Kılıçdaroğlu'nun Baykal'a yapılan kaset kumpası sonrası önü açılmıştı fakat o, partinin başına geldikten sonra, cumhurbaşkanlığı adaylığı konusunda hep geride durmayı tercih etmişti. Seçilemez ise CHP Genel Başkanı olarak da pozisyonunu muhafaza edemeyeceğini düşündüğü için başka isimlerin önünü açmıştı. Bu isimlerin de CHP kökenli olmamasına özen gösterdi ki ileride kendisine rakip olma ihtimali olmasın. Ekrem İmamoğlu'nun 23 Haziran 2019'daki ikinci İstanbul seçimleri sürecinden sonra adeta ayağı yerden kesildi ve kendisini çok farklı konumlandırdı. Kendisine oy vermiş seçmen kitlesi bile şu an yürütmekte olduğu İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanı pozisyonundan daha çok genel siyaset ile ilgili pozisyon almasından rahatsız.
Hilmi Daşdemir / Optimar Araştırma
Ülkemizde cumhurbaşkanlığı seçimi, ister TBMM'den olsun ister seçimle olsun, öncesinde hep sancılı bir süreç işlemiştir. Meclisle seçim olduğu dönemlerde seçimin olmadığı birçok tur yapıldığına şahitlik etmişizdir. Bazen de Ali Fuat Başgil gibi isimler cumhurbaşkanı olmaması için askerler tarafından tehdit edilmiştir.
Nitekim çok daha yakın tarih sayılabilecek gayri hukuki 367 krizi, gezi olaylarının çıkarılması ardından da 17-25 olaylarının gelmesi tamamen Erdoğan'ın önünü kesmek içindir. 2018 seçimlerine giderken 2016'daki FETÖ darbe girişimi de bu şekilde değerlendirilebilir. Şimdi sürekli erken seçim çağrısı yapan Millet İttifakı paydaşlarının da aslında bu sancıdan dolayı muhalefet etme şekillerini yükselttiklerini söyleyebiliriz.
Daha bir yıl öncesinden Cumhur İttifakı ortağı olarak MHP Lideri ''Bizim cumhurbaşkanı adayımız Recep Tayyip Erdoğan'dır.'' diyerek hem oluşabilecek nifak ya da fitnenin kendince önüne geçen bir açıklama yapmış hem de net olarak tavrını ortaya koymuştur.
'Acaba ben olur muyum?'
Millet İttifakı içerisinde ise potansiyeli kendinde gören herkes cumhurbaşkanı adaylığı için ''Acaba ben olur muyum?'' diyerek nabız yoklamakta ve kendi çevreleri tarafından da bunun için sürekli motive edilmektedir. Ekrem İmamoğlu gibi şu an yürütmekte olduğu görevi ikinci plana iterek sürekli cumhurbaşkanlığı için mesaj verme çabası içinde olanlar gibi biraz daha geride durup sürekli kulis çalışması yapanlar da var. Bunlar için şu an içinde bulunduğu camiaya şirin gözükeceğim diye bazen nezaket sınırlarını zorlayan Ali Babacan gibi isimler de var.
Millet İttifakı için potansiyel aday olarak ismi geçenlere bakacak olursak; Ekrem İmamoğlu, Mansur Yavaş, Meral Akşener, Abdullah Gül, Ali Babacan ve son günlerde ismi sıkça geçen CHP Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu. Bu isimlerin her biri için farklı yorumlar yapılabilir ancak öncelikle yakın tarihte neler olmuştu onları hatırlayalım.
Cumhurbaşkanının Türk Milleti tarafından seçilmesinin önünü açan meclis kararı öncesinde TBMM'de oylama esnasında ciddi sıkıntılar yaşanmış en sonunda da hukuk adına bazı hukukçular hukuksuz bir şekilde 367 şartı getirmişlerdir. O dönemin vesayet aktörü Sabih Kanadoğlu idi. Sonraki süreçte AK Parti Genel Başkanı ve Başbakan Erdoğan AK Parti adayı olarak Abdullah Gül'ü göstermiş Abdullah Gül de TBMM'de seçilmişti. Daha 2013 yılından itibaren 2014'teki cumhurbaşkanlığı seçimi öncesinde Erdoğan'ın kendisinin Cumhurbaşkanı adayı olması netleşmişti. Cumhurun başına cumhurun temsilcisi olarak Erdoğan'ın önünü kesmek üzere bir hamle yapılmıştı. Nitekim yukarıda saydığımız gezi olayları ve 17-25 FETÖ sivil darbe girişimi de bu çerçevede değerlendirilebilir. 2014 yılında az bir umut olsa da Abdullah Gül, Erdoğan tarafından Genel Başkan ve Başbakanlık için düşünülmeyi bekledi. Ancak gezi olaylarındaki ve 17-25 sürecindeki tavrı ile Batı'nın adamı ve güvenilmez olduğu netleşmişti. Dolayısı ile Gül ile Erdoğan için yol ayrımı gelmişti. Zaten cumhurbaşkanlığı döneminde de paralel bir yapılanma içinde olan Abdullah Gül kendi araştırmacıları, akademisyen ve bürokratları ile çalışmalarına hız verdi.
