Ukrayna Savaşı ile birlikte, Rusya birçok askeri birliğini Suriye'den çekme kararı aldı. Bu geri çekilme, Suriye'de stratejik bir boşluk yarattı ve İran bu boşluğu doldurmak amacıyla sahada daha aktif bir rol üstlendi. Şii Hizbullah milislerini bu bölgeye yerleştirerek Suriye'deki varlığını daha da güçlendirdi.
Doç. Dr. Hasan Bardakçı/ Harran Üniversitesi
2011 yılında başlayan Suriye iç savaşı, ülke içinde farklı yoğunluklarla devam etse de ülkedeki güç dengeleri bir süredir sabit durumda varlığını sürdürüyor. Suriye'de yaşanan iç karmaşanın dış dinamiklerden bağımsız olmadığı da biliniyor. Küresel ve bölgesel güçler farklı zaman ve pozisyonlarda bu savaşa dahil oldu. Ortadoğu'da şimdi yine büyük bir savaş var ve Suriye sınırındaki bu çatışmadan bağımsız değil. Lübnan-İsrail arasındaki gerilim, Suriye sahasını derinden etkileme potansiyeline sahip. Özellikle Lübnan'da artan çatışma dinamikleri ve İsrail'in sert tepkileri, Suriye'deki yerel unsurların ve büyük güçlerin stratejik hamlelerini yeniden gözden geçirmelerine neden olabilir. Son birkaç yıldır Suriye'deki güç dengeleri belli bir istikrar kazanmıştı; aynı kontrol alanları, aynı aktörler sahada varlıklarını koruyordu. Ancak şimdi bu denklemlerin yeniden hareketlendiğini ve bölgedeki siyasi, askeri ilişkilerin daha da karmaşık bir hal aldığını gözlemlemek mümkün.
Suriye'de özellikle İdlib'in güneyindeki Marat al Numan, Hama ve Halep'in batısında, Suriye rejimi ve Rus askeri güçleri uzun bir süre boyunca kontrolü ellerinde tutmuşlardı. Ancak 2022 yılında şiddetlenen Rusya-Ukrayna savaşı ile birlikte, Rusya birçok askeri birliğini Suriye'den çekme kararı aldı. Bu geri çekilme, Suriye'de stratejik bir boşluk yarattı ve İran bu boşluğu doldurmak amacıyla sahada daha aktif bir rol üstlendi. İran, Şii Hizbullah milislerini bu bölgeye yerleştirerek Suriye'deki varlığını daha da güçlendirdi ve Rusya'nın sahadaki eksikliğini kapatmaya çalıştı. Bu durum, Lübnan ve Irak'ta etkin olan İran nüfuzunun Suriye'de de pekiştidiği bir dönemi başlattı.
Ancak Suriye sahasındaki tek aktör İran değil. İdlib'de çok daha karmaşık bir denklem söz konusu. Bu bölgede, her ne kadar Suriye Milli Ordusu (SMO) belli bir varlık gösterse de, asıl hakimiyet Heyet Tahrir el-Şam (HTŞ) gibi radikal unsurların elinde bulunuyor. HTŞ, bölgede hem Rusya hem de İran'ın etkisine karşı Türkiye ile pragmatik bir iş birliği geliştirdi. Türkiye'nin bu bölgedeki varlığı, sadece kendi ulusal güvenliği için değil, aynı zamanda HTŞ'nin bölgesel dengelerdeki pozisyonunu belirlemek açısından da önem taşıyor. Ancak HTŞ'nin, bir yandan Türkiye ile bu zorunlu müttefiklik ilişkisini sürdürürken, diğer yandan ABD'nin etkisi altında olduğu da bilinen bir gerçek. Bu da Suriye sahasındaki dengeleri daha karmaşık hale getiriyor ve birçok bölgesel ve küresel gücün çıkarlarının çatışmasına yol açıyor.
Önümüzdeki dönemde Lübnan'da Hizbullah ile İsrail arasındaki gerilimin Suriye'ye nasıl yansıyacağı büyük bir merak konusu. Hizbullah'ın İsrail ile doğrudan bir çatışmaya girmesi durumunda, bazı milislerini Lübnan'a çekmek zorunda kalması muhtemel. Bu senaryo, Hizbullah'ın Suriye'deki varlığının zayıflamasına ve İran'ın bu ülkedeki etkisinin azalmasına yol açabilir. Böyle bir güç boşluğunu doldurmak isteyen ABD, HTŞ'yi sahada daha aktif hale getirerek Halep ve İdlib'in güneyine yönelik yeni bir operasyon başlatabilir. Bu tür bir harekat, Suriye'deki mevcut dengeleri köklü bir biçimde değiştirebilir ve bölgede yeni çatışma alanlarının doğmasına yol açabilir.
Bu senaryonun bir başka önemli boyutu ise Türkiye'nin bu süreçte nasıl bir rol oynayacağıdır. Eğer Hizbullah'ın Suriye'deki varlığı zayıflar ve ABD destekli unsurlar sahada daha fazla güç kazanırsa, Türkiye'nin de Fırat'ın doğusunda YPG'ye karşı yeni bir askeri harekat planlaması olasıdır. Türkiye, YPG'yi terör örgütü olarak görmekte ve bu yapının Suriye'nin kuzeyinde güçlenmesini ulusal güvenliği açısından büyük bir tehdit olarak değerlendirmektedir. Bu nedenle, Suriye'deki dengelerin değişmesi Türkiye'yi de sahada daha aktif ve agresif bir politika izlemeye itebilir.
Sonuç olarak, Filistin, Lübnan, İran ve İsrail'de yaşanan gerilimlerin Suriye'ye yansıması kaçınılmazdır. Bu bölgedeki güç mücadeleleri, sadece Suriye'nin iç dinamiklerini değil, aynı zamanda tüm Orta Doğu'nun jeopolitik yapısını etkileyecek potansiyele sahiptir. Suriye sahasında yaşanacak olası gelişmeler, mevcut dengeleri daha karmaşık bir hale getirebilir ve bölgedeki çatışmaları derinleştirebilir. Hem yerel unsurların hem de büyük güçlerin birbirleriyle olan ilişkilerinin yeniden şekilleneceği bu süreçte, Suriye'deki denklemin tamamen değişmesi mümkün olabilir. Tüm bu gelişmeler, bölgenin geleceğine dair belirsizlikleri artırmakta ve çatışma risklerini daha da yükseltmektedir.