Nasr'ın küresel salgına dair düşünceleri

Asım Öz / Yazar
14.08.2021

Seyyid Hüseyin Nasr'ın salgın konusundaki düşüncelerinin en bariz vasfı, korona salgını hakkında konuşup yazan komünist arzulu star filozofların materyalist ve seküler yaklaşımlarından önemli ölçüde farklılık taşımasıdır.


Nasr'ın küresel salgına dair düşünceleri

Asım Öz / Yazar

Tasavvuf, gelenekçi düşünce, İslam felsefesi ve karşılaştırmalı dinler tarihi alanlarında dünyanın önde gelen isimlerinden Seyyid Hüseyin Nasr, uzun yıllara yayılan entelektüel serüveni itibarıyla modern ve seküler yaklaşımlara boyun eğmek istemeyen gelenekçi dinî düşünürler neslinin bir temsilcisi sayılır. Erken tarihli çalışmalarından itibaren evrimcilik, diyalektik materyalizm, varoluşçuluk, tarihselcilik gibi öğretilerle İslam'a karşı çıkan meydan okumalara cevap verme görevini üstlenen Nasr aynı zamanda "eli çekiçli bir filozof" olarak dünyayı etkileyen siyasi gelişmelere dair yazdıklarıyla da öne çıktı. İslam düşüncesini canlandırmak için tek yapılması gerekenin günümüz Müslüman neslinin İslami geleneğin öğrettiklerinin daha fazla farkına varmasını sağlamak olduğunun altını çizdi. Görüşleri farklı değerlendirmelere konu olsa da Nasr'ın yazdıklarının ülkesi İran'da felsefi yerlicilik düşüncesinin güçlenmesine yardım ettiği hususunda hemen herkes hemfikirdir. Son otuz yılı aşkın bir süredir başka ülkelerde olduğu gibi Türkiye'de de Nasr ile ilgili büyük bir farkındalıktan bahsedebiliriz. Sözgelimi çevrenin korunabilmesi için doğaya dinî bir anlayışla yaklaşmanın önemine vurgu yapan İnsan ve Tabiat eseri okuryazarları derinden etkilemeyi sürdürmektedir. Nasr'ın bilhassa "Dünyanın büyük dinleri dağın zirvesine giden farklı yollardır." çerçevesinde söylediklerinin farkına varılıp ona eleştirel yaklaşılsa da, pek çok düşünür doğrudan ya da dolaylı olarak onun metinleri üzerinden cümleler kurmaya devam ediyor, bunda ısrarcı davranıyor.

Salgın ve sekülerleşen dünya

Son zamanlarda kendisiyle yapılan röportajlarda küresel salgın sürecini muhasebe eden Seyyid Hüseyin Nasr, diğer eserlerinde olduğu gibi geleneksel kabul edilen düşünce doğrultusunda bir yaklaşım sergiledi. Onun bu konudaki düşüncelerinin en bariz vasfı, korona salgını hakkında konuşup yazan komünist arzulu star filozofların materyalist ve seküler yaklaşımlarından önemli ölçüde farklılık taşımasıdır. Nasr, Yolcu dergisinin 2021 tarihli 101'nci sayısındaki söyleşisinde ününe yakışır bir biçimde uzak ve yakın dönemin en önemli konu başlıklarını sıra dışı bir üslupla ele alır. İslam felsefesi ve tasavvufunu diriltmek için sahih entelektüel geleneklerin ihyasına odaklandığı apaçık şekilde ortadadır. Metinde geleneksel İslam'dan modern bilime, İslam düşüncesinden İran Devrimi'ne, İslam şehirlerinden Amerika'ya kadar uzanan ilgi alanına giren pek çok konuya temas edilir. Onun boş yere vurgulaya vurgulaya geleneksel felsefelerin doğruluğuna inandığını söylemediğini düşündüren boyutları hayli fazla söyleşinin. Metin okunduğu zaman düşünürün yazdıklarının öne çıkan boyutunun sömürge deneyiminin en önemli neticesinin sahip olunan kültürel ve entelektüel geleneğin zayıflaması olduğu net bir şekilde ortaya konabilir. "İnsan, tarihini iyice bilmediği bir konuyu idrak edemez!" diyen ne kadar da haklıdır.