Vefa mı veda mı?
Erdoğan sonrası AK Parti'nin başına Ahmet Davutoğlu'nun getirilmesi için Davutoğlu ekibi gerek araştırmalarla gerekse de köşe yazarları ve televizyon yorumları ile süreci manipüle etti. Davutoğlu Erdoğan'ın önerisiyle genel başkan seçildiği o kongrede ''Bu bir veda değil vefa kongresidir.'' şeklinde bir cümle kurdu. Erdoğan Davutoğlu'ndan veda gördü ama daha sürecin başı sayılabilecek 7 Haziran seçimlerinden itibaren bir 'vefa' göremedi. Konumuz CHP Genel Başkanı Kılıçdaroğlu'nun nasıl bir cumhurbaşkanı adayı olacağı, kazanıp kazanamayacağı. Bunun için de geçmişe ve muhtemel adaylara bakmak gerekiyor. Erdoğan'ın şu an itibariyle benim de yürütücülüğünü yaptığım Türkiye'nin Nabzı araştırmalarında net olarak yüzde 47 oyu gözüküyor. Kararsız duran yüzde 10'luk dilimden ne kadar oy alacağı seçimin kaderini belirleyecek. Muhalefet partileri içerisinde çok ciddi bir şekilde Erdoğan düşmanlığı hâkim. Yapılan araştırmaları bir kenara bıraksak bile 2014 seçimlerinde karşısında MHP de dâhil on dört parti ile yarışıp yüzde 51,6 oy alan Erdoğan vardı. 2018 seçimlerinde de Erdoğan, MHP Lideri Devlet Bahçeli'nin 15 Temmuz darbe girişimi sonrası başlattığı ittifakın devamında oluşan Cumhur İttifakı adayı olarak girdi ve yüzde 52,6 oy aldı. Sonraki süreçte muhalefet bloku içerisinde hareket eden Ali Babacan Abdullah Gül'ün desteği ve yönlendirmesiyle Deva Parti'sini kurdu. Ahmet Davutoğlu ise Gelecek Partisi'ni kurdu. Bu iki partinin oy oranları toplamda yüzde 1-1,5 civarında. Elbette bir önceki seçimde yüzde 52 alarak yürütmenin başına seçilmiş Erdoğan için yüzde 1-1,5'luk oy oldukça ciddi bir orandır. Ama unutmamak gerekir ki 2017'deki yüzde 51,4 ile geçen Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sistemi öncesinden beri Babacan ve Davutoğlu, açıktan parlamenter sistemden yana tavır almış ve o yönde partileri aleyhine çalışmışlardır. Nitekim Babacan, Abdullah Gül'ün CHP tarafından ortak aday olarak gösterileceği süreçte "Görüşmelerin tam göbeğindeydim." diye açıklama yapmıştır. Bu durumun ahlaki tarafını bir tarafa bırakırsak net bir şekilde ekibi ile o dönemki partisi AK Parti'ye karşı fiil ve eylem içerisinde olduğu görülmektedir. Bunun halkoylaması seçimine ve 24 Haziran 2018 Cumhurbaşkanlığı seçimine de etkisi olmuştur. Sonraki süreçte onlar AK Parti'den ayrıldı diye onların partisine oy verme eğiliminde olanların oranı oldukça azdır.
Muhalefetin muhtemel cumhurbaşkanı adaylarına bakacak olursak bir süre öncesine dek herkes net bir şekilde CHP Genel Başkanı Kemal Kılıçdaroğlu'nun aklındaki ismin Abdullah Gül ve Ali Babacan gibi bir isim olduğunu net olarak söyleyebilirdi. Nitekim 2018 de Abdullah Gül'ün adaylığı sürecinde masada olduğunu söyleyen Ali Babacan'ın söyleminde "Acaba ortak cumhurbaşkanı adayı ben olabilir miyim?" beklentisi hâkimdir. 2018'de "Abdullah Gül adaysa ben de adayım." diyerek ortaya çıkan Muharrem İnce'nin çıkışı bu sefer de kurduğu Memleket Partisi ile bunu zorlaştırmaktadır. 2014'te denediklerini 2018'de de denemek isterlerken Muharrem İnce'nin öne çıkışıyla vazgeçip 'çoklu aday' ile seçime gitmek zorunda kaldıkları süreçte eğer Kemal Kılıçdaroğlu gibi bir isimle seçime gitmez ya da çoklu aday ile giderlerse Muharrem İnce'nin önü açılabilir. Diğer adaylar Ekrem İmamoğlu ve Mansur Yavaş bu konuda konsolidasyonu sağlayamazlar. Hele hele Ali Babacan, Abdullah Gül ve Zühtü Aslan gibi isimler hiç sağlayamazlar.
