15 Temmuz darbe girişimi pek çok açıdan Türkiye için bir milat oldu. Öncelikle Yeni Türkiye'nin kodlarında darbeye ve vesayete yer olmadığı görüldü. Darbecilere karşı direnen ve ülkenin geleceğini kurtaran milletin özgüveni yükseldi. Bundan sonraki süreçte darbeye yeltenmek isteyenlerin eskisine göre çok daha tereddütlü kalacakları açık.
Prof. Dr. Hamit Emrah Beriş/ Ankara Hacı Bayram Veli Üniversitesi
15 Temmuz 2016 akşam saatlerinde Türk demokrasi tarihinde yeni bir sayfa açıldı. FETÖ tarafından hayata geçirilmeye çalışılan darbe girişimi, Cumhurbaşkanı Erdoğan'ın halkı direnmeye çağırması ve milyonlarca insanın sokağa akın etmesiyle başarısız oldu. Darbecilerin savaş uçakları ve tankları da kullanarak açtıkları ateş ve 251 kişinin hayatını kaybetmesi de direnişi kırmadı. Erdoğan'ın liderliği ve milletin cesareti, darbenin "girişim" halinde kalmasını ve faillerinin hukuk karşısında hesap vermesini sağladı. Darbeciler, muhtemelen bu tür bir direnişi beklemiyor ve daha önceki darbelerde olduğu gibi iktidarı kolayca ellerine alacaklarını düşünüyorlardı. Ancak bekledikleri sonuca ulaşamadıkları gibi daha sonraki süreçte de hukuk karşısında hesap vermek zorunda kaldılar. 15 Temmuz'da darbecilerin karşılaştıkları bu sonuç, bundan sonra da benzeri girişimlerin önünü en baştan kesecektir. Cunta heveslileri, darbeye kalkıştıklarında karşılarında milleti göreceklerini ve eninde sonunda yargı karşısına çıkacaklarını bilecekler. Bu yönüyle 15 Temmuz, Türkiye'deki darbeler tarihinin sonlanması anlamına gelebilecek. Ancak darbeci zihniyete karşı sürekli teyakkuz halinde olunması gerektiği de akıldan çıkarılmamalı. Bunun için de demokrasinin tahkim edilmesi ve millî iradenin üstünde hiçbir güç olmayacağının idrak edilmesi önem taşıyor.
15 Temmuz, milletin direnişiyle bastırılan Türkiye'deki tek, dünyadaki ender darbe girişimlerinden biri olarak tarihe geçti. Darbenin Türk demokrasi tarihi açısından oynadığı rol yalnızca başarısızlığa uğramasıyla sınırlı değil. 15 Temmuz, Türkiye'de demokratik siyasetin tahkim edilmesi için de önemli bir milat oldu. Darbe girişiminin hemen ardından çıkarılan hukukî düzenlemeler aracılığıyla sistemin içine yerleşmiş halde bulunan vesayet mekanizmaları büyük oranda tasfiye edildi ve sivilleşme yönünde önemli adımlar atıldı. Genelkurmay Başkanlığının Millî Savunma Bakanlığına (MSB) bağlanması, yüksek askerî mahkemelerin kaldırılması bu adımların yalnızca bazıları. Ayrıca MSB'nin yapısında önemli bir sivilleşme sağlandı ve askerî eğitim kurumlarının yapısı yenilendi. Jandarma ve Sahil Güvenlik kuvvetleri her bakımdan İçişleri Bakanlığına bağlandı. Söz konusu düzenlemelerin her biri aslında geçmişten itibaren sistemin demokratikleştirilmesi için atılması bakımından zorunlu görülüyordu. Ancak bunlardan bir anda kurtulmanın mümkün olmadığı açıktır. Tam tersine vesayetle mücadele kararlılıkla yürütülmesi gereken uzun ve meşakkatli bir çabayı gerektirir.
