Getirdikleri ve öve öve bitiremedikleri yenilik "güçlendirilmiş" parlamenter sisteme dönüş ve yürütme reformuyla cumhurbaşkanının yedi yıl için sadece bir dönem seçilmesi. Cumhurbaşkanı siyasi görevinin sona erişiyle birlikte siyasetten men edilecek, bir daha siyaset yapmasının önü kesilecek.
Prof. Dr. Bengül Güngörmez / Bursa Uludağ Üniversitesi
Altılı Masa, nam-ı diğer 'millet' ittifakı ("millet" lafını maalesef tırnak işareti içine almak şart oldu) seçimlere üç ay kala henüz bir aday belirleyemedi ancak üyeler üzerinde ortak karara vardıkları bir mutabakat metni yayınladılar. 9 ana başlık altında toplanan metinde şu gibi başlıklar var: Hukuk Adalet ve Yargı", "Kamu Yönetimi", "Yolsuzlukla Mücadele, Şeffaflık ve Denetim", "Ekonomi, Finans ve İstihdam", "Bilim, AR-GE, Yenilikçilik, Girişimcilik ve Dijital Dönüşüm", "Sektörel Politikalar", "Eğitim ve Öğretim", "Sosyal Politikalar", "Dış Politika, Savunma, Güvenlik ve Göç Politikaları". Getirdikleri ve öve öve bitiremedikleri yenilik ise "güçlendirilmiş" parlamenter sisteme dönüş ve yürütme reformuyla cumhurbaşkanının 7 yıl için sadece bir dönem seçilmesi. Cumhurbaşkanı siyasi görevinin sona erişiyle birlikte siyasetten men edilecek bir daha siyaset yapmasının önü kesilecek.
Halka rağmen halk mı?
Ayrıca bu cumhurbaşkanının partisiyle de bir ilişkisi kalmayacak. Sözde tarafsızlık kisvesi geri geliyor, yani eski sisteme geri döneceğiz. Ne zamana mı? Anayasa kitapçığının başbakanın kafasına fırlatıldığı günlere. Bu mutabakat metni milletin yönetimden uzaklaştırılması değil de nedir? Şimdiki sistemde cumhurbaşkanını millet seçmektedir ve başkan aldığı bu yetkiyle hareket etmekte, kararlar almaktadır. Başkan milleti gözeterek karar almak zorundadır. Fransız Devrimcileri gibi halka rağmen halk için hareket edemez.
Rus yazar Dostoyevski'nin Karamazov Kardeşler adlı ünlü bir romanı vardır. Okuyanlar bilirler. O kitapta şu geçiyor: "Halkın gerisinde kaldığımızı tartışma götürmez bir gerçek. Sanırım bu sizi güldürüyor Bay Karamazov?"
Altılı masa, kendisinden önde giden halkı bir türlü yakalayamadı. Halk adayın açıklanmasını dört gözle beklerken masadakiler makale yazmakla meşgul. Eyleme bir türlü geçemiyorlar. Atı alan Üsküdar'ı geçti. Seçim yaklaşıyor, Yeni bir şey, Erdoğan'dan ileri bir şey söylemesi beklenen muhalefet eski reflekslerden, vesayetçi kurumlara sevgisinden bir türlü vazgeçemiyor. Demokrasiyi daha fazla demokratikleştirmek adına adım atması gerekirken, mevcut başkanlık sistemini iyleştirme, güçlendirme yönünde vaatlerde bulunması beklenirken bakıyoruz bir den hooop geçmişe atıfla vaatlerini sıraladıkları bir metin yayınlayıveriyorlar.
Küçükömer, hala ne kadar haklı
Solcuların mahfillerinden kovulmuş merhum İdris Küçükömer, hala ne kadar haklısın. Kulakların çınlasın. Memleketin ilerici güçleri hala muhafazakarlar! Başkanlık sistemini isteyenler, cumhurbaşkanı ve başbakan arasındaki çift başlılığı kaldırmak isteyenler, krizsiz bir sistemle yola devam etmek ve dünyadaki güç odaklarından birisi olmak isteyenler hala muhafazakarlar! Ben eminim ki, muhalefetin tabanı da bu muhalefetten memnun değil. Hala aday çıkaramamalarından, altı (artı bir) kişiden oluşan bir masa yaratıp hala aday üzerinde anlaşamamalarından memnun değiller. İktidara muhalif halk kendi temsilcilerine de muhalif kalmak mecburiyetine düşüyor. Erdoğan nefretiyle beğenmese de bu beceriksizliğe el mahkum oy verecek.
