Ülke için gönüllü olarak harbe gitmeye can atan insanlardan, milli maçlarda Türkiye'nin rakibini destekleyenlere nasıl evrildi bölge insanı? Kimler eliyle ve nasıl? İnancı için canını veren insanlar hangi propaganda ve ideolojik aygıtlarla din düşmanı haline geldi? Bunları kendimize dert etmeyecek miyiz?
Prof. Dr. Mazhar Bağlı/ Akademisyen, Yazar
Türkiye, Kürt meselesi ile ilgili kelimenin tam anlamıyla bir dönüm noktasındadır. Ya bu meseleyi çözüp ikiyüz elli yıllık bir yükten kurtulacak ve dünyanın en güçlü ülkelerinden birisi olma yoluna girecek ya da her geçen gün daha da ağırlaşan ve artık idare edilemez bir hale gelen bir krizin içinde kıvranıp duracaktır. Bir başka ifade ile karşı karşıya kaldığı sorunu sağlıklı bir şekilde analiz edip ciddiye almadığı, çözüm arayışına girmediği zaman bu sorun kalıcı bir kaosa dönüşecektir. Çözümsüz geçen her gün bu yükün/sorunun mahiyetini değiştirecektir. Keza hatırlatmak isterim ki ilk başlarda kültürel bir hak talebiyken bugün adını bile koymakta zorlandığımız ulus aşırı bir sorun haline gelmiştir.
Bir önceki yazımda akademinin ve kamu bürokrasisinin konuya olan "yabancılığına" işaret ederek bu durumun son derece yüksek bedelli bir maliyet doğurduğunu arz etmeye çalışmıştım. Belki de şimdiye kadar bu mecradaki yazılarımdan en çok olumlu tepki alan o yazı oldu. Bu duruma sevinmeli miyim, doğrusu emin değilim. Zira yakından ilgili olduğumu ve çok iyi bildiğimi sandığım ülkenin en can yakıcı meselesini demek ki şimdiye kadar "anlaşılabilir bir dil" ile anlatamamışız. Oysa benim orada dile getirdiğim yaklaşım son derece basitti. Muhatabımızı anlamak için "empati" yapalım. Fakat daha sonra anladım ki bu en basit akıl yürütmeyi bile sağlayacak bir zemin kalmamıştır. Cari olan paradigma kendimizi, tarihimizi, inancımızı, çevremizi, geleceğimizi ve evreni anlamımızı engelleyen bir bariyer olarak hayatımızı kuşatmış durumdadır. Bu kısır döngüden kurtulmanın biricik yolu ise yeni bir paradigma, yeni bir epistemoloji ve yeni bir tartışma zemini oluşturmaktır.
Tortuları temizlemek
Yeni bir zemin tesis etmek gerekir. Bunun için de önce eski çürük zemini, farklılıkları bir arada tutamayan, herkesi tek tipleştirme ütopyasına yasalanan şu toplumsal ve siyasal işleyişin temelini teşkil eden eski tortuları temizlemek zorundayız. Bunun adına ne derseniz deyin, eğer bu zemin bertaraf edilmezse biz hangi malzeme ile hangi binayı yaparsak yapalım kalıcı bir yapı inşa edemeyiz. Şu an ülkede cari olan "ulusalcı resmi ideolojinin" bu işi bir çıkmaza sürüklediğini ayrıca analiz etmeye hacet yok sanırım. Koca bir imparatorluktan miras kalan "iki kardeş" topluluğu, beş-on akraba azınlığı ve bir avuç gayri müslim sadık tebaayı barışçıl bir ortak paydada buluşturamayan bir projenin şu an ulus aşırı bir boyut kazanmış olan Kürt meselesini çözebilmesi mümkün değildir.
