Aşıların ve ilaçların Afrika'da denenmesi çok bilinen bir gerçek. Üstelik tamam güzel kızıyoruz da, ne yapıyoruz bu düzeni değiştirmek adına? Ne bir aşı üretebildiğimiz var ne bir tersine propagandaya çevirecek entelektüel kapasitemiz. Neyse ki bir Afrikalı futbolcu çıkıp bir üst seviyeye taşıdı tartışmayı. Peki nerede “Yeter artık!” diyecek Afrikalı siyasiler, bilim adamları, yazarlar?
Dr. Hatice Çolak / Yazar
Sayılara çok takılıyoruz artık. Faaliyet raporları hazırlıyoruz beylik. Rakamlarla,kocaman kocaman puntolarla döşüyoruz onları. Mesela diyoruz 467 su kuyusu açtık. Bunun etkisi nedir ruhumuzda, istatistikçilere veri sağlamak dışında? Oysa şimdi size tek bir kuyudan bahsedeceğim.Yıllar önce parasını çok efsanevi bir şekilde denkleştirip teslim ettiğimiz bir kuyudan. Türk Hava Yolları’nda çalışırken gönüllü bir grup arkadaşımız Nijer’de kuyu açmak için aylarca para toplamıştı. Mükemmeliyetçi bir ekipti. Yapmışken en iyisini yapmak istiyordu ve en iyisi demek de büyük para demekti. O rakama bir şekilde erişememiş ve topladıkları parayı ne yapacaklarını bilememişlerdi. Biz de Kazakistan’a gidecektik Kurban Bayramı’nda. Almatı’dakibir yetimhanenin haberini almıştık. Kurucusu Rabia Kadir’in çocukluk arkadaşı Amine Annemizdi. O da Altaylardan gelen bir Uygur Türkü idi ve ticari dehası Rabia Kadir’e çok benziyordu, idealistliği ve tutkusu, samimiyeti ve coşkusu da.
35 çocuklu Amine Anne
Amine Annemizin yetimhanesinde 35 çocuk vardı biz gittiğimizde. Ama yirmi yıldır yüzlercesi gelmiş geçmişti. Amine Anne bu işlere bodrum katındaki minicik evinde başlamıştı. Ama siz söyleyin, onlarca yetime nasıl baksın orada. Üstelik tam da en zor anında kocası da terk etmişti onu. Zaten çocukluğundan bu yana sürgün yollarında geçen bir ömrü vardı; yersiz yurtsuz, mülteci bir ömür. Annesi küçücük yaşta öldüğü için üç kardeşini kendisi büyütmüştü, çilenin biri bin para idi yani. Derken bir mucize olmuş, birisi tavuk çiftliğini bağışlamıştı ona. Birkaç yüz dönüm arazi ama bunlar tavuk değil ki.
Neyse uzun lafın kısası yıllar içinde Amine Anne konuşturmuştu yeteneklerini. Kampüste ilk atlar ve taylar karşılamıştı bizi.Kımızdan kanserin tedavi edildiği bir sanatoryum olarak işlev görüyordu zira artık eski tavuk çiftliği. Ama bir sıkıntısı vardı Amine Annemizin. Oralara hala su bağlamamıştı devlet. Bir dengesiz ve inatçı komşularının su kuyusundan su çekiyorlardı rica minnet. Huysuz adam bir izin veriyorsa bir vermiyordu. İşte bu noktada Allah buluşturdu yollarımızı Amine Anne ile. Artık nasıl bir yalvarış yakarıştı namazındaki bilmem, komşunun kaprisleri nerede tak etti o güzel canına meçhul ama Nijer ekibinin “Biz şimdi yaptıramayacağız, para beklemesin, başka yere yaptıralım” dediği su kuyusu birkaç hafta içinde Amine Anne ve yetimlerine nasip olmuştu.
“Artık komşunun karşısında eğilmeyeceğim” demişti tüm Uygur Türkleri gibi onurlu olan Amine Annemiz, sevinçle kabul ederken bağışı. “Biz çeşitli hesaplar yaparız… Ama Allah’ın hesabı en doğrusudur” diye de eklemişti.
İçimiz erimişti, erimiştik oracıkta.
İşte size bir su kuyusu öyküsü.
Yaptırılan her bir kuyunun, onarılan her bir duvarın, her bir minicik projenin altında ne öyküler var esasında. Hesapların ve sayıların çok ötesinde.
