Kuzey deniz rotası ticaret denklemini nasıl etkileyecek?

Salih Kaya/ Yazar
21.06.2024

Kuzey Buz Denizi'nin açılması demek, Pekin – Londra karayoluna bir alternatifin de ticaret denkleminde yer alması demek. Bu senaryoda Rusya, Çin ile İngiltere'yi birbirine bağlayan bir köprü rolünü üstlenecek. Böylece; sermaye yoğun coğrafyalar olan Kuzey ve Batı Avrupa ülkeleri ile emek yoğun coğrafyalar olan Asya ülkeleri arasında transit bir hat ortaya çıkacak. Bu hat sayesinde daha önce üç aya varan teslimat süreleri, bir aydan az bir süreye inecek. Bu durum, küresel ticaret akışlarının hızlarını artırmakla birlikte, Rusya'nın da ticaret yolları üzerindeki kontrolünün artırmasına zemin hazırlayacak.


Kuzey deniz rotası ticaret denklemini nasıl etkileyecek?

Salih Kaya/ Yazar

Uluslararası sistemdeki güç dengesi her dönem farklılık göstermiştir. Aktörlerin isimleri, coğrafyaları ve kapasiteleri değişse de değişmeyen tek unsur, ticareti kontrol etme kapasitesine sahip gücün, uluslararası sistemde etkin hale gelişidir. Ticaretin ağırlıklı olarak karayolları üzerinde gerçekleştiği dönemlerde; Büyük Hun Devleti, Selçuklular ve Osmanlı Devleti gibi kara imparatorlukları sistemde etkin güç haline gelmişlerdir. 15. ve 16. yüzyılda ticaretin okyanuslara kayması, İber Yarımadası'nda yer alan İspanya ve Portekiz İmparatorlukları'nı uluslararası ticarette ön plana çıkarmıştır. 18. ve 19. yüzyılda sömürgecilik ve kıtalararası ticaretin ön plana çıkışı, Birleşik Krallık, Hollanda ve Fransa'nın ticarette dümeni devralmasına zemin hazırlamıştır.

UNCTAD'a göre, küresel ticaretinin yaklaşık yüzde 80'i deniz ikmal hatları üzerinde gerçekleşiyor. Deniz ikmal yolları arasında öne çıkan iki yol var: Trans Pasifik Yolu ve Pekin – Londra Hattı. Bu iki yolun bitiş noktası, Batı'da yer alsa da başlangıç noktalarına Doğu ekonomileri ev sahipliği yapmakta. Ancak son 20 yılda alışılagelen eğilimlerinden farklı gelişmeler yaşanıyor.

KÜRESEL TİCARET HAREKETLİLİĞİNDE ROTA HANGİ YÖN?

Uzun periyotlarla da olsa, küresel ticaret akımları ekonomi tarihinde döngüsel hareket kalıbını göstermektedir. Geçtiğimiz son iki yüz yıllık dönemde, ticaret hareketliliğinde genel eğilim, Doğu'dan Batı'ya bir hareketlilik. Ancak, içerisinden geçmekte olduğumuz yapısal dönüşüm dikkatlerden kaçıyor. Raúl Prebisch ve Immanuel Wallerstein'ın 1970'lerde dile getirdiği merkez-çevre ilişkisi tersine dönmeye başladı. Çevrede yer alan bazı ülkeler, artık merkez ülke konumuna yükselmeye başladı. Bu dönüşümün itici gücü ise Çin, Hindistan ve Güney Kore gibi ülkelerin, hammadde ya da yarı mamul ürünler yerine katma değeri yüksek ürünleri merkezde yer alan ülkelere ihracat etmesi.

Küresel ticaret akışlarını izlemek ve ülkeler arasındaki ticareti kolaylaştırmakla sorumlu Dünya Ticaret Örgütü'nün son verileri bu değişimin emarelerini barındırıyor. 2010 ila 2018 yılları arasında, Asya ekonomilerinin ihracatlarında katma değeri yüksek ürünlerin payı hızla artıyor. 2010'da Asya ekonomilerinin ihracatlarında yüksek katma değerlerin payı yüzde elli seviyelerindeyken, 2018'de yüzde yetmişlere yükselmiş durumda.

KALKINMA TEORİSİ

Bu değişimin nelere gebe olduğunun cevabı ise kalkınma teorisinde yatıyor. Teoriye göre, ihracatta yüksek katma değerli üretim modeline geçişe iki farklı şekilde erişebiliyor. Bazı örneklerde özkaynaklar ön plana çıkarken bazı örneklerde dış finansman ve teknoloji transferi geçişin itici gücü olarak karşımıza çıkıyor. İlk durumda ülkelerin ekonomik bağımsızlıklarında belirgin bir güçlenme görülürken ikinci durumdaysa Samir Amin'in de dediği yeni tür bir bağımlılık ilişkisi ülkelerin merkeze olan bağımlılığını yapısal olarak derinleştiriyor.

