Kaşgarlı Mahmud; Kırgız, Yabaku ve Kıpçak gibi bazı boyların yemin ettiklerinde bir kılıcı yanlamasına önlerine koyduklarını ve “Gök girsin, kızıl çıksın”, yani “sözünde durmazsan kılıç kanına bulansın” dediklerini aktarır. Dede Korkut Hikâyeleri'nde de kılıç üzerine yemin edildiği, araya kılıç koyma ve kılıç altından geçmeye yer verildiği görülür.
Prof. Dr. Mustafa Öztürk / Mardin Artuklu Üniversitesi
Geçtiğimiz 30 Ağustos günüydü. Karacı Harbiyelilerin Diploma Alma ve Sancak Devir Teslim Töreni için her şey tamam, herkes hazırdı. Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan başta olmak üzere bütün protokol, köklü bir gelenekle gerçekleştirilen rutin işleyişi takip etmiş, konuşmalar yapılmış, her şey usulüne uygun biçimde icrâ edilmişti. Taze teğmenler, devletin en üst ricâlinin huzurunda diplomalarını almış, nihayetinde omuzlarına o tek yıldızlarını gururla takmışlardı. Artık herkes tayin edildiği kıtaya gitmeye hazırdı.
Fakat bu rutini bozan bir şey oldu. Dönem birincisi Teğmen Ebru Eroğlu, elinde havaya kaldırdığı yalın kılıcıyla alanın orta yerinde duruyor, etrafına halkalanmış bir grup arkadaşına hararetle bir şeyler söylüyor, diğerleri de gür bir sesle tekrar ediyordu: "Mustafa Kemal'in askerleriyiz! ... Karşılarında bizi bulacaklar! ... kılıçlarımız keskin ve hazır olacak! ..." Bu, düpedüz bir korsan yemindi. Üstelik askerî cunta bildirilerini çağrıştıran cinsten. Organize mi doğaçlama mı olduğu ilk bakışta anlaşılmayan bu manzarayla ilgili görüntüler, nasıl olduysa, şimşek hızıyla sosyal medyaya, oradan da ülke ve siyaset gündemine düştü.
Konuya kayıtsız kalınamazdı. Siyasetçiler, gazeteciler, analistler görüşleriyle konuyu tartıştılar; fakat sorun şuydu ki konu biraz muğlaktı, mahiyet pek anlaşılmamıştı. Bu yüzden beklenmedik yorumlar beklenmedik cenahlardan gelebiliyordu. Muhalif kanat, en başından teğmenlerin korsan yeminini sahiplendi. Özgür Özel, genç teğmenlerin "Mustafa Kemal'in askerleriyiz" diyerek meydan okurcasına kılıç çatmalarını olağan bulacak ve "Trikopis'in askerleriyiz, mi diyeceklerdi?" şeklinde tepki verecekti. Ak Parti sözcüsü Ömer Çelik de bu konu üzerinden ordunun yıpranmasına karşı çıkarak "Teğmenlere hakaret kabul edilemez" diyecekti. MHP lideri Bahçeli ise en başından beri "Genç subaylar rahatsız" manşetlerini hatırlatan bu disiplinsiz olaya temkinli yaklaşarak "Yeminin gayesi nedir? Buna kim ya da kimler karar vermiştir? Kanunla belirlenmiş yemini müteakiben mezun subayların bir bölümünün dile getirdikleri yemine ihtiyaç duyulmasının mana ve maksadı nasıl yorumlanmalıdır?" diyecekti. Konu, ülke gündeminde iki kutuplu bir tartışmanın malzemesi olma yolunda hızla ilerlerken MSB teğmenlerin kılıçlı yemini hakkında inceleme başlatacaktı.