Her seçimin kazananı ve kaybedeni vardır. Seçim sonuçları açıklandığında kaybedenlerin sonraki seçimi kazanmaları, kaybetmeleriyle ilgili olarak ne düşündükleriyle derinden alakalıdır. Çıkardıkları derslere derinden bağlıdır. Seçimi kaybeden siyasetçiler, kendilerine oy vermeyenleri ön yargıyla, dogmatizmle, cehaletle, tahammülsüzlükle, aydınlık bir zihne sahip olmamakla, hoşgörüsüz ve kaba olmakla, köylülükle, bilgisizlikle suçlayıp kendilerini daha akıllı mı hissedecekler yoksa üst bir bakışla halkı anlamaya çalışıp nerede hata yaptıklarını mı araştıracaklar? Kibirlerinden arınabilecekler mi? Millet ittifakı kaybederse olacağı ben söyleyeyim. Elbette hatayı araştırmayacaklar, masa dağılmadan en fazla birbirlerini suçlarlar. Mesele şu ki, muhalefet, halkın ve hatta devletin sırtına geçmişten bu yana bir yük olan vesayet kurumlarını silkelemesini hala anlamış değil. Anlayacak gibi de görünmüyor çünkü onlara yaslanmak, onlardan kuvvet almak istiyor.
Halk ve devlet şunu biliyor: vesayet kurumları varlığını sürdürdükçe, genel hak ve özgürlüklerde bir ilerleme olmayacağı gibi, Türkiye'nin savunma sanayii ve başka teknolojilerde, bir güç merkezi, bölgede enerji konusunda bir güç odağı haline gelmesi mümkün değildir. Halbuki masa Mutabakat metniyle birlikte karşımıza gene aynı cümle ile çıkıyor. (Cümle de kendilerine ait değil, savaştan yeni çıkmış büyük bir komutana ait): "Yurtta sulh cihanda sulh". Ne güzel bir temenni! Ülkenin hemen dibinde cayır cayır Rus ve Ukrayna askerleri, çocuk yaşlı, kadın pek çok sivil ölürken, Amerika'yı arkasına alan Yunanistan senin dedelerinin adalarına tek tek silahlı çıkarma yaparken, Suriye'den şehit haberleri gelirken, Kıbrıs'ta işler kızışırken, İran'da muhaliflerle iktidar birbirini yerken ah ne güzel bir temennide bulundunuz. Ve ne kadar akıllısınız! Dünyada barışı sağlayacaksanız bu seçimde size hemen oyumuzu verelim. Sıfır sorun, sıfır çürük... bunları çok duyduk. Savaş bu dünyanın ve özellikle de bu coğrafyanın olmazsa olmaz unsuru, artık kabul edin. Kimse savaş kapıyı çaldığında ondan kaçamaz. Ayrıca barışı sağlarsa ancak güçlü ordular sağlayabilir.
Sloganlar mı kurtaracak?
Siz savunma sanayiine de karşısınız. Yine de dünyanın haline bakın ki, güçlü orduları olan en demokrat ülkeler sağda solda savaş çıkarmaktan geri durmuyorlar. Başı eşleriyle hatta çocuklarıyla ya da meslektaşlarıyla derde girmesin diye hareket eden, kaçak dövüşenler gibi altılı masa önünde biricik gerçeklik savaşı bulduğunda ne yapacak acaba? Sloganlar onları kurtarır mı? Nasıl güven verecekler? Öncelikle psikolojik harbi nasıl kazanacaklar? Bir halkı memleketi savunmaya nasıl mobilize edecekler?
Ortak yayınlanan mutabakat metninde saraya çökme, uçak satma ucuzluklarının yanı sıra Kayyuma yasak, Fetöcülere af var. Ancak anlaşılması güç olan husus şu: Devletin mücadele ettiği uluslararası yapılanmalar artı vesayet odakları ile ülkeyi bu masa nasıl yönetmeyi planlıyor? Metinde devletin bugüne kadar yaptığı en büyük yatırım girişimleri hedef alınıyor. Açıkçası ben bu koşullarda krizsiz bir yönetimin mümkün olmayacağı, olamayacağı kanaatindeyim. Geleceğe ilişkin bir takım öngörülerde bulunacak olursak açıkçası seçimden sonra seçimi kazansın kazanmasın söz konusu krizlerden dolayı bu masa dağılabilir ya da bazıları masadan kopabilir diye düşünüyorum. Yalnızca çıkar birliği kuranlar çıkarları sürdüğü müddetçe aynı masada otururlar.
Bu seçim hemen hemen herkesin sınavı olacak. İktidarın sınavı, muhalefetin sınavı, ekonomik sıkıntılarla boğuşan halkın sınavı. Statükocu beyaz elitlerin sınavı. Fetöcülerin, Hdp ve Pkk'nın sınavı. Amerika'nın, Avrupa'nın, Rusya ve Ukrayna'nın sınavı. Yunanistan'ın, Kıbrıs'ın, Akdeniz'in, Libya'nın, Suriye'nin sınavı. Seçimler gerçekleşir ve Erdoğan ringte tekrar kazanırsa gerçekten bu kadar ekonomik sıkıntıya rağmen halkın Erdoğan'dan başka neden çıkış yolunun olmadığını hak etmediğimiz bu muhalefete ve ortaya koydukları siyasete bakarak rahatça anlayabiliriz. Biz anlarız belki de ya diğerleri? Şair İsmet Özel'in dediği gibi, "Biz bağıracağız, birileri hiç, duymayacak, hep aynı hikaye, duyanlara selam olsun."