Pazarlamada, marka yaratma ve yönetme alanlarında kazanılacak yeni kaslar özellikle KOBİ'lerimiz için çok önemli fırsatlar barındırıyor. Diğer konuları bir kenara koyarsak, sanayi ve girişimcilikte en güçlü 7-8 ülke arasına girmemiz hiç de hayal değil.
Ufuk Batum / Yönetim Danışmanı ve Girişim Mentoru
Evet Türkiye seçimlere koşuyor ama o bizim konumuz değil... Biz daha çok dünyadaki ve Türkiye'deki "Ar-Ge, inovasyon ve girişimcilik" ekosistemindeki gelişmeleri önemsiyoruz, önceliyoruz...
Tarihsel perspektif...
Hemen hepimiz son iki yüzyılda gösterilen çabaları, yaşanan çatışmaları, savrulmaları bilir. Aslında öyle çok karamsar olmayı ve toplumumuzu yerden yere vurmayı sevenlerden değiliz. Her ne kadar eğitim sistemimizde bazı eksiklikler olsa da; gençlerimiz bazılarının ifade ettiği gibi "kör kütük cahil" değil. Evet bizim alışık olmadığımız kaynaklardan ve yöntemlerden istifade ediyorlar ama bu coğrafyada Tanzimat'tan beri yaşananları, kırılma ve çatışmaları çoğunluğunun bildiği ifade edilebilir. Batılılık mı, Batıcılık mı? Anlamlı bir değişim mi, olmadığın bir şeye benzemeye dair beyhude bir yozlaşma mı? Devrim mi, evrim mi?
Bilim, fen, teknoloji ve sanayileşme alanlarında kaçırılan treni yakalama çabası hem "en uzun yüzyıl" olarak adlandırılan 19. yüzyılda, hem de cumhuriyetin ilk yüzyılı sayılan 20. yüzyılda devam etti. Ne kadar başarılı oldu tartışılır ama yine de enseyi karartmayalım çünkü sıfırdan oluşturulmaya çalışılan girişimci zümre 1950'lerden itibaren varlık göstermeye çalışsa da başta ABD olmak üzere dönemin sanayileşmiş toplumları buna pek de izin vermek, kendilerine rakip çıkartmak istemedi. Sanırım kapatılan, patlatılan, farklı yöntemlerle yok edilen uçak fabrikamızı, silah sanayimizi, Devrim Otomobili'ni tekrar tekrar anlatmamıza ihtiyaç yoktur.
1980'lerde milli sermayeyi cesaretlendirmeye çalışan ve ihracatı zorlayan bir Özal'dan bahsedilebilir ama ne yazık ki hem 1980'ler, hem de 1990'larda yaşanan sosyal ve ekonomik dalgalanmalar, siyasal çalkalanmalar sonucunda Türkiye arzu ettiği lige sıçrayamadı. Bir de bunun üzerine gelen 2001 krizinin herhalde tarihimizin en derin krizi olarak hemen her alanda ülkemizi çok olumsuz etkilediği artık bildiğimiz bir olgu.
2000'ler...
Şu son 15-20 yıla baktığımızda, dünyada da Türkiye'de de sıradışı gelişmeleri tespit etmek mümkün. Bir kere Türk sanayisi, özellikle de KOBİ'lerimiz dünyayı keşfetmeye başladı; ihracattaki hızlı büyüme bunu kanıtlıyor. 30 milyar dolar civarında seyreden ihracatımız 2022'de 254 milyar doları aştı. Dolar bazında 8 kat! Önemli bir mertebe, tabii 2030 olmadan erişilecek seviye bizce 500-600 milyar dolar. Türkiye'ye yatırım yapan yabancı sermayeli şirketler Türkiye'yi üretim üssü olarak görüyor, burayı üretim ve ihracat üssü olarak değerlendiriyor. Bu bağlamda son 20 yılda gelen doğrudan yabancı yatırım tutarı (FDI) neredeyse 250 milyar dolar.