DARBELER VE VESAYET AĞLARI
Her temas iz bıraktığı gibi her darbe de arkasında vesayet kurumlarını bırakır. Gerçekten de 27 Mayıs 1960'la başlayan en son 28 Şubat Süreciyle devam eden darbeler, demokratik sistemi çeşitli vesayet ağlarıyla örmüştü. 3 Kasım 2002'de iktidara gelen AK Parti'nin siyasî mesaisinin en önemli unsurlarından birini en baştan itibaren vesayetle mücadele oluşturdu. Farklı hukukî düzenlemeler aracılığıyla sistemdeki vesayet unsurları tasfiye edilmeye çalışıldı. Müesses nizamın "bürokratik oligarşi" nitelemesiyle anılan koruyucu unsurları kendi konumunu kaybedecekleri korkusuyla bu süreci önlemeye, en azından geciktirmeye gayret ettiler. Buna karşılık, Cumhurbaşkanı Erdoğan her türlü bedeli ödemeyi göze alarak vesayetle mücadeleyi kararlılıkla sürdürdü. Kuşkusuz bu süreç sorunsuz şekilde ilerlemedi. AK Parti'ye iktidarının ikinci döneminin başında Anayasa Mahkemesinde kapatma davası açıldığı unutulmamalı. Üstelik bu dava, Partinin seçmenlerin yarısının oyunu alarak yeniden iktidara geldiği 2007 seçimlerinin sonrasında açılmıştı. Vesayet odakları, milletin iradesinin ve tercihlerinin kendileri açısından hiçbir anlam ifade etmediğini bu vesileyle göstermeyi amaçlıyordu. 15 Temmuz'da yaşanan darbe girişiminin başarısız olmasında Erdoğan'ın toplumu iktidarının ilk günlerinden itibaren vesayetle mücadele konusunda ikna etmeyi başarması belki de en önemli etmen olarak beliriyor. Burada şu noktayı da gözden kaçırmamak gerekiyor: 15 Temmuz'un başarısız olmasındaki en büyük etmenlerden biri uzun süredir devam eden vesayetle mücadele süreci. Bu mücadele, bir taraftan vesayet kurumlarının gücünün azalmasını bir taraftan da toplumun demokratik süreçlere yönelik güveninin yükselmesini sağladı. 15 Temmuz gecesi milyonlarca insanın sokağa dökülmesinde demokrasinin her şartta korunmasına yönelik kanaat olduğu söylenebilir.
Aynı süreç, devlet kapasitesinin geliştirilmesi yönünden de milat teşkil etti. Darbenin ardından Silahlı Kuvvetler ve kolluk birimlerinden çok sayıda personel FETÖ'yle ilişkileri nedeniyle ihraç edilmişti. Bu durumun terörle mücadele başta olmak üzere farklı konularda güvenlik açısından zafiyet oluşturacağı yönünde iddialar ortaya atılmıştı. Ancak güvenlik güçleri kısa süre içinde kapasitelerini eski durumun çok üstüne çıkarma başarısı gösterdiler. Darbeden hemen sonra sınır ötesi harekâtlar aracılığıyla DEAŞ ve PYD/YPG gibi terör örgütlerine büyük darbe vuruldu. Aynı şekilde, ülke içinde düzenlenen operasyonlarla hem terörle hem de organize suçlarla etkili şekilde mücadele edildi. Buna ek olarak güvenlik alanında teknolojik araçlardan yararlanma kapasitesi genişletildi. Türkiye, insansız hava araçları başta olmak üzara pek çok savunma sektörü ürünü üretiminde önemli bir mesafe kat etti. Hatta savunma sanayii ürünlerinin terörle mücadele gösterdiği başarı, kısa sürede önemli bir ihracat kalemi olmalarını sağladı. Batılı ülkelerin Türkiye'ye özellikle savunma sektöründe getirdiği kısmî ambargo, belki onların da hesaplayamadıkları şekilde millî teknolojinin hızlı bir şekilde gelişmesine katkı sağladı. Türkiye, terörle mücadele başta olmak üzere güvenlik alanındaki ihtiyaçlarını kısa süre içinde doğrudan kendi imkânlarıyla karşıladı. Dolayısıyla bu süreçte yaşananların yalnızca sistem değişikliğiyle sınırlı olmadığı açık. Türkiye, yerli ve millî üretim başta olmak üzere pek çok alanda yeni bir yatırım hamlesine girişti.
Öte yandan darbe girişiminin sonuca ulaşması halinde Türkiye'nin boğucu bir cenderenin içine gireceği kolayca tahmin edilebilir. Öncelikle Suriye'nin kuzeyinde PKK/PYD/YPG eliyle oluşturulmaya çalışılan terör koridoruna müdahale edilemeyecekti. Böylece PKK, Suriye'de alan hâkimiyeti sağlayabilecek, bu durumun ülke içindeki yansıması PKK'nın belirli bölgelerdeki etki alanının genişlemesi olacaktı. Bunun yanında dış meselelerde ABD güdümündeki politikaların dışına çıkılmayacaktı. Dolayısıyla Ukrayna Savaşı, Filistin-İsrail sorunu, Orta Doğu coğrafyası ve Türk dünyasıyla ilişkilerde tamamen ABD eksenli politikalar izlenecekti. 15 Temmuz sonrasında, Türkiye, dış politikada ülke çıkarları doğrultusunda bağımsız bir tavır sergilemenin tam hakkını verdi. Böylesi bir anlayışın Türkiye'nin uluslararası düzlemdeki saygınlığını artırdığı söylenebilir. Gerçekten de Erdoğan'a karşı olumsuz yaklaşan Batı kamuoyu bile bu ilkeli ve tutarlı tavra saygı göstermek zorunda kaldı. Batı ülkeleri dışında kalan diğer ülkeler açısından Erdoğan ve Türkiye lider konumuna ulaştı.