Ayağı yerden kesildi
Muhalafetin muhtemel adaylarına bakacak olursak;
Ekrem İmamoğlu: Ekrem İmamoğlu'nun 23 Haziran 2019'daki ikinci İstanbul seçimleri sürecinden sonra adeta ayağı yerden kesildi ve kendisini çok farklı konumlandırdı. Kendisine oy vermiş seçmen kitlesi bile şu an yürütmekte olduğu İstanbul Büyükşehir Belediye Başkanı pozisyonundan daha çok genel siyaset ile ilgili pozisyon almasından rahatsız. Burada İmamoğlu'na destek verenler Cumhurbaşkanı Erdoğan'ın belediye başkanı olduktan sonra genel siyasette önünün açıldığını düşünüyorlar ancak mukayese kabul etmez bir durum var. O dönem sonrasında Erdoğan okuduğu bir şiir sebebiyle hapse atıldı. Fikirleri sebebiyle bedel ödedi. Seçmen kitlesi nezdinde de daha çok sempati topladı. Ayrıca Erdoğan kısa belediye başkanlığı döneminde İstanbul'un temel sorunlarına -su gibi- çözüm buldu. Oldukça başarılı bir belediye başkanlığı dönemi geçirdi.
İmamoğlu'nun şu anda fark edilir bir başarısı görünmüyor. Siyaseten muhalefet adayları içerisinde HDP tabanını yakalayabilme açısından Kılıçdaroğlu dışındaki en iyi adaylardan birisi sayılabilir ama günden güne anketlerde eriyor.
Mansur Yavaş: Sessiz ve derinden algısı yükselen bir isim. Belli ölçüde dengeleri gözetiyor. Ankara siyasetçisi ve hepsinden öte de MHP kökenli olduğunu unutmuyor. Gerek çevresinde çalışanlar gerekse de eylem ve söylemleri de bunu destekliyor. Boğaziçi Üniversitesi'nde eylem yapan marjinal gruplara destek mesajları vb gibi çıkışlarla sol çevreleri biraz yakalıyor. İmamoğlu ile karşılaştıranlar Mansur Yavaş'ın sakin ve kendi halinde tavrı sebebiyle destekliyorlar. Anketlerde İmamoğlu düşerken Mansur Yavaş yükselişini sürdürüyor. Ancak, geçmişte MHP'de siyaset yapmış olması HDP tabanını ve marjinal CHP seçmenini yakalama konusunda risk ihtiva ediyor.
Ülkücülere de HDP'ye de şirin(!)
Meral Akşener: Meral Hanım, siyasal kurgusunu ustaca yapıyor. Bir gün bakıyorsunuz ülkücü taban için mesaj veriyor başka bir gün de HDP tabanına şirin görünecek açıklamalar yapıyor. Partisindeki LGBT ve Demirtaş'a özgürlük isteyenlerin de yer alması ile hem HDP tabanını hem de marjinal sol fraksiyonları yakalamayı umuyor. Ancak, öyle bir dünya ya da Türkiye yok. Her ne kadar post-truth siyaset tarzı siyasete etkin olmaya başlasa da siyasetçinin geçmişi bir şekilde önüne çıkıyor. Bu durum Meral Hanım açısından da gerçekleşiyor.
Abdullah Gül- Ali Babacan: Bu iki ismi birlikte değerlendirmek gerekir. Zira uzun zamandır siyaseten birlikteler. Kesiştikleri nokta da küresel sistem ile özellikle de İngiliz ABD ekseni ile oldukça iyi ilişkiler içerisinde olmaları gösterilebilir. Ancak, unutulan bir husus var ki Türkiye'de bu durum artık bir avantaj değil dezavantaj. Abdullah Gül'ün HDP-Kürt seçmeni tarafından oldukça olumlu bir algısı var. 2018 yılında ortak aday olarak düşünülüyor olması da tekrar gündeme gelmeyeceği anlamına gelmiyor. Ali Babacan'ın ise genel kurgusu HDP seçmeni, liberal bir duruş ve gençleri önceleyen bir söylem üzerine siyasetini inşa etmesidir. Bu söylemde birkaç troll alkışı almak için seviyenin oldukça düştüğü bir noktaya da gelebiliyor. Ama unuttuğu çok önemli bir husus var ki öncelikle genç seçmen çok homojen bir yapıda değil. Ayrıca diğer parti genel başkanlarına göre yaşı genç sayılsa da Ali Babacan'ın genç ve dinamik bir algısı yok. Enerjisi ile bunu sahaya yansıtamıyor. Bunda en çok da yetiştirilme tarzının etkisi vardır muhtemelen.
