Mustafa Ekici: "Kürtler bütün bu dayatmalardan, geçmişte devletten gelen ağır baskı ve ötekileştirmelerden, bugün ideolojik grupların ve terör örgütlerinin kanlı sosyal mühendislik uygulamalarından azat olmak, toplumda ve devlette saygın ve meşru bir kültürel varoluş alanına sahip olmak peşindedir. Benim gözlediğim, okuduğum ve anladığım, Kürtlerin bundan gayrı hayalinin olmadığıdır."
Röportaj: Hale Kaplan
Mustafa Ekici 'Gerçek ve Hayalin Kavşağında Kürtler' isimli kitabında, bir kabustan uyanma arefesindeki Kürt sokağının, gerçek duygusunu, sesini aktarmayı amaçlıyor. Kürt toplumunu içeriden bir gözle okuyabilen yazar, kitap kapağındaki 107 yaşındaki Azimet Teyze ve onun torununun oğlu dört yaşındaki Mustafa arasındaki neslin serencamını, farklı veçheleriyle değerlendirmeye alıyor. Kitap, dayatma ideolojilere, faşizme devrim, teröre barış diyenlere, bir başkaldırı çağrısı aynı zamanda.
Kitaba isim tercihinizden başlayalım. Nedir Kürtlerin hayali? Ya da hangi Kürt neyi hayal ediyor?
Kitabın başlığının genel anlamda siyasi çevrelerde bir tür iç gıdıklanmasına yol açtığının farkındayım. Ama bu başlıkla ve kitaptaki yazılarda da gündelik siyasi söylemin dışına çıkarak daha sosyolojik bir olguya dikkat çekmeye çabaladım. Kürt milliyetçiliği Arap ve Türk milliyetçiliğine kıyasla nispeten yeni bir olgu sayılır. 1900'lerin başından itibaren Gaspıralı, Akçura, Ziya Gökalp gibi isimlerin vazettiği milliyetçilik yeni nesillerin aşina olduğu anlamda dar ulusçu bir kavram değildir. Onlar büyük bir mefkureden, merkezinde İslam'ın olduğu büyük bir cemiyetten bahsediyorlardı ve bunun Türk şemsiyesi altında nasıl toparlanacağına dair yer yer coğrafi, etnik renkler de taşıyan bir siyasa vazediyorlardı. Bugün yeni nesillerimizin anladığı milliyetçilik büyük oranda 1930'dan sonra Batılı anlamda modern bir ulus inşa etme projesinin sosyal mühendislik uygulama ve argümanları ile harmanlanmış karmaşık tortularından oluşan bir yığınıdır. Öyle ya da böyle milliyetçiliğin, etnik soy ve ırk temelli olarak anlaşılması mevzuu, hala büyük oranda ana gövdenin dışında daha küçük dal veya dallardan ibarettir. İlk Kürt milliyetçi fikirlerin öncüleri de benzer bir serencam yaşadılar. Büyük oranda bir mefkure etrafında dönüp dolaşan, elimizden kayıp gitmekte olan büyük devlet ve medeniyetin bir yerinden tutarak nasıl toparlanacağına dair bir fikir çilesi, bir çaba olarak okunabilir.
Etnik milliyetçilik ne zaman başlıyor ve eski yapıdan nasıl ayrışıyor?
Kürtlerin soy ve etnik anlamlı milliyetçilik ile tanışması, ironiye bakın ki bütün ideolojik argümanlarını sosyalizm üzerine kuran ve etniği her aşamada aşağılayan PKK ve etkisindeki yapılar tarafından dayatılan ağır, kanlı sosyal mühendislik uygulamaları ile ortaya çıkmıştır. 1980 darbesine kadar neredeyse kutsal alanla harmanlanan ve medrese yapısı etrafında şekillenen Kürt milliyetçiliği, Kemalist ulusçuluğun dayattığı seküler anlayışa muhalefet olarak okunabilir. Temelde ve bu anlayışta belirgin ve katı bir etnik vurgu bulmak güçtür. Türk'ün kurucu kapasitesini göz ardı eden bir Kürtlük ile Kürt'ün muazzam dönüştürücü enerjisini göz ardı eden bir Türklük ciddi bir nakısadır. Bunları birbirinin ötekisi gören bakış açısı sakil bir bakıştır. Milliyetçi ideolojiler eliyle bu iki kavramın yıpratıcı bir rekabete, yıkıcı bir yarışa sokulması memleket hayrına değil, Türk'ün hayrına değil, Kürt'ün hayrına değil. Sultan Sencer ile , Alparslan ile, Yavuz Sultan Selim ve Abdülhamid Han ile başarılanı yeni nesillerin başaramıyor oluşu bir akıl tutulması değilse bir yeteneksizlik meselesidir, liyakatsizlik meselesidir.