EN ÖNEMLİ KAZANIM SİSTEM DEĞİŞİKLİĞİ
15 Temmuz sonrasının en önemli kazanımı ise Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sistemine geçilmesi oldu. Aslında, uzun zamandır, parlamenter sistemin ülkenin ihtiyaçlarına cevap veremediği dile getiriliyordu. Bu açığı kapatmak için başkanlık sistemine geçişin en doğru çözüm olacağı vurgulanmasına rağmen muhalefetin de karşı çıkışıyla bu konuda somut adım atılamamıştı. Darbe girişiminden birkaç ay sonra MHP Genel Başkanı Dr. Devlet Bahçeli, Türkiye'nin mevcut sistemle sorunlarını çözemeyeceğini dile getirerek başkanlık sistemine geçilmesini önerdi. AK Parti ve MHP arasında oluşturulan ortak komisyonun hazırladığı anayasa değişikliği teklifi Meclis Genel Kurulunda onaylandıktan sonra referanduma sunuldu. 16 Nisan 2017'de yapılan referandumda milletin onayıyla Cumhurbaşkanlığı Hükümet Sistemine geçildi. 2018 yılında yapılan seçimlerde de Erdoğan yeni sistemin ilk cumhurbaşkanı olarak seçildi. Böylece Türk siyasal hayatında yeni bir dönem açıldı. Ancak bu durumun yalnızca sistem değişikliğiyle sınırlı olmadığı açık. Türkiye, bu dönemden itibaren yerli ve millî sanayiinin geliştirilmesi başta olmak üzere pek çok alanda yeni bir üretim hamlesine girişti. Diplomasi alanında atılan adımlar vasıtasıyla Türkiye'nin bölgesel güç olmaktan çıkıp küresel bir güç hâline gelmesinin zemini hazırlandı.
YENİ BİR GELECEK VİZYONU
Bugün, Türkiye'nin yalnızca bölgesel değil küresel bir güç olmaya başlamasından söz edebiliyorsak bunu biraz da 15 Temmuz gecesi darbecilere direnen kahramanlara borçluyuz. 15 Temmuz'da başlayan direniş, Türkiye Yüzyılı mottosuyla ifade edilen bir yeniden diriliş hareketine dönüştü. Darbecilere karşı direnen ve cuntayı geri püskürten milletin özgüveni yükseldi. Cumhurbaşkanı Erdoğan, toplumun önüne yeni bir gelecek vizyonu koydu. Söz konusu vizyon, Cumhuriyetin ikinci yüzyılında Türkiye'nin ekonomik, siyasî ve toplumsal göstergeler bakımından en gelişmiş ülkeler ligine yükselmesini hedefliyor. Türkiye'nin tarihî mirası ve kültürel birikimi böyle bir hedefe ulaşmanın hiç de zor olmadığının ispatı.
15 Temmuz darbe girişimi pek çok açıdan Türkiye için bir milat oldu. Öncelikle Yeni Türkiye'nin kodlarında darbeye ve vesayete yer olmadığı görüldü. Darbecilere karşı direnen ve ülkenin geleceğini kurtaran milletin özgüveni yükseldi. Bundan sonraki süreçte darbeye yeltenmek isteyenlerin eskisine göre çok daha tereddütlü kalacakları açık. Ancak bundan sonra benzer girişimlerle karşılaşmamak için dikkati hiçbir şekilde elden bırakmamak gerekiyor. Bu amaçla öncelikle vesayet kurumlarının sistemden tamamen çıkarılması ve demokratikleşmenin derinleştirilmesi hedeflerinden uzaklaşmamak önem taşıyor. En az ilki kadar önemli bir diğer mesele ise Türkiye Yüzyılı çerçevesinde belirlenen hedefler doğrultusunda çalışmayı sürdürmek. Her iki konu da Türkiye'nin önümüzdeki yüzyıldaki konumunu belirleyeceği gibi 15 Temmuz şehitlerine toplumun borcu durumunda.
@heberis