Sürekli ertelenen, bir türlü ulaşılamayan, elde edilen ufak şeylerin motivasyonuyla aramaya devam edilen hakikate yoğunlaşan Seyyid Hüseyin Nasr'ın korona salgını hakkında öne sürdüğü tezlerinde geleneksel düşüncenin izlerini görmek mümkün.

Dönüştürücü potansiyel

Nasr, salgının dönüştürücü potansiyelini vurgular; bunu yaparken de yaşananların ötesinde neler olabileceğine işaret eder: "Koronavirüs, insanları içe dönmeye zorladı. (...) Küreselleşme olarak da adlandırılan sekülerleşen tek dünya fikrine karşı, evin veya yerel kültürün yerelliğinin önemini hatırlamalıyız. Koronavirüs bir anlamda küreselleşmeye karşıdır. Küresel olarak yayılsa da kültürel olarak etkisi tam tersi olmuştur.(...) Bizi bulunduğumuz an ve mekân hakkında giderek daha fazla bilinçlendirdi. Ve ayrıca içimizdeki manzaraya dönmemizi sağladı. Koronavirüs, aşılama ile inşallah kontrol altına alacak. Ümitvar olalım.(...) Şimdiki umudum, salgın hastalıkların, Tanrı'ya ve manevi dünyaya daha çok güvenmek ve maddi şeylere daha az güvenmek hususunda insanlara ruhani bir ders vereceği... Hayatın anlamı maddi şeylerde bulunmaz. Umarım hepimiz için sonuç olumlu olur." Muhtemelen seküler bir zeminden hareket edenler toplumsal alandan sürgün edilmiş ve bireyselleştirilmiş umudun bir çıkış yolu sunmayacağını ileri süreceklerdir.

Şüphesiz bu pasajın korona salgını üzerine çokça yazan Giorgio Agamben, Slovaj Zizek ya da onlara göre daha az metni bulunan Alain Badiou, David Harvey, Judith Butler gibi düşünürlerin yorumlarıyla taban tabana zıt olduğundan söz edilebilir. Bunun en temel sebebi ise Nasr'ın küresel salgını değerlendirirken seküler bir zeminden hareket etmemesidir. Aslında bu söyleşi, bir yanıyla Nasr'ın en çok uğraştığı ve bel bağladığı kavram olan geleneksel dinle İslam düşünce geleneği, modernite ve insanın kendini evinde hissetmesi etrafında dönüyor.

Tabiat, tecrit ve inziva

Koronavirüs salgınının insanların doğaya karşı tutum ve tavırlarında bir değişikliğe yol açacağını umduğunu belirten Seyyid Hüseyin Nasr, düşünen herkesin modern bilimin vehmedildiği gibi bir "tanrı" olmadığının, o büyük teknolojilerin bile ne kadar güçsüz olduğunun farkına varması gerektiği kanaatindedir. Birçok ölüm, trajedi ve üzücü anlar yaşansa da koronavirüs krizinin tabiata çok yardım ettiğini savunan Nasr, küçücük bir virüsün dünyayı karmaşaya sürüklemesiyle ilgili yorumlarında süreklilik arz edecek şekilde iç dünya vurgusu yapar. Çevre krizi üzerine zihin açıcı konuşmasında da benzer meseleleri ele almayı sürdürür. Farklı bir gündem öneren Nasr esasen şunu vurgulamaya çalışır: "Salgın bize içsel bir yapı kazandırmalı ve mutlu olmak için dış uyaranlara aşırı bağlanmamayı öğretmeli. Bu kolay bir iş değil; zira çoğu insan için mutluluk denilen şey sadece türlü dış uyaranlar demek. Şimdi bunların bir kısmı azaldı ve insanlar içlerine bakmak zorunda kaldı." Dahası insanlardan ayrılıp uzaklaşmayı içeren tecrit uygulamalarının sanki onları manevi bir inzivaya çekilmeye zorladığını varsayar. Çünkü herkesi dışadönük yapmak, insanları her zaman dışarıya çıkmaya zorlamak modern toplumların olmazsa olmaz bir boyutudur. Bu açıdan Nasr, tecridin insanın sürekli dışarıya doğru bir kaçış içinde olmadan içsel varlığıyla olmak için bereketli bir zaman sunduğunu düşünür.

