Yalan haber ve sosyal medya ikilisinin başımıza getirdikleri, tüm dünyanın derdi. Bir haberin yalan olanının, gerçeğinden kat be kat fazla etkileşim aldığı bu çağ "gerçeklerden kopuk yaşıyoruz" "olgu değil algı evreni" "gerçek değil ötesi isteniyor" minvalindeki tespitleri ispat eder düzeyde.
Cüneyd Altıparmak / Hukukçu
Geçen haftaki yazımızda, yalanın suç olma seyrini ve temel yaklaşımları belirtmeye çalışmıştık. Bu yazımızda ise konuya kaldığımız yerden devam ederek, sosyal medyada olanlar başta olmak üzere yalan haber yapılmasının suç olup olmayacağı noktasında tespitler ortaya koymak istiyoruz. Bu konudaki düzenlemeler ve ülkemizdeki son değişiklikleri izah etmeye çalışacağız.
Bilgi kirliliği
Medyada bir konunun öne çıkarılması, çerçevelenmesi, gündeme sürülmesi veya gündemde olmayan bir konunun oluşturması, siyasi bir kampanyanın yürütülmesi veya bir durumu meşrulaştırmak için propaganda amaçlı tekniklerin kullanılması olasıdır. Sosyal medyanın herkesi muhabir, haber veren konumuna getirdiği dünyada yanlış bilginin meydana getirdiği bilgi düzensizliği bu çağın en ifsat edici aracı. "Manipülasyon", "çarpıtma", "yalan haber" "uydurma" "bağlamdan koparma" "hatalı ilişkilendirme" gibi türleri olan yanlış bilgi, akıl almaz halde yayılıyor. Bir bilgi kaynağı olarak sunulan internet, gittikçe insan davranışlarını yöneten ve bunun için yalanın çok kolay ve faili meçhul olarak üretildiği bir alana eviriliyor...
Yalanın etkisindeki değişim tüm dünyanın sorunu... İnternet ve sosyal medya alanındaki kartel ülke ve şirketler bunu bir "yumuşak güç" olarak kullanıyorlar. "İsviçre Federal Teknoloji Enstitüsü tarafından yapılan bir araştırmaya göre, Türkiye'de gündem olan paylaşımların neredeyse yarısı sahte. "Ephemeral Astroturfing Attacks: The Case of Fake Twitter Trends" isimli rapor "Astroturfing" kavramı üzerinde duruyor. Yani "Bir kişi, ürün veya politika için aslen tabanda geniş çaplı bir destek bulunmamasına rağmen, böyle bir desteğin var olduğu izlenimini yaratmayı amaçlayan eylemler bütünü"... Bu günlerde konuştuğumuz yalan haber meselesinden sonra hukukun gelecekte tartışmaya açacağı nokta bu sanırım!
Dünyadaki gelişmeler
Tüm dünyanın derdi yalan haber ve sosyal medya ikilisinin başımıza getirdikleri desek yeridir. Bir haberin yalan olanının, gerçekten kat be kat fazla etkileşim aldığı bu çağ "gerçeklerden kopuk yaşıyoruz" "olgu değil algı evreni" "gerçek değil ötesi isteniyor" minvalindeki tespitleri ispat eder düzeyde... Prof. Dr. Çetin Özek'in "yalan haber" tanımındaki "olmayanı olmuş veya olacak gibi göstermek veya olanı başka türlü kamuya aksettirmek" durumu hemen her gün başımızda artık... Fransa Hükümetinin bu konudaki bir kanun tasarısını meclise sunarken ortaya koyduğu tespit önemli bir özet bence: "...demokrasiye yeni bir tehdit olarak kabul edilen sahte haberlerin yayılmasıyla mücadele etmek için İngiliz Parlamentosu bir Soruşturma Kurulu oluşturmuştur, Almanya Parlamentosu bu doğrultuda kanun kabul etmiştir, İtalyan otoriteler ise sahte haberleri bildirmek için bir platform oluşturmuştur. Fransa'nın bu konuda eylemsiz kalması beklenemezdi."