Asya ekonomileri için geçerli olan durum, ilk duruma oldukça yakın. 1980'lerde dış finansman kaynaklı teknolojik gelişim görülse de günümüzde özkaynaklara dayalı bir teknolojik gelişim mevcut. Asya ekonomilerinde dış finansmanın katma değerli üretime katkısı, 1980'lerde yüzde 70 seviyelerindeyken, 2010'da yüzde 30 ve 2018'de de yüzde 20 seviyelerine inmiş durumda. Batı ekonomilerine baktığımızdaysa 1970'lerde yüzde 10 oranlarında olan dış finansmanın katma değerli üretime katkısı, 2010'larda yüzde 12 seviyesine, 2018'de ise yüzde 15 seviyesine yükselmiş durumda. Bu rakamlar bizlere Asya ekonomilerinin özkaynak kullanarak, üretimde katma değerli ürünlerin payını artırdığını gösteriyor. Batı ekonomilerindeki tablo ise Asya ekonomilerinin tam tersi. Batı ekonomilerinde teknolojik gelişmişlik için dış finansmana duyulan ihtiyaç hızla artıyor.

Katma değerli üretimde yerlilik oranının hızla artması tek bir çıktıya işaret ediyor: Asya ekonomileri hızla güçleniyor ve ticaretteki ağırlıkları artıyor. UNESACP verilerine göre, 2021 yılında Asya, dünya GSYH'sinin (satın alma gücü paritesine göre) yüzde 42'sine katkıda bulunarak diğer tüm bölgelerden daha fazla katkı sağladı. 2021 yılında Asya, küresel mal ticaretinin yüzde 53'ünü, 2001-2021 yılları arasında ise küresel ticaretin büyümesinin yüzde 59'unu tek başına sırtladı. BM Ekonomik ve Sosyal Konseyi'nin açıkladığı verilere göre, Asya ülkeleri küresel ticaretin yüzde 50'sinden fazlasını oluşturan, dünyanın en büyük 80 ticaret rotasının 49'unun en az bir ucunda; 22'sinin de her iki ucunda yer alıyor. En hızlı büyüyen 20 ekonomik koridorun 18'i Asya ekonomilerinden geçiyor ve Asya en büyük 20 ekonomi koridorunun 13'üne ev sahipliği yapıyor.

CENNETE GİDEN KAPILARDAN BATI'YA GİDEN YOLLAR DÖNEMİ

Batılı denizcilerin Coğrafi Keşifler dönemindeki temel düşüncesi, 'Cennet'e giden kapılar'ı zorlamaktı. Batı'ya doğru açılarak Doğu'da Lord'un Krallığı'na varma düşüncesi, denizcilerin temel motivasyon kaynağı olmuştu. Günümüzdeki kıtalararası ticaret yollarının temelleri de bu sayede atılmıştı. Bugün ise küresel ekonomideki güç merkezlerinin Batı'dan Doğu'ya kayışı, küresel ticaret güzergahlarında değişimi de beraberinde getiriyor. Doğu'da yer alan devletlerin Batı'ya en kısa sürede ulaşma arzuları, ticaret haritasında yeni hatları ortaya çıkarıyor.

Doğu ekonomileri arasında ilk adım atansa Çin Halk Cumhuriyeti. Devlet Başkanı, Xi Jinping'in 2013'te duyurduğu Kuşak ve Yol Girişimi'nin (BRI) arkasındaki temel sebep, başta ABD olmak üzere Batılı devletlerce kurgulanmış yollara alternatifler oluşturmak. Çin, bu projeyle iki çıktıyı hedefliyor. Birincisi hem denizden hem karadan yeni bir ekonomi kuşağı oluşturarak Çin'in nüfuz alanını genişletmek. İkincisi ve Batı dışı aktörler için önemli olanı, 1945 sonrası kurgulanan Bretton Woods sistemine bir alternatif oluşturmak.

Doğu'daki bir diğer güç merkezi ise Rusya. Soğuk Savaş'ın sona ermesiyle birlikte küresel ekonomik sistemde ağırlığı azalan Rusya, yeniden sahnenin merkezine geçme niyetinde. 2022'ten beri Rusya'ya uygulanan ambargolar da beklenenin aksine bu süreci hızlandırmış gibi. Kur farklılıklarının etkisinden arındırılmış GSYH verilerine göre, 2021'de ekonomik büyüklüğü 5,7 trilyon dolar olan Rus ekonomisi, 2023'te 6,3 trilyon dolara yükselmiş durumda. Bu da Rusya'yı en büyük dördüncü ekonomi konumuna yerleştiriyor. Karşımıza çok ilginç bir tablo çıkıyor: 2022'de başlayan Rusya–Ukrayna Savaşı'nın getirdiği ekonomik külfete ve uygulanan ambargolara rağmen Rus ekonomisinin hızla güçlenmesi, ne kadar dayanıklı olduğunu gösteriyor. Güç merkezi olma amacı peşinde koşan Rusya'nın şimdilerdeyse önceliklerinden birisi, tasavvur ettiği küresel ticaret haritasını dünya sathında kurgulamak. Bunun yoluysa Kuzey Kutbu'ndan geçiyor.

