Mutsuzluk trendi

Dr. Hülya Bulut/ Yazar
30.08.2024

Sürekli mutluluk olur mu? Olursa nasıl olur? Orasını bilemem…. Ama adeta mutluluğun tek amaç haline getirilmesi ve uğruna bunca enerji, zaman, çaba, emek sarf edilmesinin gösterdiği bir şey var ki, o da insanların mutluluk kavramını belki de farkında olmadan tüketilecek bir unsur haline dönüştürmüş olmaları ve insan fıtratı ile olan bağından kopartmaya yönelik tutumları!


Mutsuzluk trendi

Dr. Hülya Bulut/ Yazar

İçinde bulunduğunuz iş, aile, arkadaşlık gibi ilişkiler ağından memnun musunuz? Eğer memnun iseniz en düşük 1, en yüksek 10 olarak değerlendirmenizi istesem kendinize kaç puan verirdiniz? Son zamanlarda genel trend nedense mutsuzluk üzerine kurulu. Sosyal medyada gördüklerim, konu komşudan duyduklarım, okuduğum kitaplar ve makaleler, podcast'ler, reklamların bilinçaltı verdiği mesajlar, arkadaşlarımın söyledikleri, izlediğim filmler, dostlarımla paylaştıklarım .... sürekli olarak mutlu ilişkilere odaklı nedense. Sürekli mutluluk olur mu? Olursa nasıl olur? Orasını bilemem....Ama adeta mutluluğun tek amaç haline getirilmesi ve uğruna bunca enerji, zaman, çaba, emek sarf edilmesinin gösterdiği bir şey var ki, o da insanların mutluluk kavramını belki de farkında olmadan tüketilecek bir unsur haline dönüştürmüş olmaları ve insan fıtratı ile olan bağından kopartmaya yönelik tutumları!

Metalaştırılan duygular

O zaman soralım: Sarf malzemesi haline getirilen bir kavrayış ve bir duygu durumunun insanın anlam arayışındaki konumu nasıl olmalıdır? -Meli, malıdır gibi soru ifadeleri de içinde bir yönlendirme taşımaz mı? Sadece tek bir 'doğru'ya odaklanıp, diğerlerini ötekileştirmez mi? Kaldı ki 'konumlandırmak' da ne derece hakkaniyetli olur? Yani, zihin haritamızda belli bir yer atfedip de, bir olguyu ait olduğu yerden, kategoriden, sınıftan alıp başka bir yöne ve başka bir tarafa taşımak ne kadar mümkün olabiliyor ki?

Durum böyle olunca da hep birlikte çocukluk travmaları, değersizlik hissi, narsizm, toksit ilişkiler, güvenli bağlanma, kaçınarak ilişki yaşama....gibi moda trendlerin etrafında dönüp duruyoruz. Bu kavramları anlayarak yaşadıklarımızı değerlendirmeye çalışıyor, yine bu kavramlar aracılığıyla zihnimizdekilere çözüm bulmaya çalışıyoruz. Kadın-erkek, ast-üst, konu-komşu, eş-dost....derken neredeyse insan olarak bir şekilde içinde bulunduğumuz her türlü ilişkiler ağını modern dünyanın bize dayattığı kavramlar aracılığıyla algılamaya ve anlamaya meylediyoruz. Peki, acaba ilerlemek adına doğru yolda mıyız?

Psikoloji ve sosyolojiyi insan odağı itibarıyla bağlantılı bir şekilde ele alalım ve soralım: Eğer ilişkiler ağını sürekli olarak 'modern dünyanın kavramları' aracılığıyla değerlendirmeye meyilli bireyler inşa edilebilir ise, acaba yine aynı bireyler aracılığıyla toplumu da şiddetin farklı boyutları hatta fanatizm üzerinden formatlamak mümkün olabilir mi? Yani, tüm kavramları ve çözüm süreçlerini 'karşı taraf/öteki' üzerinden motive etmek; 'karşı tarafı/ötekiyi' sürekli olarak eleştirmek, sömürmek, değersizleştirmek, kutuplaştırmak ve böylece bireyin kendi faydasını maksimize ederek kendisini yüceltmesi ve hatta biricik hale getirmesi topluma empati, anlayış, kabul, saygı, insan hakları, demokrasi gibi değerler açısından katkı sağlayabilir mi?