Ordu üzerinden yapılan siyasi hesaplar
Tartışmalar, kimin ne tavır alacağını kestiremediği bir belirsizlik havasında devam ederken, Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan'ın beklenen değerlendirmeleri geldi. 21. İmam Hatipliler Kurultayı'nda konuşan Cumhurbaşkanı, meselenin genç Atatürksever teğmenlerin basit bir yemin tekrarından ibaret olmadığını ortaya koyacaktı:
Geçenlerde mezuniyet töreninde bazı istismarcılar ortaya çıkmak suretiyle kılıçlar çektiler. Bu kılıçları kime çekiyorsunuz? Bunlarla ilgili olarak gerekli bütün araştırmaların hepsi yapılıyor ve oradaki birkaç tane kendini bilmez, bunlar da temizlenecek. Ordumuz üzerinden siyasi hesap görülmesine müsaade etmeyiz.
Anlaşılan o ki, korsan yeminin üzerinden geçen süreçte meselenin mahiyeti anlaşılmış, suistimal emâreleri görülmüştü. Zira Cumhurbaşkanı'nın bu netlikte söylediği sözlerden bu anlam çıkıyor. Zaten aradan geçen süreçte konuyla ilgili bazı şüpheli ve şâibeli durumlar dile getiriliyordu. Bunlar, kimseyi peşinen suçlu ilan etmeye yetmese de, kulak ardı da edilmeyecek cinsten şâibeler barındırıyor. Mesela o yeminin Cumhurbaşkanı, yani Başkomutan'ın alandan ayrıldıktan sonra, arkasından yapılmış olmasına işaret edildi. Harbiye mezunlarının nerede ve nasıl yemin edecekleri yönergelerde belirtilmiş iken, bu şekildeki bir yeminin TSK açısından bir disiplinsizlik olduğuna vurgu yapıldı. Mezuniyet törenine görevli komutanların büyük kısmının katılmadığı ve töreni alay komutan yardımcısının idare ettiği yönünde iddialar gündeme geldi. Eğer doğruysa bu ne anlama geliyor? Sonra, tören alanına gazetecilerin girmesi yasak iken, gazetecilerin alana girerek görüntü aldıkları da söylendi. Bütün bu iddialar ortada iyi niyetten yoksun, organize bir eylem olduğunu imâ edecek bir tarzda ortaya atıldı.
Bir yönüyle gereksiz, diğer yönüyle de şâibeli görünen bu yemin meselesi, önümüzdeki günlerin sıcak gündem maddelerinden biri olacak gibi görünüyor; ama fırsat bu fırsat, hazır gündemde "kılıçla yemin etme" mevzusu dolaşıyorken, kültürümüzde kılıçla yemin etmeye dair bazı notlara göz atalım.
"Gök girsin, kızıl çıksın"
Tarih sahnesine çıktığından beri, kılıç denen nesneye ayrı bir sevgi ve müstesnâ bir değer veren Türkler, İslâm ile şereflendikten sonra da bu alakalarını devam ettirirler; zira "Cennet kılıçların gölgesi altındadır." Kahramanlığın, bağımsızlığın ve gücün simgesi kılıç, deyimlerden atasözlerine Türkçenin her köşe bucağında kendine bir yer bulmuştur. "Af husumetin kılıcıdır", "At binenin, kılıç kuşananın", "At şahlanır, kılıç kıvılcımlanır", "İki kılıç bir kına sığmaz" gibi atasözleri Türkçede kılıç üstüne üretilmiş sayısız atasözlerindendir. Kılıcının altından geçmek, kılıç artığı olmak, kılıcını arşa asmak ve kılıçtan saparı olmamak gibi sayısız deyim ise Türkçenin anlam kıvraklığının sağlayıcılarıdır.
Çin kaynakları, Hunların Gök Tanrı'yı temsil ettiğine inandıkları kılıç şeklindeki bir savaş mabuduna taptıklarını belirtir. Nitekim Hunlar'ın, yaptıkları bazı yemin törenlerinde gök ile birlikte kılıcı da şahit tuttukları kayıtlarda geçer.
Kaşgarlı Mahmud; Kırgız, Yabaku ve Kıpçak gibi bazı boyların yemin ettiklerinde bir kılıcı yanlamasına önlerine koyduklarını ve "Gök girsin, kızıl çıksın", yani "sözünde durmazsan kılıç kanına bulansın" dediklerini aktarır. Dede Korkut Hikâyeleri'nde de kılıç üzerine yemin edildiği, araya kılıç koyma ve kılıç altından geçmeye yer verildiği görülür.