KUZEY BUZ DENİZİ NEDEN ÖNEMLİ?

"Küresel ısınma" gerçekliğinin görüldüğü Kuzey Buz Denizi, günden güne erimekte. Pasifik'teki ada devletleri gibi bazı devletler için bu durum kıyamet senaryolarını akla getiriyorken, Rusya gibi topraklarının büyük bir kısmı iklim şartları sebebiyle kullanılamayan devletlere de manevra alanı açmakta.

2007'den beri Kuzeybatı Geçişi ve Kuzey Deniz Rotası geçici olarak da olsa buzdan arınmış durumda. İklim uzmanlarına göre, önümüzdeki on yıl içerisinde Kuzey Buz Denizi'nin büyük bir çoğunluğu eriyecek. Buzulların erimesinin doğal bir sonucu olarak Kuzey Buz Denizi de küresel ticaret hareketliliğine açılacak. Deniz yolunun açılmasına ilişkin ilk sinyalse 2010'da geldi. 40 bin tondan fazla demir cevheri taşıyan MV Nordic Barents adlı gemi, 4 Eylül'de Norveç'in Kirkenes limanından ayrıldı ve Kuzey Buz Denizi rotası üzerinden yaklaşık üç hafta sonra Çin'in kuzeyindeki Xingang'a demirledi. Bilenen deniz ikmal yolları üzerinden bu sevkiyat gerçekleştirilmek istense, gereken süre üç ay idi. Süveyş Kanalı üzerinden ikmal yolu uzunluğu 12 bin 500 deniz miliyken, Kuzey Denizi üzerinden bu mesafe neredeyse yarı yarıya azalarak 5 bin 600 deniz mili olarak gerçekleştirildi. Bu rakamlar da Kuzey Buz Denizi rotasının sevkiyat süresini üç kattan fazla, sevkiyat mesafesini ise neredeyse yarı yarıya azalttığını açıkça gösteriyor.

Sevkiyat mesafesi ve sürelerindeki bu düşüş, kargo hacimlerine de yansımış durumda. Kuzey Buz Denizi üzerindeki kargo hacmi hızlı bir artış içerisinde. 2013 yılında sadece 3.93 milyon ton olan kargo hacmi, 2023'te 8 kattan fazla bir artışla 36.2 milyon tona yükseldi. Rosatom'un açıkladığı verilere göre, 2035 yılı itibariyle kargo hacminin 270 milyon tona ulaşması bekleniyor. Bu da dünyanın en yoğun ticaret rotası olan Süveyş Kanalı'nın yıllık üstlendiği kargo trafiğinin neredeyse yüzde 20'sine tekabül ediyor.

RUSYA KÖPRÜ VAZİFESİ GÖRECEK

Kuzey Buz Denizi'nin açılması demek, BRI girişiminin sunduğu Pekin – Londra karayoluna bir alternatifin de ticaret denkleminde yer alması demek. Bu senaryoda Rusya ise, Çin ile İngiltere'yi birbirine bağlayan bir köprü rolünü üstlenecek. Böylece; sermaye yoğun coğrafyalar olan Kuzey ve Batı Avrupa ülkeleri ile emek yoğun coğrafyalar olarak nitelendirilen Asya ülkeleri arasında transit bir hat ortaya çıkacak. Bu hat sayesinde daha önce üç aya varan teslimat süreleri, bir aydan az bir süreye inecek. Bu durum, küresel ticaret akışlarının hızlarını artırmakla birlikte, Rusya'nın da ticaret yolları üzerindeki kontrolünün artırmasına zemin hazırlayacak.

Kuzey Buz Denizi rotası beraberinde ilginç bir denklem de getiriyor. Son 10 yılda dillendirilen iki kutuplu dünya düzeni tartışmaları, Kuzey Buz Denizi sayesinde manasız kalabilir. Askeri kapasite bakımında dünyanın en büyük ikinci askeri gücüne sahip Rusya, süper güç olabilmek için gerekli ekonomik güce de erişebilir. Askeri ve ekonomik olarak güçlü bir Rusya, iki kutuplu dünya düzeninden ziyade güç kürelerinin yer aldığı, her güç küresinin merkezinde bir güç odağının yer aldığı, yeni bir uluslararası sistemi de beraberinde getirebilir.

Gelecek projeksiyonları arasında güçlü bir Rusya'yı yüksek olasılıklı bir senaryo olarak gören ABD ve Arktik'e kıyıdaş devletler de çeşitli adımlar atıyor. Ancak bu girişimlerin çoğunlukla ABD'den gelmesi, yeni dönemde merkantalist bir ABD görebileceğimiz ihtimalini günden güne güçlendiriyor. Merkantalist ABD'nin ise mevcut liberal uluslararası düzenin kurucu değerlerini erozyona uğratması oldukça muhtemel. Buradan hareketle, Kuzey Buz Denizi rotasının, uluslararası sistemin yapısını ve sistemi işletecek değerlerin belirlenmesini etkileyebileceğini iddia etmek çok da iddialı olmasa gerek.