Tabii daha önemlisi Türk sermayeli şirketlerin kayda değer yatırımla, yeni makine teçhizatla hızlı büyümeye girmesi, kapasitelerini artırması, kendi alanlarında söz sahibi olmaya başlaması. Örneğin İnegöl'de bir denim kumaş üreticisinin (İSKO) kapasitesi tam 300 milyon metre, Gaziantep'te kurulu bir preform üreticisi (KÖKSAN) yılda 10 milyar adet ambalaj üretiyor. Yalova'da AKSA Akrilik dünya devleri alanında. THY sivil havacılıkta ilk beşe oynuyor. Adetler, tonaj ve çaplar hızla büyüyor. Ya Baykar, Aselsan, Tusaş, Roketsan, Havelsan gibi savunma sanayi şirketlerinin yakaladığı momentumu nereye koyacağız? Bu şirketler yüksek katma değerli ihracat kalemlerine her daim yeni ürün, sistem, yazılım ekliyor. Daha da önemlisi çok yüksek adetli nitelikli iş yaratıyorlar ve Türk gençlerine umut veriyorlar.
OSB'lerde yer yok! Yabancı yatırımlar devam ederken stratejik bazı alanlarda millileşme ve yerlileşme hızla artıyor. Türkiye tekstilde, hazır giyimde, çimentoda, inşaat malzemelerinde, demir çelikte, sağlık hizmetlerinde, turizmde, mücevherat sektöründe, gıdada, otomotiv ve yedek parçada, uygulama ve oyun yazılımında, kreatif endüstrisinde önemli yer tutan film ve dizi sektöründe son derece önemli işler yapıyor. Bu alanların hemen her birinde dünyanın iddialı ve başa oynayan aktörleri arasında.
Çevik ve hırslı...
İçeride ve dışarıda hemen her açıdan belirsizliklerin arttığı, Rusya-Ukrayna Savaşı'nın sürdüğü, sığınmacı ve mülteci problemlerinin baş gösterdiği ve kalıcılaştığı bir ortamda Türk sanayicisi, işvereni ve girişimcisi harikulade sonuçlar alıyor. Bunun en önemli sebebi çok dinamik, iştahlı, çalışkan, üretken ve çevik (durumsal) davranabilen iş dünyamızın varlığı. Aşırı değil ama biraz daha kurumsallaşma doğal bir ihtiyaç. Pazarlamada, marka yaratma ve yönetme alanlarında kazanılacak yeni kaslar özellikle KOBİ'lerimiz için çok önemli fırsatlar barındırıyor. Diğer konuları bir kenara koyarsak, sanayi ve girişimcilikte en güçlü 7-8 ülke arasına girmemiz hiç de hayal değil.
Türkiye son 20 yılda 4691 sayılı kanun çerçevesinde 97 teknopark kurdu. Buralarda 8-9 bin civarında yazılım ve teknoloji şirketi (startup) bulunuyor. Bir o kadar da teknoparkların dışında faaliyet gösteren startup olduğu biliniyor. İşte bu 17 bin şirkette çalışan yaklaşık 200 bin nitelikli beyin çok önemli bir katma değer üretiyor. Özellikle Sanayi ve Teknoloji Bakanlığı ekosistemin gelişmesi ve derinleşmesi için büyük bir çaba gösteriyor. Bakanlığa bağlı TÜBİTAK, KOSGEB, Kalkınma Ajansları ve diğer kurumlarıyla çeşitli programlar uygulanıyor, destek ve hibeler sunuluyor. Bu arada Türkiye'nin hedefi 100 bin startup'a ulaşmak olmalı. İşte o zaman Türkiye hem niceliğe hem de niteliğe kavuşacak ve büyük olasılıkla Avrupa'nın en önemli üç ekosisteminden biri haline dönüşecek.