Bu konuda TBMM tarafından yapılan ve kamuoyu ile paylaşılan raporda yalan haber konusunda kavramsal boyutta olduğu gibi pratikte de genel kabul gören tek bir yaklaşımın olmadığı tespit edilmiş. Yaklaşık 30 ülkede bir şekilde yalan haberlere yönelik bir müdahalenin olduğuna dikkat çekilmiş. Hollanda, İsveç ve Danimarka gibi ülkelerin yalan habere herhangi bir özel düzenleme getirmediği, Fransa, Rusya, Çin'in yalan haberi yeni bir suç türü kapsamında ele alma yoluna gittiği, rapordaki tespitler arasında. Almanya ve İsrail'in meseleyi iftira, hakaret gibi diğer suçlar ekseninde değerlendirdiği; Bangladeş, Belarus, Burkina Faso, Kamboçya, Çin, Mısır, Fransa, Almanya, Kenya, Malezya, Rusya, Singapur, Tayland ve Vietnam, yalan haberi mevzuatına yerleştiren ülkeler olduğu belirtiliyor. Yine Singapur'da yalan haber yaymanın hapis cezasına varan yaptırımları bulunurken ABD, İngiltere, Güney Kore, İspanya ve İtalya gibi ülkelerde yalan haber yayma konusunda komisyon faaliyetleri ve hükümetlerin aldıkları inisiyatifler dikkati çekiyor.
Norveç, İsveç, Danimarka, Belçika, Kenya ve Hollanda gibi örneklerde farkındalık oluşturmayı amaçlayan adımlar atılmış. Brezilya, Demokratik Kongo Cumhuriyeti, Meksika ve Pakistan gibi örneklerde devletlerin sosyal medya yoluyla birer doğruluk kontrolü platformu oluşturmuş durumda.
Alman Ceza Kanunu 186 ila 188. maddeleri başta siyasi yaşamda halkın gözü önünde bulunan kişilere karşı olmak üzere kamusal alanlarda yapılan karalama/dedikodu ve yalan haber yayma faaliyetinin suç olarak düzenlendiği görülüyor. Almanya'da Sosyal Ağların Düzenlenmesi Kanunu'nun yürürlüğe girdiği ilk altı ayında Facebook, gelen şikâyete tabi içeriklerin yüzde 21'ini, YouTube yüzde 27'sini, Google yüzde 46'sını, Twitter ise yüzde 10'unu kaldırdı. "Sosyal Ağ Kanunu" ve ilgili yönetmeliklere göre Şubat 2022 tarihinden itibaren medya platformları yalan haber kapsamındaki içeriklerini sadece denetleyip silmekle yükümlü değil. Bu şirketler aynı zamanda ceza hukuku kapsamında suç teşkil eden içerikleri de güvenlik birimlerine bildirmekle yükümlü tutulmaya başlandı. Google, Twitter, Meta ölçüsündeki büyük platformlar uygulamaya itiraz etti ve davaya taşıdı meseleyi. Çıkacak sonuç ciddi bir emsal olacak.
'Yalan haber' düzenlemesi
Bundan önce Belçika Veri Güvenlik Kurumu, Facebook'tan ülkede bazı çerezleri izinsiz kullanmamasını, aşırı veri toplamamasını ve bu şekilde toplanan kişisel verileri silmesini istemişti. Şirketin bunu reddetmesi üzerine kurum, Brüksel mahkemesinde hukuki süreç başlatmıştı. Facebook ise GDPR (Kişisel Verilerin Korunması Hakkındaki Genel Tüzük) çerçevesinde Belçika mahkemelerinin bu konuda yetkisi bulunmadığını, söz konusu konularda yetkinin şirketin AB'deki merkezi olan İrlanda ve İrlanda Veri Koruma Komisyonunda olduğunu söylese de Avrupa Adalet Divanı tartışmayı son noktayı koymuş ve bu konuda Brüksel'in yetkisini kabul etmişti. Gerek Almanya'daki süreç gerekse Adalet Divanının yaklaşımı Türk Yargısı için de önemli bir emsal niteliğinde aslında.
"Yalan Habere Ceza" haberlerinin çoğu eksik veya yönlendirici... İtibar suikastı ve sosyal medya mağduriyetleri arttığı için sorunu çözmek amacıyla devletler "ultima ratio" yani "son çare" olarak meseleyi suç kapsamına alıyor... Ülkemiz de getirilen düzenleme de bu anlamdaki örneklerin pek farklı değil. TCK'ya eklenen yeni madde ile 'halkı yanıltıcı bilgiyi alenen yayma' suçu tanımlandı. Buna göre "sırf halk arasında endişe, korku veya panik yaratmak saikiyle, ülkenin iç ve dış güvenliği, kamu düzeni ve genel sağlığı ile ilgili gerçeğe aykırı bir bilgiyi, kamu barışını bozmaya elverişli şekilde alenen yayan kimse" bir yıldan üç yıla kadar hapis cezası alacak. Suçun faili, gerçek kimliğini gizlemek suretiyle veya bir örgütün faaliyeti çerçevesinde işlerse verilen ceza yarı oranında artırılacak. İlginç ve ironik olan şey; bu suçla ilgili yapılan yanlış içerikli haberler. Maddenin ifade özgürlüğüne ket vuracağı iddiasıyla gündeme gelen tartışmalar maalesef birer "yalan haber" ama kimse merak etmesin yeni düzenleme kapsamına girmiyor bu eleştirirler!
