Musaddık darbesine giden süreç, sonrasında gelen itiraflar ve ortaya çıkan belgeler İngiltere, Amerika ve hatta diğer bazı Avrupalı devletlerin henüz açığa çıkmamış gizli arşivlerinde darbelerle ilgili olarak gündelik tartışmaların ötesinde çok daha farklı bir hikâye olduğu kanısını güçlendiriyor.
Yrd. Doç. Dr. İsmail Ediz / Sakarya Üniversitesi
“In the middle of the Cold War, the United States played a role in the overthrow of a democratically elected Iranian government”. Bu sözler Beyaz Saray’ın resmi sitesinden Barack Obama’nın 4 Haziran 2009’da Mısır’da yapmış olduğu konuşma metninden aynen alınmıştır. Türkçe tercümesi de tam olarak şöyle: “Amerika, Soğuk Savaş’ın ortalarında demokratik yollarla seçilmiş İran Hükümeti’nin devrilmesinde rol oynamıştır”. Obama burada, 1953’te CIA’nın İngiliz istihbarat teşkilatı MI6 ile ortaklaşa planladıkları ve neticede İran’ın seçilmiş başbakanı olan Muhammed Musaddık’ın devrildiği askeri darbeyi kastetmektedir.
Orta Doğu, tarih boyunca Batılılar tarafından hep arzulanan bir bölge olmuştur. Büyük medeniyetlerin önemli bir kısmının bu coğrafyada yükselmesi ve aynı zamanda buranın ilahi dinlerin merkezi olması dünyanın diğer bölgelerinde yaşayan insanlar için Orta Doğu’yu gizemli ve cazip bir yer kılmıştır.
Batılıların Doğu üzerindeki merakı ve tahakküm kurma isteği modern zamanlarda daha da şiddetlenmiştir. Özellikle sömürgecilik tarihi bağlamında değerlendirildiğinde kadim İpek Yolu’nun önemli duraklarını bünyesinde barındıran Orta Doğu coğrafyası Batılılar nezdinde her zaman çekiciliğini korurken, bu ilgi 19. yüzyıl sonrasında farklı bir şekle bürünmüştür. Yüzyılın son çeyreğinden itibaren ortaya çıkan bu farklılaşmanın en temel sebebi şüphesiz akaryakıt kullanımının giderek yaygınlaşmasıyla birlikte Orta Doğu’da bulunan petrol kaynaklarının vazgeçilmez hale gelmesidir. Petrolün stratejik hikâyesi İngiliz donanmasına ait gemilerin akaryakıt kullanımıyla başlar. İngilizler bu dönemde İran Körfezi, Abadan ve Basra civarındaki bazı bölgeleri doğrudan işgal ederek dünya savaşı öncesinde donanmadaki bu kritik değişikliğin ortaya çıkaracağı riskleri ortadan kaldırmaya çalıştı. Bu tarihten itibaren petrol giderek artan bir şekilde, gelişen Avrupa sanayiinin ve gündelik yaşamının en önemli parçası oldu.
20. yüzyılın başında İngiltere’nin İran’da ortaya koyduğu bu refleks ilerleyen zamanlarda yerini Orta Doğu’ya yönelik sürekli müdahale ve işgallere bırakmıştır. Anglo Sakson geleneğinin takipçileri vazgeçilmez gördükleri Orta Doğu’da işi asla şansa bırakmamışlar ve sürekli olarak bu coğrafyayı kendi çıkarları doğrultusunda dizayn etmeyi hedeflemişlerdir. Sosyal bilimlerde bu tarz genellemeler yapmak zor olmasına rağmen eldeki veriler böyle bir yargıya ulaşma noktasında ön açıcı niteliktedir. En azından Orta Doğu ve bağlantılı bölgelerin tarihini bu müdahalecilik çerçevesinden kopuk değerlendirmek ciddi tarihsel yanılgılara yol açar ve açmıştır da.
Barack Obama’nın itirafıyla sabitlenen Musaddık yönetimine karşı 1953’te yapılan askeri darbe Anglo Saksonların Orta Doğu’da dolaylı ya da doğrudan rol oynadığı sayısız müdahaleden yalnızca biridir. Peki Musaddık’a yönelik darbenin gerekçesi neydi ve bu müdahale nasıl kurgulanmıştı? Bu soruların cevapları aslında birçok insanın aşina olduğu ancak bir şekilde komplo teorisi, basit bir izah tarzı, kolaycılık gibi bir takım söylemlerle sulandırılmış, değersizleştirilmiş veya bir kenara atılmış hikâyelerdir. Amerikan resmi kaynakları bizzat itiraf etmiş olmasalardı birçoklarının zihninde bu darbe için yapılan izahatlarda aynı akıbete maruz kalacak, komplo teorisi olmaktan öteye geçemeyecekti.
Seçimle işbaşına gelmişti
Musaddık İran halkı tarafından demokratik seçimle işbaşına getirilmiştir. Bu dönemde İran petrolleri 1908’de İngilizler tarafından kurulmuş Anglo Persian Petrol Şirketi tarafından işletilmektedir. Yani İran’daki petrol uzun süre İngiliz devletinin ortak olduğu bir şirketin kontrolündedir. Daha sonra bu şirket malum British Petrol’e (BP) dönüşmüştür. Bu arada İran’da işbaşına gelen bazı hükümetler kendilerine ait petrolden ülkeyi daha fazla istifade ettirmeye çalışmış fakat bunda çok az ilerleme kaydedebilmişlerdi. 1951 yılına gelindiğinde ise İran halkının büyük çoğunluğu petrolün tamamen İran’ın tasarrufunda olması gerektiği yönünde bir irade ortaya koymuş ve bu yöndeki fikirleriyle bilinen Muhammed Musaddık’ı iş başına getirmiştir.