Konuya hangi açıdan bakarsanız bakın, bugün en az on milyon (Kürt alevi ve gayri müslim) vatandaşımız kendisini bu ülkede "öteki" olarak görüyor, hissediyor. Bu hissiyatı ister sosyolojik olarak tanımlayıp analiz edin, ister hukuki olarak görüp cezai bir yaptırım uygulayın ister konuya politik olarak yaklaşıp dışlayın, ister etnik bir bölücülük olarak görüp ihanetle suçlayın ya da konuyu dış mihrakların oyunu olarak düşünün, isterseniz de coğrafi bir kader olarak görün hiç fark etmez. Gerçeğini değiştiremiyor, değiştiremiyorsunuz.
Maceracı ulusalcılık
Kendini dışlanmış hisseden her bir "ötekiye" parmak sallayarak onu "ehlileştirme" çabalarının varacağı yerin dağılma olduğunu tarih bize acı tecrübelerle ve yüksek maliyetlerle gösterdi. Eğer Balkan ve Orta Doğu halklarının Osmanlı'dan ayrılma sürecini "yalan söylemeyen tarihten okursanız" maceracı ulusalcılığın yaşattıklarına bizzat şahitlik edeceksiniz. Bu durum günümüzde daha da hassas bir hal almış bir durumdadır. Zira şu an evinizdeki öz evlatlarınızın, ailenizin cennet kokusu çocuklarınızın dahi, kendisini dışlanmış hissettiklerinde, sizinle yaşamaktan vazgeçip evden uzaklaşmasını parmak sallayarak engelleyemezsiniz.
Türkiye'de en büyük handikap ulusalcı resmi ideoloji ve İttihatçılığın tüm siyasi ideolojilerin ortak paydası olması riskidir. Yüzyıldan fazla bir zamandır var olan bu ortak payda derdimize derman olmadı. O halde bu sorunun çözümünün ilk adımı bu ulusalcı zemini değiştirmektir.
Faşizm faşizmi doğurur
Cumhuriyetin ilanından bu yana hep ulusalcı ideoloji üzerinden Kürtlere ve 'öteki'lere parmak sallandı. Zaten PKK ve bileşenleri de bu konudaki baskı ve dışlamalardan beslenerek kendisini var etti. Her hırpalanan kişilik kendisini illegalite üzerinden ifade etmeye heveslenir. Siyasete ve devlete düşen bu yöndeki eğilimleri engellemeye gayret etmektir. Unutmamak gerekir ki her faşizm, bir başka faşizmi doğurur. İnkâr, ret ve asimilasyon politikaları etnik kimliğin zayıflamasını değil gürbüzleşmesini sağladı. Etnisiteyi hem politik hem sosyolojik hem de dini bir proje haline getirdiğinizde kaos ve çatışma kaçınılmaz olur ne yazık ki.
Dikkat edilirse Türkiye'de Kürt etnisitesine dayalı siyasi bir oluşum henüz ete kemiğe bürünmeden önce bölgedeki siyasi tercihler -her ne kadar ağırlıklı olarak muhafazakarlık ekseninde şekillendiyse de- zaman zaman çok büyük değişimler gösterdi. Bölge insanı her bir siyasi yapıyı kendilerine içten yaklaşır diye tek tek denedi ve denemeye de devam ediyor. Ama onlardan aynı içtenliği görmeyince de doğal olarak başka adresler aramaya başladı. Bu "arayışın" sadece iç siyasi tercihlerle de sınırlı kalmayacağını görmemek mümkün mü? Van'da gerçekleşen bir nümayişte güvenlik güçlerine "Yaşasın İsrail" sloganı ile karşı koyma tavrının alçaklığını bilelim ve istediğimizi söyleyelim tamam da, İslami buyruklar uğruna kendisini ve hatta çocuğunu kurban etmekten çekinmeyen, Kudüs ile en derin tarihsel bağı kuran bu sosyoloji hangi aşamalardan geçerek bu hale geldi diye de kendimize sormayalım mı?
Neden ve nasıl böyle hissettiler?