Yeni suçun unsurları...
Bahse konu düzenleme haberin yalan olmasının yanında birçok şart arıyor. Aksi halde eylemi suç olarak değerlendirmiyor! Buna göre yeni düzenleme suçun oluşması için şu beş şartı arıyor: 1.Yayılan haber gerçek olmayacak. 2.Ülkenin güvenliği ve kamu sağlığı ile ilgili olacak. 3.Halk arasında panik, korku ve endişe oluşturma kastı olacak. 4.Kamu barışını bozmaya elverişli olacak. 5. Aleni (yani ilgisi olmayan kişilere ulaşabilir) olacak.... Düzenleme bir kimsenin "yalan söyleme özgürlüğüne(!)" halel getirmiyor ancak bu yalan toplumu etkileyecek düzeye gelirse şartların oluşması halinde eylem suç olarak görülüyor... Yerinde ve makul bir düzenleme. Özellikle Yargıtay'ın hakaret suçunda dair geniş yorumlarını görünce, uygulamada "bu madde dar yorumlanacak" biçimdeki kaygıların yersiz olduğunu söyleyebiliriz. Pek tabii "ifade" kapsamındaki suçların çoğu tartışmalıdır ve hep bir araç olduğu iddia edilir. Ancak bu konuda da ülkemizde bir standart oluştuğunu görüyoruz. Bu bağlamdaki dosyaların pek çoğunda değerlendirme kriterleri Yargıtay'ın yaklaşımlarına ve AYM'nin kararlarına göre gelişiyor. Türkiye'nin bu yolda kat ettiği mesafeyi küçümsemek "muhalif olmak için muhalefet" yapmak yaklaşımında öte bir şey değil. Hukuk bir bilim. Ve bu konu siyasi malzeme haline getirilerek bir manipülasyona tabi tutuluyor! Bu en üzücü yanı meselenin.
Düğüm noktası!
Bu nokta Türk Yargısının artık kırması gereken üç zincir var. Birincisi sosyal medya şirketlerine karşı olan davalarda Türk yargısının yetkili olduğuna dair kararların oluşması ve içtihat halini alması. İkincisi ise merkezi ABD'de bulunan sosyal medya şirketlerinin ülkemizdeki faaliyetlerinde Türk Hukukuna tabi olduğunun bir kurala veya içtihada bağlanmasıdır. Son olarak Türk savcılarının ABD'den bilgi paylaşımı taleplerinin doğrudan sosyal medya şirketleri ile yapması... Bu konuda bir yasal ve antlaşma kaynaklı engel olduğu düşüncesi tamamen hatalı ve terk edilmesi gereken bir durum. Bu konuda Yargıtay ve Adalet Bakanlığının birçok takipsizlik kararına dayanak olan "suça konu eylemleri gerçekleştirilen bilgisayara ait IP bilgilerinin tespitinin mümkün olmaması karşısında takipsizlik/beraat kararı verilmesi gerektiğine ilişkin" görüşünden vazgeçilmeli... Aksi halde yalan haberi kimin yaptığını bulamayacağımız için getirilen düzenlemenin de bir anlamı olmayacak. Ortada bir suçlu iadesi rejimi veya adli iş birliği yok bu dosyalar için... Türkiye'de faaliyet gösteren bir şirket nasıl ki Türkiye Cumhuriyeti Devletinin talep ettiği bilgileri vermek zorundadır, sosyal medya şirketleri de Türkiye'deki faaliyetleri nedeniyle adli makamlara intikal eden konularda sorulan soruları, talep edilen bilgileri vermek zorundadır. Aksi halde haklarında adli işlem başlatılması ve ilgililer hakkında soruşturma yapılıp dava açılması ve yargılanmaları gerekir. Türkiye'deki faaliyetlere hukuki yaptırım ve tedbir uygulama yetkisi egemenlik hakkımızın bir parçasıdır. Herkes meselenin bu yönüne kafa yormalı ve adımlar atmalı bence... Aksi halde en ağır yaptırımları olan düzenlemeler bile "faili tespit edilmediği için" takipsizlik ile sonuçlanacak ve mesele "çıkmaz sokağa" girecektir. Hukuk çaresiz değildir, her zaman bir yolu vardır!