yapı içindeki ayrışmayı daha da gün yüzüne çıkardı. İzzet'in tutuklanmasının ardından İngiltere'de mukim İbrahim Münir'in Genel Mürşit seçilmesi ve Türkiye'de ikamet eden ve yapının önceki genel sekreteri Mahmud Hüseyin ile yakınlarının yeni lidere muhalif tutumları iki taraf arasındaki gerilimi tırmandırmıştı. Münir'in 2022 temmuz sonunda Kardeşler'in siyasal alandan çekildiğine dair ilanı da yapı içindeki tutarlılığı tamamen bitiren ve gruplar arasındaki kopuşu hızlandıran başka bir gelişmeydi. Sisi yönetimiyle yaşanan derin krizi Kardeşler'i ana varlık sahası olarak tanımlayacağımız siyasal alandan uzaklaştırarak tipik bir dini cemaat haline dönüştürmeyle aşmaya çalışan Münir, Kardeşler'i özünden koparacak bir adımla soruna çözüm bulmaya çalışmıştı. Bu kararın birçok Kardeşler mensubu tarafından tanınmaması, liderlik sorunu kadar yapının geleceğinin de nasıl belirleneceğine yönelik endişeleri gözler önüne sermekteydi. Bu gelişmelerin ardından yakın zaman önce İbrahim Münir'in hayatını kaybetmesiyle Kardeşler içinde liderlik krizinin daha da derinleşeceği ve liderin otoritesi ve meşruiyetine dair sorgulamaların artacağı öngörülmektedir.
Kardeşler içindeki sorunlar devam ederken son dönemlerde bölgenin siyasal denkleminde cereyan eden gelişmeler, Kardeşler için de çeşitli fırsatları bünyesinde barındırmaktadır. Dünya Kupası maçlarının açılışı münasebetiyle Katar'ın başkenti Doha'da bulundukları esnada Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan'ın Sisi ile tokalaşması bir süredir devam eden Türkiye- Mısır ilişkilerinin normalleşmesinde yeni bir ivmelenmeye kapı araladığı gibi Müslüman Kardeşler üzerinden de bir tartışmayı gündeme getirdi. Siyasi elitlerin farklı dönemlerde farklı politikalar hayata geçirebilmesi tabii bir durumdur. Bu nedenle Erdoğan- Sisi diyaloğunun Mısır'daki darbe, Müslüman Kardeşler'e yönelik baskı ya da Arap Ayaklanmaları süreciyle ilişkilendirilerek okunması mezkûr gelişmenin doğru anlaşılmasını engelleyeceği gibi sürecin tüm taraflar için iyileştirilmesine yönelik sunacağı katkıları da ortadan kaldıracaktır. Öncelikle unutulmaması gereken husus Erdoğan'ın bir darbeci liderle değil Arap dünyasının en önemli gücü sayılabilecek Mısır'ın cumhurbaşkanı ile bir temas kurduğu gerçeğidir. Bunun yanında yine göz ardı edilmemesi gereken husus, bu görüşmenin meşrulaştırılması için Müslüman Kardeşler'i bugünün koşulları nedeniyle ötekileştirme hatasına düşmemektedir. Her iki durumun da romantik bir anlatı meydana getireceği ve bu yaklaşımın Türkiye- Mısır ve Türkiye- Müslüman Kardeşler ilişkilerine bir yarar sağlamayacağı aşikâr bir durumdur.
Türkiye- Mısır ilişkilerinin normalleşmesinin Kardeşler'e bir ilham vermesi ve yeni gündem, vizyon ve söylemle normalleşme sürecinin ılımlı ikliminde bir zemin bulmaya çalışması tüm taraflara ciddi kazanımlar sağlayacaktır. Bölgedeki siyasi atmosfer 2011 ya da 2012'de gerçeklikten çok farklıdır. Bundan ötürü, Ankara- Kahire arasındaki ilişkilerin yeni bir düzeye taşınması kadar Kardeşler'in mevcut gerçekliği iyi analiz edip kendi stratejilerinde bir güncelleme yapabilmesi hayati bir zorunluluktur. Benna ya da Hudeybi dönemindeki örneklerden hareketle rejimle kurulacak temaslar, yeni bir yüz ve siyasi eylem stratejisiyle topluma yönelik dokunuşlar, İslamcı geleneğin en önemli temsilcisi Kardeşler'in siyasi alandaki varlığını devam ettirmesinin yolunu açacaktır. Nasıl ki Kardeşler, dışlayıcı bir dil ve radikal hamlelerden ziyade Benna ve Hudeybi'nin öğretisinden hareketle her daim içe alıcı, kucaklayıcı, mutedil ve tedrici bir söylem ve eylem stratejisini uygulamaya koymuşsa bugün de bölgenin değişen dinamiklerini dikkate alarak aynı stratejiyle siyasi gündemini devam ettirmelidir. Çünkü Müslüman dünyanın en önemli İslami hareketinin kendisini güncelleyerek siyasi alanda yeniden boy göstermesi sadece yapının kendisi için değil aynı zamanda İslamcı siyasallığın geleceğini de olumlu yönde etkileyecektir.