Temmuz 1974 tarihinde, Kıbrıs Barış Harekatı'nın başlamasından birkaç gün sonra babamla ilçeye, Birecik'e gitmiştik. Çocuktum o zaman. İlçe merkezinde çarşıda dolaşırken uzun bir insan kuyruğu gördüm. Ben sormadan babam bana o kalabalığı göstererek, "Bak oğul bunlar vatanımızı savunmak için gönüllü olarak harbe gitmeye adını yazdıranlardır. Onların seferberlik emri yok, harbe çağrılmayacaklar ama gitmek istiyorlar. Çünkü önce seferberlik emri olanlar harp için askere çağrılır ama bunlar çağrılmadan da gönüllü olarak gitmek istiyorlar. Bu yiğitlerimizle ne kadar gurur duysak azdır" demeye çalışırken gözleri dolmuş cümleyi tamamlayamamıştı. Ülke için gönüllü olarak harbe gitmeye can atan insanlardan, milli maçlarda Türkiye'nin rakibini destekleyenlere nasıl evrildi bölge insanı? Kimler eliyle ve nasıl? İnancı için canını veren insanlar hangi propaganda ve ideolojik aygıtlarla din düşmanı haline geldi? Bunları kendimize dert etmeyecek miyiz?
Kim nasıl bakarsa baksın, ne düşünürse düşünsün, konuyla ilgili muhatap olduğumuz en sahih gerçek bu ülkede Kürtlerin kendilerini birinci sınıf vatandaş olarak hissetmedikleri, ayrımcılığa uğradıklarını, kültürlerinin, dillerinin ve geleneklerinin yok sayıldığını ve yasaklandığını düşünüyor olmalarıdır. Velev ki siz böyle olmadığını söylediniz... Yine de bu durum değişmeyecektir.
Devletin resmi ideolojisini benimseyen herkes, yönetici olmasa bile ülkede kendisini yönetici olarak görüyor. Bu da doğal olarak ülkedeki sosyolojiyi ayrıştıran bir açmaz. Ve her geçen gün bu pozisyon büyük bir yarık haline geliyor. Durum öyle olmasa bile insanlar, resmi ideolojiyi benimsemedikleri zaman ülkede hiçbir hak sahibi olamayacaklarını düşünüyorlar. Onları bu düşünceden vazgeçirecek adımların atılması görevi ise kamunundur, devletindir.
Mesut Barzani ile ilgili Türkiye'deki kanaat buna verilecek basit bir örnektir. Barzani'ye karşı var olan buğz ve adavetin nedeni nedir sahiden? Türkiye'ye bir zararı mı dokunuyor? Türkiye düşmanı olan terör örgütüne destek mi veriyor? Türkiye'nin düşmanı olan aktörlerle Türkiye aleyhine bir düşmanlık mı yürütüyor? Hayır. Ama onunla ilgili kanaati belirleyen asıl mekanizma Yalçın Küçük ve avenesidir. İsterseniz çok basit bir deney de yapabilirsiniz, farklı siyasi görüşlere sahip olan ve sizce makul olduğunu düşündüğünüz üç kişiyi arayıp bahse konu zat ile ilgili fikrilerini sorun. Türk düşmanı, ilkel aşiretçi, bölücü, Yahudi uşağı, maşa, emperyalizmin uşağı, hain vs. gibi son derece tahkir edici ifadeler dile getirilecektir. Oysa kendi bölgesinde geleneksel değerleri korumaya özel gayret gösteren, İslami hassasiyeti son derece yüksek olan ve Türkiye'deki muhafazakarlığı besleyen ana damar Nakşibendi geleneğe bağlı olan saygın ve makul bir kişidir. Keza her bir Kürt'ün de gurur duyacağı bir duruş ve nezaket sahibidir. Ama Türkiye'de onunla ilgili düşünceleri veya kanaatleri belirleyenler PKK terör örgütü ve ulusalcılardır.
Bu kadar açık olan bir konu hakkında dahi kendi fikrimizi inşa edecek bir imkandan mahrum olan bizlerin bu sorunu sağlıklı bir zeminde ele alıp çözmesi kolay olmayacaktır. Zor da olsa bunu başarmak durumundayız...