Musaddık’ın takip ettiği milli petrol politikası İngiltere ve ABD açısından ciddi bir tehdit olarak algılanmış ve konu kısa süre içerisinde uluslararası krize dönüşmüştür. Bu süreçte İran hükümetiyle ilişkileri kesilen İngiltere, Musaddık aleyhine “liberal Batı” nezdinde ciddi bir kara propaganda yürütmeye başladı. Diğer yandan İran’a yönelik uygulanan ekonomik kısıtlarla halk arasında hükümete karşı tepki oluşması hedeflendi. Hükümete karşı ilk ciddi hamle 1952’nin ortalarında geldi ve İngiltere ülke içerisinde gerçekleşen Musaddık karşıtı eylemlere destek vererek hükümeti devirmeye çalıştı. Bu arada başta Şah olmak üzere içerideki işbirlikçi seçkinler müdahalenin kapılarını aralamak için ellerinden geleni yaptı fakat bu girişim başarısız oldu.
Sonraki süreçte vazgeçmeyen İngiltere, İran ile arasındaki petrol sorununu Batı nezdinde Musaddık karşıtı bir kampanyaya dönüştürdü. Anglo Saksonlar’ın denizaşırı coğrafyalara müdahalesinin en önemli araçlarından biri olan “eksen kayması” söylemi Musaddık aleyhindeki kampanyanın en temel argümanıydı. Bu anlamda, Musaddık’ın Rusya yanlısı olduğu, petrolleri millileştirerek Sovyetlere hizmet etmek istediği, bu durumda önemli petrol kaynaklarının komünistlerin eline geçeceği iddialarıyla Avrupa ve Amerikan kamuoyu etkilendi. Neticede İran’ın Sovyet kanadına kayma tehlikesini önemseyen ve bunun Batı’da prestij ve güç kaybına yol açacağını düşünen Amerikalı yetkililer askeri müdahalenin artık gerekli olduğu konusunda ikna oldular.
Bundan sonraki süreçte CIA devreye girdi ve İngiliz istihbarat servisi MI6 ile birlikte “Operation Ajax” olarak bilinen darbe planı hayata geçirildi. Müdahalenin mantığı aynıydı. Toplum mühendisliği devreye girecek, önce uygun şartlar laboratuvar ortamında hazırlanacak, kamuoyunun algısıyla oynanacak daha sonra da darbe gerçekleşecekti. Nitekim İran’a yönelik uzun süredir uygulanan kısıtlar ve kara propagandayla kamuoyu üzerinde oluşturulan algı Musaddık yönetimini çok zor durumda bırakmıştı. Amerikan Ulusal Güvenlik Arşivi’nden çıkan belgeler Musaddık aleyhine olan haberlerin Amerikan ve İran basınına nasıl profesyonelce yerleştirildiğini ortaya koyuyor. Diğer yandan ülke içindeki muhalifler ve ordu aynı safta toplanarak Musaddık karşıtı cephe güçlendirilmeye çalışılıyordu. Batılı müttefikler bir yandan da İran’ın uluslararası pazarlarda kendi petrolünü satmasını engelleyerek ekonomik çökertme politikası uygulamaya devam ettiler. Nihayet darbeciler halkı sokağa dökmeyi ve asayişi bozmayı başarmıştı. Böylece askerlerin duruma el koyması için sözde meşru bir gerekçe ortaya çıkmış oldu ve arkasından darbe gerçekleşti. Bununla birlikte Musaddık devri sona erdiği gibi ilk darbe girişiminden sonra İran’ı terk etmek zorunda kalan Şah geri döndü ve İran 1979’a kadar Amerika ile müttefik olarak kalmaya, İran petrolü ise Batı piyasalarına güvenle akmaya devam etti. Bundan sonrası ise başka bir hikâyedir...
ABD’nin itirafı
2000’li yıllara kadar bir komplo teorisi olarak kalan bu hikâyenin detayları Amerikan Ulusal Güvenlik Arşivi’nden çıkan belgelerle birlikte gün yüzüne çıktı. Belgelerin birinde “Askeri darbe ABD dış siyasetinin bir parçası olarak, CIA yönetiminde gerçekleştirildi” ifadesi aynen yer almakta. Bu gerçek, en üst düzey Amerikan yetkililer tarafından birkaç kez itiraf edildi. O dönemde Amerikan yönetiminin bir numarasından gelen bu itiraf, ister istemez Orta Doğu ve civarında gerçekleşen diğer askeri darbelerin perde arkasıyla ilgili soru işaretlerini de akıllara getiriyor.
Musaddık darbesine giden süreç, sonrasında gelen itiraflar ve ortaya çıkan belgeler İngiltere, Amerika ve hatta diğer bazı Avrupalı devletlerin henüz açığa çıkmamış gizli arşivlerinde darbelerle ilgili olarak gündelik tartışmaların ötesinde çok daha farklı bir hikâye olduğu kanısını güçlendiriyor. Hatta Orta Doğu’da gerçekleşen diğer askeri darbelerin gerçekleşme süreçlerine dikkatlice bakıldığında bunların da Musaddık darbesine benzer süreçler sonrasında gerçekleştiğini söylemek yanlış olmayacaktır. Tıpkı “Oparation Ajax” planına ait belgelerin arşivin tozlu raflarından indirilip gün yüzüne çıkartılması gibi belki de Orta Doğu’ya yönelik daha onlarca plan ve projenin bilgi ve belgeleri arşivlerin karanlık odalarında hakikate ışık tutmayı beklemektedir.