İşte son 40 yıldır ağır bir terör ve şiddet sarmalında oradan oraya savrulan Kürt toplumunda da tıpkı Türk toplumunda olduğu gibi birbirinden oldukça farklı milliyetçilik anlayışları oluşmuştur. İlkel anlamda ırkçılıktan modern ulusçuluğa, ümmetçilikten sosyalizme uzanan yelpazede Kürt toplumu, ana gövdesini, bir 'öteki' üzerinden kendini tanımlayan ve ırkçı, etnik, soya dayalı bir milliyetçilikten çok, mutedil, Müslüman ahaliden oluşmaktadır. İdeolojik grupların dayattığı ve 'dört parça Kürdistan' söylemi ile Irak, Suriye, İran ve Türkiye arasında parçalanmış kurgusal bir büyük Kürdistan fikrinin özellikle PKK tasallutunda büyüyen yeni nesillerde bir tür kızıl elma olarak algılandığı vakıa. Ancak bu hayalin kanını coşturduğu ideolojik grupların varlığına rağmen Kürt toplumunun ana gövdesinin sarsıcı bir 'Türkiye'den ayrılma korkusu' yaşadığı gerçeği de vakıa. Türkiye siyaset gözlemcileri PKK etkisindeki partilere akan oyu, bu kızıl elmaya, bu hayale verilen bir destek olarak okumakta ısrar ediyor. Doğrusu örgüt partileri de benzer inanışta. Oysa tam da burada, gerçek ile hayalin kavşağında bir tercihte bulunuyor Kürt toplumu. Bu kurguyu, bu kızıl elmayı, bu ucu emperyalizmin ellerinde sallanan ipleri 6/8 Ekim provokasyonunda, Sur'da, Cizre'de hendeklere gömerek ciddiye almadığını, hem de ciddi bedeller ödeyerek ortaya koymuş bulunuyor. İşte Kürtler bütün bu dayatmalardan, geçmişte devletten gelen ağır baskı ve ötekileştirmelerden, bugün ideolojik grupların ve terör örgütlerinin dayattığı kanlı sosyal mühendislik uygulamalarından azat olmak, toplumda ve devlette saygın ve meşru bir kültürel varoluş alanına sahip olmak peşindedir. Geçmişin yarattığı travma ve tortulardan kurtulmak elbette zaman alacak ancak benim gözlediğim, okuduğum ve anladığım, Kürtlerin bundan gayrı hayalinin olmadığıdır. Bürokrasinin, toplumun ve elitlerimizin Kürtlere bu alanı sağlayacak nitelikte çabalar için yeterli özgüvene, olgunluğa ve liyakate sahip olup olmadığı apayrı bir tartışma konusudur. Ancak toplum zaten biraz da bu sarsıcı ve derin sabır demektir.
Diyarbakır Anneleri ya da PKK'ya katılımın onlu rakamlara düşmesi umut verici. "Kürtler için ama en çok da Kürtlere kan kusturan" kirli yapıya karşı ciddi bir farkındalığın oluştuğunu söyleyebilir miyiz?