Ne kadar güzel; hem üniversiteler hem de teknoparklar kendi aralarında "performans endeksi" ile yarışıyor. Ne demişler: "Ölçemediğini yönetemezsin!" Hatta bu öyle bir rekabet ki yıkıcı değil, yapıcı. Kurumlar birbirinden öğreniyor, deneyim paylaşıyor. Örneğin çok yıllar önce kurucu genel müdürlüğünü yaptığımız Yıldız Teknik Üniversitesi teknoparkının bu ligde çok hızlı bir şekilde yükselmesi, son yıllarda hep tepede olması not etmeye değer. İşte bu büyüme ve güçlü yönetişim YTÜ Teknopark'a yurtdışına açılma ve dünyanın önemli merkezlerinde benzer yapılar kurma imkanı veriyor.
Teknoloji dikeyleri
Her geçen süre Türkiye'nin ve ekosistemimizin lehine işliyor. Deneyim ve kapasite artıyor. Örneğin UBI Global'in "Dünyanın En İyi Kuluçka Merkezleri" sıralamasında ilk 10'a İstanbul Teknik (İTÜ) ve Yıldız Teknik (YTÜ) giriyor. Pandemi döneminde önemli bir kesim karamsarlık yaşarken, 15-20 yıllık yatırımlarımız net bir şekilde meyve vermeye başladı. Örneğin zor bir alan olmasına rağmen tekstil dikeyindeki hızlandırma programında (TechXtile) palazlanan şirketlerden 6-7'si şimdiden yatırım çekmeyi başardı. Yine pandemi döneminde 6 Türk unicorn'u (milyar doları aşan şirket değeri) çıktı. 2023'te 3 yeni unicorn'un çıkmasını bekleyebiliriz. 2021 yılında startup'ların çektiği toplam yatırım 2020'ye kıyasla dolar bazında 10-11 kat arttı. 2022'de de 2021 rekoru yakalandı, aşıldı. T3 Vakfı'nın TEKNOFEST'i yüzbinlerce gencimizi çok olumlu etkiliyor, adeta besliyor.
Bu teknoloji şirketleri, startup'lar çok önemli; TOGG için de, savunma sanayi için de, siber güvenlik için de, alternatif enerji için de, gıda için de... Son yıllarda en fazla yatırım alan teknoloji dikeyleri ve alanları arasında mobil oyunlar, yapay zeka ve makine öğrenmesi, finansal teknolojiler, sağlık ve biyoteknolojiler, blok zincir, gıda teknolojileri, dijital pazarlama, teslimat ve lojistik, eğitim teknolojileri bulunuyor. Ekosisteme çok önemli araştırmalar, raporlar ve hizmetler sunan örneğin StartupCentrum gibi destekleyici yapıların varlığı da kritik önem taşıyor.
Türkiye, tüm bu gayretler ve uygulanan stratejiler neticesinde GSMH'sından Ar-Ge'ye ayrılan payı %1 seviyesine çıkartmayı başardı. Ülkede ve dünyada yaşanan problemlere rağmen bu oranın düşmesine izin verilmemesi kamunun bu konuda samimi ve ısrarcı olduğuna işaret ediyor. 10 yılı aşkın bir süredir uygulamada olan 5746 sayılı Ar-Ge ve Tasarım Merkezleri Kanunu çerçevesinde bugün 1261 Ar-Ge ve 319 Tasarım Merkezi faaliyetine devam ediyor.
Son söz söylemeden geçmeyelim
Dünyanın 60-70 yılda kurduğu ekosistemin bir benzerini son 20 yılda kurmayı başardık... İşte bu başarı hem Türkiye'nin hem de ekosistemin her bir aktörünün eseri... Unutmayalım ki; ilk yıllar düşe kalka, yapılan hatalardan öğrenerek geçtiyse de bundan sonraki yolumuz biraz daha kolay... Ağaçlar meyve vermeye başladı... Yatırımcılar Türkiye'ye artan bir ilgi göstermeye devam ediyor... Bunu daha da büyütmek, üreteceğimiz katma değerle refah toplumuna çok önemli bir momentum sağlamak elimizde...