Dönüm noktası
Amine Anne benim hayatımdaki dönüm noktalarından biri idi. Onu görünce evet demiştim, ben de yaşlanınca böyle bir kadın olmak istiyorum.
Diğer yandan çocukluğumdan beri Afrika’ya aşıktım, bir gün gidebilmeyi hayal edip durmuştum. Sebebini tam bilmiyordum. Belgesellerden dolayı da olabilir, ezilenlerin yanında durmak için kanımda dolanıp duran isyan genimden dolayı da. Üniversite için Viyana’ya gittiğimde sınıfımdaki tüm Afrikalıları evime davet eder, trene bindiğimde vagonda bir Afrikalı görsem hemen gider yanına oturur, muhabbet geliştirmeye çalışırdım. Epeyce şapşal göründüğüme şüphe yok.
Çocukluğumdan beri kurup durduğum bir başka hayal de okyanus kıyısında bir evde yaşamaktı. Hayat bizi hayallerimize beklemediğimiz şekillerde hazırlıyor. Türk Hava Yolları’nda işe başladığımda Afrika’ya gitme hayalime artık çok yaklaşmıştım. Zanzibar’a gittiğimde ise okyanus kıyısında evler görmüştüm. Ve etrafta yoksul ama umut dolu pek çok çocuk. Her şey beni çağırıyordu adeta! Afrika, okyanus, insanlar… Zanzibar ruhuma işlemişti ilk görüşte.
Hayallerim işte oracıktaydı! Artık tek yapmam gereken pılımı pırtımı toplayıp göç etmekti. Evet şu sıralar böyle ruhu okşayan hikayelere çok ihtiyacımız var.
Ama bu yazı dizisi tatlı anılarla gönülleri eğlemek için kaleme alınmayacak. Burada bazı acı gerçeklerden ve bazı bal insanların bunları değiştirmek için attığı güzel adımlardan bahsedeceğiz. Her seferinde başka diyarlardan Amine annelerin öyküleriyle geleceğiz size. Meksika’daki Margarita Lopez ile Jakarta’dan Bu Didikne kadar benziyor diyeceksiniz okudukça, Malezya’dan Al-Attasile Endonezya’dan İskender, Hindistan’dan Subhash ile Bali’den Hardy ailesi…
Hepsini bize verdiği ilhamla yoğurarak ve size de ilham olmasını ümit ederek anlatacağız... Amacımız size dünyanın en güzel insanlarının ve bilhassa Afrika’nın selamını ulaştırmak,
…Zira iyilik bulaşıcıdır ve her güzellik bir selamla başlar.
Güzellik başa bela
Yeni Hayat (Cast Away) filmini izlediyseniz büyük bir kargo şirketinde sistem analisti olan Chuck Noland (Tom Hanks)’ı hatırlarsınız. Yoğunluğundan dolayı evlenmeye bile fırsat bulamayan karakter Noel gecesinde aldığı bir telefonla acilen Malezya’ya gitmesi gerektiğini öğreniyordu ve Güney Pasifik’te uçağı düşüyordu. Uyandığında kendini ıssız bir adada tek başına bulan karakterin artık uçsuz zaman ve mekânla imtihanı başlıyordu. İliklerine kadar özümsediği modern hayattan sonra bu ada onda büyük kırılmalara yol açacaktı elbette. Şu korona günlerinde pek çok kişinin onunla empati kurduğuna eminim.
Zanzibar Noland’ın adasından birazcık daha büyük. Ama hepi topu Düzce kadar bir yer.
Zengin tarihi, kültürü, sofrası, sanatı ile Afrika’nın en güzel adalarından biri.
Velakin… Güzelliği başına bela olanlardan. Nerdeyse bin yıldır sömürülüyor. Öyle ki kolonyalizm gidiyor, post koloniyalizm geliyor. Önceden Doğu Afrika’nın köle pazarıymış, şimdilerde Doğu Afrika’dan çocuk yaşta kızlar seks kölesi olarak getiriliyor. Nesiller geliyor gidiyor fakat düzen aynı...