Üzerinde bu kadar kanlı sosyal mühendislik projeleri uygulanan ve buna rağmen sağduyusunu yitirmeyen başka bir toplum var mı bilmiyorum. Bugün Diyarbakır'da, Van'da, Hakkari'de terör örgütüne karşı dikilen annelerin cesareti, bu büyük sağduyunun, bütün tehditlere, geçmişin ağır ve kanlı hatıralarına karşın toplumdaki devasa itirazın uç vermiş halidir. Buz dağının sadece görünen kısmıdır. 50 yıla yaklaşan ağır terör ve 80 cuntasıyla iyice ağırlaştırılan, emperyalist bir proje olduğu bugün artık sarih biçimde ortaya çıkan inkâr ve asimilasyon uygulamaları, iki taraflı bir mengene gibi Kürt toplumunu baskı altına almıştır. Bu süreç boyunca toplumun maruz kaldığı şiddeti yeni nesillerimizin anlaması çok güç ama bu kötü anılara/gerçeklere rağmen annelerin cesareti ve karalılığı her tür takdirin ötesindedir. Bu dikilme aynı zamanda yeni nesillerin, örgütün bu amaçsız şiddetini, ölü çocuk bedenleri üzerinde kurduğu bu ağır ve kirli iktidarını sorgulamasının da bir sonucudur. Evet gerçekten PKK etkisindeki partinin Türkiye siyasetinde kilit bir parti olacak denli siyasi güce ve desteğe sahip olmasına rağmen neden terör faaliyetleri uyguladığı, üstelik bu terör faaliyetlerinden en çok Kürt toplumun etkilendiği gerçeği her gün daha yüksek sesle dile getirilmektedir. Yeni nesiller, PKK'nın ilk kadroları gibi kör ideolojik ya da ergen köylü çocukları gibi sorgusuz bir adanma içinde değiller artık. Rakamlar da örgütün yeni nesilleri eskisi kadar rahat mobilize edemediğini ortaya koyuyor zaten.
"İnşallah HDP kazanır da yeniden kayyuma devredilir" cümlesi orada yaşanan siyasal karmaşayı çok güzel özetledi demişsiniz. Nasıl bir karmaşa bu? Yön bulmaya mâni ya da tersi mi?
Konu çokça acılı ve kanlı da olsa gecikmiş bir modernleşme süreci olarak okunmalı. Örgüt elitleri 70'lerin arkaik solcu, ölü sevici dünyasında donup kalmış, yaşları 70'leri geçkin ve bütün bu süreç boyunca dağ ve mağaralarda kapalı devre ve kurgusal bir ideolojik evrende yaşayan tekaütlerden oluşuyor. Büyük solcu anlatıya uygun biçimde, yaşamı süreğen bir devrim olarak yaşamak, sürekli devrimci olmak, devrimi bile devirmek gibi bir ucube ideolojiyi belki 80'lerin ergen köylü çocuklarına dayatabilirdiniz, devlet de size bu konuda yeter derecede kullanışlı argüman veriyordu. Ancak yeni bir yüzyılın ilk çeyreğini devirdiğimiz bu süreçte artık gerçekten arkaik ve dramatik fikirler bunlar. Seçim öncesinde onlarca kişiden duydum sorudaki cümleyi, nedeni de gayet basit: PKK partilerine oy vermekle Kürt varlığının tescilini istiyor ama bunun terörizme, şehirlerini ve yaşamlarını harap eden, çocuklarını kaçırıp Amerika'ya ucuz asker yapan, Türk ve Kürt arasında kin ve nefret hendekleri kazan örgüte destek demek olmadığını ifade diyor. Hizmet istiyor, şehirlerinde yaşam standartları yükselsin istiyor ve örgütün ajandasında bunlara dair hiçbir şey olmadığını, hiçbir zaman da olmayacağını ifade ediyor. Bence Kürt toplumu yönünü gayet sarih biçimde tayin etmiş bulunmaktadır: Bu toplumun saygın bir kesimi olmak, bu devletin öz be öz sahibi olarak özgüven içinde yaşamak.
Kitaptaki Hacı Abdurrahman Amca'nın hikayesi bana hüzün verdi. Bu coğrafyayı hikayeleriyle daha çok okuyamadığımız için hep gündemimize bir 'sorun' olarak getirildiği için üzüldüm aslında. 'Sorun' ifadesiyle birlikte anlayacağımız günler ne kadar yakınlıkta?