Muharrem İnce: İnce'nin siyasal anlamdaki bundan sonraki geleceği Kılıçdaroğlu'nun aday olarak çıkıp çıkmayacağına bağlı gözüküyor. Zira CHP'li kimliği öne çıkmayan bir aday ya da çoklu aday stratejisi uygulanırsa İnce'nin önü açılabilir. Şunu da söylemek gerekir ki eğer İnce 24 Haziran 2018 seçimleri sonrası partisini kurmuş olsa idi şu an yüzde 15 bandında bir orana ulaşır ve muhalefetin en güçlü adayları arasında gösterildi. Üstelik de kaderi de Kılıçdaroğlu'nun aday olup olmamasına bağlanmazdı.
Kılıçdaroğlu'nun başarı şansı
Mevcut adaylar arasında en güçlü aday olarak şu an öne çıkan isim Kılıçdaroğlu gözüküyor. Baykal'a yapılan kaset kumpası sonrası önü açıldı fakat partinin başına geldikten sonra gerek cumhurbaşkanlığı adaylığı gerekse başka konularda geride durmayı tercih etti Kılıçdaroğlu. Bunun nedeni olarak kökeni, mezhebi gibi birçok husus sayılabilir. Tüm bu sebeplerle ve seçilemez ise CHP Genel Başkanı olarak da pozisyonunu muhafaza edemeyeceğini düşündüğü için kendisi hep geride durarak başka isimlerin önünü açtı. Bu isimlerin de CHP kökenli olmamasına özen gösterdi ki ilerde kendisine rakip olma ihtimali olmasın. Ekmeleddin İhsanoğlu tercihi bu sebeple idi. Abdullah Gül tercihi de aynı sebepten dolayı gündeme getirildiğinde itiraz etmeden projeyi sahiplendi. Sonraki süreçte İnce'nin itiraz etmesi ile proje uygulanamayınca da İnce'yi "Gel Bakalım Muharrem" diyerek, seçim çalışmalarında yalnızlaştırarak itibar anlamında zayıflatmaya çalıştı. Sonraki süreçte de İnce'nin partiden uzaklaşmasına zemin hazırladı.
Kılıçdaroğlu, HDP tabanını -memleketi olan Tunceli sebebiyle hem Kürt hem de Alevi taban bağlamında- konsolide edebilir. HDP'nin CHP ile birlikte hareket etmesine zemin hazırlama süreci Kılıçdaroğlu ile olmuştur. HDP seçmeni rahatlıkla Kılıçdaroğlu'na oy verecektir. Diğer taraftan 15 Temmuz sonrası Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sistemi ile ilgili oluşan 'Hayır Bloku'na moderasyonluk yapan Kılıçdaroğlu olmuştur. İYİ Parti'nin kuruluş sürecinde vekillerini İYİ Parti'ye vererek destek olmuştur. Ayrıca, yerel seçimlerde de on büyükşehirde aday göstermeyerek oraları İYİ Parti'ye bırakmış ve onların belli bir oranda tutunmalarını sağlamıştır. Zira yerel seçim öncesi yapılan anketlerde İYİ Parti'nin oy oranı yüzde 5'ler civarında gözüküyordu. Kılıçdaroğlu'nun oraları İYİ Parti'ye vermesi ile İYİ Parti belli ölçüde taban tutmuştur. Dolayısı ile İYİ Partililerin Kılıçdaroğlu'na minnet borcu vardır. Saadet Partisi, Gelecek Partisi ve Deva Partisi ise varlıklarını da Kılıçdaroğlu ve onla birlikte hareket etme telkininde bulunanlara borçlular. Dolayısı ile onlar da Kılıçdaroğlu'na borçlular.
Başarı şansına gelince yaptığımız araştırmalarda Cumhurbaşkanı Erdoğan'ın şu an yüzde 46-47 civarında net oyu var. Kararsızların oranı ise yüzde 10 civarında gözüküyor. Muhalefetin toplam oyunun yüzde 48-49 civarında olduğunu biliyoruz. Motivasyon sebepleri ise ağırlıklı olarak Erdoğan karşıtlığı.
Sonuç olarak; Kılıçdaroğlu muhalefet bloku açısından en iyi aday olma potansiyeline sahip. Bu noktada yüzde 50'nin üzerinde oy alabilme potansiyelini de yakalayabilir mi? Kim bilir? Bekleyip göreceğiz.