Şu günlerde her yerde Fransız doktorun korona aşısını Afrikalılar üzerinde deneme teklifi konuşuluyor. Adam özür dilese de günah keçilerine bayılırız, vuruyoruz kahpeye. Bir yandan da vicdanen kendimizi onurlandırmayı ihmal etmiyoruz sosyal medyada birkaç post paylaşıp tabii. Oysaki aşıların ve ilaçların Afrika’da denenmesi çok bilinen bir gerçek. Üstelik tamam güzel kızıyoruz da, ne yapıyoruz bu düzeni değiştirmek adına? Ne bir aşı üretebildiğimiz var, ne bunu küresel boyutta,sömürünün her türünü sorgulatacak bir tersine propagandaya çevirecek entelektüel kapasitemiz. Neyse ki bir Afrikalı futbolcu çıkıp bir üst seviyeye taşıdı tartışmayı. Peki nerede bunu fırsata çevirip“Yeter artık!” diyecek Afrikalı siyasiler, bilim adamları, yazar çizerler?
Afrika’da bir dönüşüme vesile olmak isteyenin yapması gereken şey Afrikalı olmaktır. Ailece Zanzibar’a yerleştikten sonra bir süre Afrikalı olmaya çalıştık. Halkın arasına karıştık, ihtiyacı gözlemledik. Ve sonra bir gün bir mucize oldu ve halk bizden bir okul istedi. Çok sevindik, şeref duyduk. Çünkü bir proje, talep ediliyorsa anlamlıdır. Bu şerefe layık olmak istedik. Oturduk bir Afrika okulu hayal ettik. Afrika kültürel değerlerini kutup yıldızı olarak alan, dünyanın en yetkin entelektüel eğitim ekolleriyle harmanlayan ve nihayet önce Afrika’yı, sonra dünyayı değiştirmeye yeltenen, Afrika’nın ve sonra dünyanın birçok yerinde modellenebilecek harika bir okul. Gümbür gümbür bir Afrika nesli yetişsin bu okulda dedik. Kendiyle gurur duyan. Anlayan, araştıran, öğrenen, sevebilen bir nesil…
Hayal okul
Ve bu hayal okul için durmaksızın çalışıyoruz. Dünyada sayısız harika okul gezdik, Türkiye’den Filipinler’e, Hindistan‘tan Guatemala’ya, Malezya‘dan Bali’ye… Her birinden çok etkilendik, çok şey öğrendik. Bu okullara önümüzdeki yazılarda yer vereceğiz. Altı uluslararası mimar ile çizdik okulumuzun projesini, biri dedi sınıflarda ışık az, yıktık duvarları yeni camlar yaptık, biri dedi ağaç az, Endonezya’dan permakültür uzmanları getirdik. İki yıldır Türkiye’den gönüllü ustalar taşıyoruz minik bütçemizle harikalar çıkarmak için ortaya. Ama değiyor. Uluslararası spor alanları ve Mango ağaçları üzerindeki kütüphaneleri ile inanılmaz bir okul oldu okulumuz. Ve Cuma öğleden sonrayı saymazsak her gün bu okulda sabah 8 akşam 18 arası eğitimler gerçekleşiyor. Gelen gidenin haddi hesabı yok, içimizdeki sevincin de.
Hani diyor ya Konfüçyüs, “Karanlığa sövmeyi bırak, Allah aşkına kalk bir mum da sen yak!” Şimdi hadi toparlayalım.Amine Anne, bir gün bodrum katındaki dairesinde otururken içine yetim çocukların ateşi düştü, bir mum yaktı. Hayatını yeniden kurguladı ve yüzlerce yetimin hayatını kurtardı.
Sonra o hiçbir reklam kaygısı gütmeden, devletin su bile bağlamadığı bir kırsalda yetimleriyle hayatına devam ederken, Allah onu bize gösterdi. Hiç farkında bile olmadan bize ilham oldu. Biz karanlığa sövmeyi bırakıp mumumuzu yaktığımızda, annemizin öyküsünün bodrum katındaki dairesinde başlaması gibi, okulumuz sadece iki sınıftan ibaretti. Ve Amine anne, haberi bile olmadan, üç sene içerisinde, belki adını bile duymadığı Zanzibar adasında yüzlerce çocuğun hayal edemeyeceği bir eğitim almasına vesile oldu.
Diyeceğimiz şu ki…
O ki evlerimizde iyice bunaldık daraldık. Hayatlarımızın,en zengin, en ünlü, en güçlü (!) olsak bile, ne kadar kırılgan ve beklenmedik sürprizlere karşı ne kadar çaresiz olduğumuzu da biliyoruz artık. Şu halde hayatımızda yeni bir sayfa açalım mı? Bu biricik hikâyelerden esinlenip, minik minik mumlar yakıp, Korona sonrası küçük hayatlarımızda yeni bir dünya düzeni kuralım mı birlikte?