İletişim kapitalizmi

Tecrit uygulamalarını inziva ve halvetle benzer bulan Seyyid Hüseyin Nasr çoğu insanın bundan en azından bir ders alacağını umut ettiğini mütemadiyen tekrarlar. Ne var ki onun değerlendirmelerinde günümüz insanının cep telefonları ve sosyal medya aracılığıyla kendini ifade etmesi ve daha katılımcı bir hâle gelindiği yanılsaması gibi durumları içeren iletişim kapitalizmi açısından tecridin ne anlam ifade ettiği sorusunun cevabını bulmak mümkün değildir. Elbette sonsuz iletişim döngüsünü kırmaya matuf birtakım öneriler sunar: "Bu dönem bizim için tamamen olumsuz olmak yerine biraz sessizliği öğrenmemiz için faydalı bir fırsat olmalıdır. Çok gürültülü bir dünyada yaşıyoruz. Gürültüyü azaltalım. Televizyon, radyo, müzik olmasın demiyorum ama bunları azaltalım. Kendinizle birkaç saat geçirin. Ve bence bunun hepimize faydası olacaktır."

Seküler kabuller

Yukarıdaki ifadelerin yer aldığı Elijah Dinlerarası Enstitüsünün Müdürü Haham Alan Goshen-Gottstein tarafından yapılan ve 8 Haziran 2020'de YouTube'da yayımlanan söyleşi, Seyyid Hüseyin Nasr'ın korona sürecine dair yaklaşımlarını ayrıntılı bir şekilde izlemeyi mümkün kılması bakımından önemlidir. Hayrunnisa Sağlam'ın metne dönüştürerek tercüme ettiği bu konuşma Umran dergisinin 323'üncü sayısında yayınlandı. Nasr'ın yorumlarının temelinde gerçek anlamıyla insanın eylemlerinin sınırlılığı yer alır. Musibetleri insanı geçiciliğe, dünyeviliğe, bencilliğe bağlayan zincirlerin kırılması yönüyle değerlendirir. Ona göre "Allah kimi en çok severse en fazla onu sınar". Başka bir ifadeyle inananlar hayat imtihanlarına, inançsızlardan daha fazla maruz kalırlar çünkü böylesi büyük sınavlar onları bir nevi cennete hazırlama işlevi görür. Bir bütün olarak ele alındığında Nasr'ın fikriyatı modernliğin ve küreselleşmenin üzerinde yükseldiği temellere ve seküler kabullerin hem dünyada hem de genelde insanların hayatlarında yol açtığı sonuçlara karşı etkili bir eleştiri şeklinde görülebilir. Mehrzad Boroujerdi'nin İran Entelektüelleri ve Batı (2001) adlı kitabında vurguladığı gibi Nasr, "vahye ihanet etmenin avatarı ve tarihsel bir çıkmaz sokak olarak" modernliğin kimi noktalardaki pürüzlerini çok iyi teşhis etmiştir. Ana hatlarıyla söylenecek olursa mütemadiyen hızlı hareket etmeyi mümkün kılan modern acelecilik biraz yavaşlatılırsa, daha manevi bir hayatın yaşanabileceğinin altını çizmektedir.