İlacımız insandır. İnsana değen sıcak ve gerçek yaşamdır ilacımız. Örgütlerin, istihbarat kurumlarının, ajansların, neredeyse sonsuz imkanlarla zorlayarak varlık kazandırdıkları kurgusal alan suya yazılmış yazı kadar geçici ve güçsüzdür. Maalesef ardında çokça acı, çokça tahribat bırakır ama kurgunun kaderi tarih içinde unutulmaktır. Eminim kafasına Hacı Abdurrahman Amca'nın makosenini yiyen Rıfat söylediklerine gülüyordur şimdi. Yeni nesil bilmez bunları ama anımsatmakta yarar var, örgüt lideri yakalandığında 60 civarında genç kendini benzin dökerek yakmış, önemli bir kısmı da hayatını kaybetmişti. Şimdi Öcalan için kendini yakacak birini bulabilirler mi bilmiyorum. Ama hayat yoluna devam ediyor, su akıyor ve çatlağını buluyor, toplum sağalıyor, kadim kodlarına kavuşuyor. Aradan maalesef bu topluma yabancı, bir İsveçli, bir Alman kadar yabancı küçük bir kitle çıktı ama Kürt toplumunun ana gövdesi Müslüman duyarlılığı ile, İslam'ın ortaklaştıran, yakınlaştıran nefhası ile yoluna devam ediyor.
Çözüm için sanatın imkanlarından yeterince faydalanıldığını düşünüyor musunuz?
Bürokrasimiz ve siyasi elitimiz yeter derecede olgunlaştığında dağ taş masal doldu, anlatılmayı bekleyen hikâye doldu evler, sokaklar çekilmeyi bekleyen senaryo kaynıyor, inşallah bu hikayeler, başkalarının kurgusu değil bizim kendi gerçeğimiz olan hikayeler anlatılır bir gün. Kitabın kapağındaki yaşlı nine 107 yaşındaki Azimet Teyzemiz, yanındaki çocuk torununun oğlu Mustafa dört yaşında. Arada iki nesil var, bu iki neslin yaşadıkları gerçekten evrensel standartta bir edebi malzeme içeriyor. Bu toprakların hikayelerini sanatın her dalı ile anlatmamız lazım. İnsani sıcaklığa, dayatılan yapay ayrımların tersine muazzam ortaklığımıza dair, acılarımıza, umutlarımıza dair hikayeler anlatmalıyız evet. Kadını anlatmalıyız mesela, büyük dönüşümler yaşasa da hala toplumun bütün yükünü çeken, buna rağmen kıyıda duran, ayrısı duran kadınımıza dair hikayeler anlatmalıyız, Doğu'nun ve Kürt kültürünün muhteşem sinematografik, rengarenk kültürüne dair hikayeler...
Sizden ne zaman okuyacağız o öyküleri?
Amatör bir öykücü olarak küçük bir öykü kitabı hazırlıyorum, yıl bitmeden okurlara ulaştırabilmeyi ümit ediyorum.
Hacı Abdurrahman'ın makoseni
"Cigarasından derin bir nefes çekerek gençlere döndü. Hepsi de okuyamamış işsiz, güçsüz çocuklardı. Ağızlarından çıkan cümlelerin hemen hepsi ezberlenmiş yavan cümlelerdi. Rıfat en hararetli konuşanlarıydı, biraz sonra Rıfat'ın ağzından şu cümleler döküldüğünde, Hacı Abdurrahman şaşkınlıktan küçük dilini yuttu adeta: Arapların peygamberinden, Allah'ından ne hayır gördün bugüne değin?!" Elini, arkasını kırarak giydiği parlak makosen cizlavitine attı ve çıkardığı gibi Rıfat'ın kafasına fırlattı. Herkes şok oldu, kimse böyle bir tepki beklemiyordu, sertçe kalktı ve büyük bir öfkeyle; 'Ma bê din u iman meruv çawa Kurd bibe kuro?!' (İnsan dinsiz imansız nasıl Kürt olur evlat!) Sonra kendi kendine, 'Kurmê darê ji dêre' (Ağacın kurdu ağaçtan) diye söylenerek içeri gitti."