Kadim öğretilerin savaşı

Günümüzde, kadim öğretiler ne yazık ki çoğu zaman dejenere edilmiş Batı merkezli bir dünya sisteminin düşünme ve eylem pratikleri ile yalnız başına savaşıyor. Ve daha da vahimi, bu savaşın araçlarının da Batı tarafından dayatılmış olması. Hal böyle iken, emperyalist faydacılar, kadim öğretileri yeniden tanımlayarak dolayısıyla da kavramların içini boşaltarak istenmeyen tarafın görüşlerini kontrol altında tutmaktan ve böyle bir toplum kurgusu aracılığıyla kendilerine hizmet eden bir iletişim iklimi oluşturmaktan geri durmuyor. Örnek vermek gerekirse; İslamofobi üzerinden şiddet, terör ve fanatizm ile aynıymış gibi sunulan İslam öğretisinde aslında başkasının hakkına saygı duymak, ten rengine, diline, ırkına saygı göstermek... üzerinden Batı'nın ötekileştirdiğinin varlığını bu anlamda kabul etmek, kutsal saymak nedense yok sayılıyor!

Maalesef, bu perspektifin sonuçları da ortada değil mi zaten? Mesela, zamanında üç kıtaya yayılmış bir yönetim anlayışının etkilerini ve şimdiki durumlarını göz önünde bulundurduğumuzda Bosna, Bağdat, Halep, Beyrut ve Kudüs'ün yanısıra, Mardin ve İstanbul gibi İslam şehirlerinin tarih boyunca çok dilli ve çok dinli özellikleri bilinen bir gerçektir. Dolayısıyla inançlar bağlamında camiye de, kiliseye de, sinagoga da aynı ibadet özgürlüğünü tanıyan bir idare şekli farklı yaşam haklarına saygılı olma ve onları koruma noktasında her zaman toplumsal fanatizmin karşısında yer almıştır.

Derin bir yönetim anlayışı

Bu noktada Halil İnalcık'tan bir alıntıya yer vermek isterim: 'Yavuz Sultan Selim'in Rumeli'deki Hristiyan nüfusun çokluğunu ileri sürerek onları Müslümanlaştırmak istemesi olayında, Şeyhülislam Zenbilli Ali Efendi dinin gereği olarak, diğerlerinin can, mal ve ırzlarını korumanın, kendi haklarını korumakla aynı derecede önemli olduğunu belirterek bu durumu reddetmiştir. Bu şekilde, rızaları olmadan kimsenin Müslümanlaştırılamayacağı, dinî mekan ve mülklerine müdahale edilemeyeceği, onlara zulmedilemeyeceği ve devlete ihanet etmedikleri sürece patriklerin görevden alınamayacağı yönünde beyanda bulunmuştur.'

Yine bu anlayışın bir yansıması, bir uzantısı bağlamında, İtalyan kökenli olan ve İstanbul'da yaşayan, her hafta düzenli olarak din ayırımı yapmadan ihtiyaç sahibi insanlara erzak yardımında bulunan Levanten bir arkadaşımın bir sohbetimiz esnasında benimle paylaştığı şu atasözünü vurgulamak isterim: 'İyi bir insan meyhanede bozulmaz, kötü bir insan da kilisede düzelmez!' Ve bitirirken de... Aşık Veysel'den 'Beni Hor Görme Gardaşım'ın dizeleriyle her türlü ötekileştirmeye, değersizleştirmeye, yok sayılmaya, narsizme ....dolayısıyla da her türlü toplumsal şiddete, kutuplaşmaya ve fanatizme hayır demek isterim:

Beni hor görme gardaşım,

Sen altınsın ben tunç muyum?

Aynı vardan var olmuşuz

Sen gümüşsün ben sac mıyım?

Ne var ise sende bende

Aynı varlık her bedende

Yarın mezara girende

Sen toksun da ben aç mıyım?

Kimi molla kimi derviş

Allah bize neler vermiş

Kimi arı çiçek dermiş

Sen balsın da ben çeç miyim?

Topraktandır cümle beden

Nefsini öldür ölmeden

Böyle emretmiş Yaradan

Sen kalemsin ben uç muyum?

Tabiata Veysel aşık

Topraktan olduk gardaşık,

Aynı yolcuyuz yoldaşık

Sen yolcusun ben bac mıyım?

*Çeç: Balsız petek.

**Bac: Yolcuya zorluk çıkartan, karşıt.

[email protected]