Seyyid Hüseyin Nasr inançlı insanların, bu dünyadaki felaketlerin amellere karşılık Allah'ın verdiği bir cezanın veya bir uyarının işaretleri olarak görüldüğü bir geleneğe bağlı olduklarını belirtir. Modern insan ise doğal çevrede eşi benzeri görülmemiş krizlerle, insanın ruhsal bozukluk ve sapkınlıkları arasında bağ kurmaktan acizdir. Selamete giden yollara dikkat çeken Nasr, bu çerçevede Kur'an-ı Kerim'in felaketlerden ibret alıp öğrenmek gerektiğini vurgulayan referanslarla dolu olduğunu hatırlatır: Ne olursa olsun dünyanın geçiciliği, hayatımızı sürdürdüğümüz yeryüzünün kırılganlığı, servetin ve gücün geçiciliği bağlamında insanın benliğine alçakgönüllü bir taraf kazandırmasının gerekliliğiyle meşgul olur. Kırpılmış gerçeklik vizyonunun ötesine geçerek evreni bütünlüğü içinde görmeyi salık veren Nasr, insanın bu dünyadaki en önemli rolünün kulluk olduğunu unutmanın son derece aldatıcı sonuçlara yol açtığı fikrini yineler. Ona göre dünya sarsılmaya başladığında insanların duydukları korku, aslında dünyaya Allah tarafından gönderildikleri gerçeğinin tam idrakine varmalarını sağlayarak onlarda olumlu bir dönüşünün kapısını aralayabilir.

Hiç şüphesiz Seyyid Hüseyin Nasr, teolojik açıdan Tanrı'nın kayıtsızlığında mutlu mesut yaşamak isteyen modern insan nazarı itibara alındığında yaşananların bir ceza şeklinde algılanmasının kaçınılmazlığının farkındadır. Oysa böylesi bir değerlendirme dinî açıdan, saçmadır çünkü modern insan "hayatının gerçekliğini, etrafındaki dünyayı ya da el üstünde tuttuğu değerlerin tamamını yaratmamıştır. Kendini ne kadar güçlü hissederse hissetsin, şu veya bu işi yapabiliyor olsun fark etmez, o yaradan değildir ve koronavirüs gibi bir olay bize bunu hatırlatmanın çok iyi bir yolu. Tüm bilime, hastanelere, biyolojiye, kimyaya ve olup bitene bakın. Kibirli modern insan her şeyi çözebilmekteyken bir küçük virüs, milimetrenin milyonda biri ya da her neyse, geliyor ve tüm düzeni bozuyor. Ayrıca, sıradan insanların buna vâkıf olmadığını fark etmekte çok önemli. Modern bilim felsefesi çalışanlar bilirler ki öngörü olmadan fizik olamaz."

Manevi diriliş fırsatı

Zihnimizin sadece belirli bir kısmına aşırı güvenerek diğer kısımları ihmal etmenin yol açtığı sorunlara dikkat çeken Seyyid Hüseyin Nasr, söyleşilerinde küresel salgının sebep olduğu acılara, çok sayıda ölüme rağmen modern bilim ve teknoloji tarafından ortaya atılan tüm iddiaların doğru olmadığını anlayacak kadar akıllı olan insanların manevi dirilişi için bir fırsat olacağını umduğunu tekrar eder. Ne var ki zihnin sekülerleşmesi dahası her şeyin seküler yollarla çözülebileceği gibi bir alışkanlığın daha derinlere kök saldığının da farkındadır.

Velhasılıkelam hatırlatmaya matuf olan bu yazıyı Nasr'ın içinde yaşadığımız zaman üzerine düşünmeyi sürdürdüğünü gösteren ama aynı zamanda bir yol haritası çizmeye çalışan söyleşisinin sonunda yer alan uzun duasından bir bölümle bağlayalım: "Ey Rabbim bize bu dünyada ve ahirette iyilik ver. Tarihin bu zorlu döneminde yaşamın hakikatini, neden burada olduğumuz, neden buraya geldiğimiz ve nereye gittiğimizi hatırlamamız için bize kuvvet ver. (...) Dünyanın gerçek hükümranın sen olduğunu ve bu dünyada meydana gelen her olayın görünüşünün ötesinde bir anlamı olduğunu ve bu hakikate yaklaşmanın bir yolu olabileceğini bize fark ettir ve her zaman hatırlamamızı sağla."

[email protected]