Bizans üzerine birçok sefer düzenleyen Bulgar Han'ı Krımış Han, Bizans kralı ile bir barış müzâkeresi yaptığında, akınları durdurma ve otuz yıl boyunca sürecek bir barış için söz verdiğinde kılıcının üzerine yemin eder.
Pek çok Türk destanında kılıç üzerine veya kılıca dayalı şekilde yapılan yeminlere yer verilir. Seytek Destanı'nda Kıyaz, Kançoro'ya seslenerek kılıcı yalamak suretinde yemin etmeyi önerir. Kılıçları birbirine sürtme şekinde yemin edildiğine de rastlanır. Canıl Mirza Destanı'nda Akkoçkor, kardeşi Kankı ile kılıçlarını birbirine sürterek yemin ederler.
Demire yüklenen kutsallık
Eski Türk kültüründe kılıç gibi savaş malzemelerinin kutsal sayılıp yemin ritüellerinde kullanmasının sebebini demire yüklenen kutsallıkta aramak gerekir. Başka medeniyetlerin dilinde demirin "gök metali", "göksel şimşek" veya "gök-ateş" gibi isimlerle anılmış olması, demirin başka milletlerce de kutsallaştırıldığını gösterir. Bu isimlendirmelerde demirin gökselliğine vurgu yapılması dikkat çekicidir. Tarihte ilk defa işlenen demirin dünyaya düşen meteorlardan elde edilmesinin bununla ilgisi olmalıdır. Bozkır Türkleri açısından bu dünyaya ait olmayıp gökten gelen demir, aynı zamanda kötü ruhların kovucusudur. Bu nedenle şamanın, insanları iyileştirmek için kötü ruhlarla yaptığı mücadelede kılıç gibi demir aletler kullanılır. Demir işleme sanatına ilk defa gökten düşen meteor demiri ile başlayan bozkır Türkleri, gökyüzünü Tanrı'nın mekânı olarak kabul ederler. Bu durumda demir ve demirden yapılan kılıç, Tanrı'nın bahşettiği bir nesne konumuna kendiliğinden yükselmiş olur.
Türklerin kılıca duydukları ilgi veya atfettikleri kutsallık, İslâmiyet'e geçtikten sonra da ona yeni yeni anlamlar yükleyerek devam eder. Müslüman Türklerin kurdukları devletlerin hâkimiyet sembolü olan kılıç; devleti, gücü ve iktidarı simgelediğinden bir gelenek olarak padişahlar tahta oturduğunda "kılıç alayı" denilen kılıç kuşanma merasimlerinin baş rolündedir. Osmanlı'da tahta oturan sultanın Eyyub el-Ensari hazretlerinin türbesinde kılıç kuşandığı son kılıç alayı, Sultan Vahdeddin için düzenlenir.
Yedi asırlık gelenek
Osmanlı tarihi boyunca kılıçla fethedilen şehirlerde en az bir camide imamın Cuma hutbesine çıkıp hutbeyi bir kılıca dayanarak irâd etmesi gelenektendi. Günümüzde de uygulanan bu köklü gelenek, tarih bilmez bazı zevât tarafından Diyanet İşleri Başkanlığı'na veya manevi değerlere saldırının malzemesi hâline getirilse de yüzyıllardır fetihlerin sembolü olarak uygulanan bir ritüel. Edirne'de 609 yıldır, Bandırma Edincik'te 621 yıldır, Kastamonu'da 746 yıldır, Çanakkale'nin Gelibolu ilçesinde 709 yıldır bu geleneğe kararlı bir şekilde devam ediliyor.
Ateşli silahların icat edilmesiyle de değerinden hiçbir şey kaybetmeyen kılıç, özellikle 19. yüzyıldan bu yana orduda rütbeyi gösteren bir simgeye dönüşür. Günümüzde er, uzman çavuş ve astsubaylara verilmeyen kılıç, yalnızca subaylığa mahsustur. Kılıç, 20. yüzyılın başından itibaren askerî törenlerde kullanılmaya başlanmasıyla askerî bir sembole dönüşür.
Başa dönecek olursak; genç teğmenlerin, disiplinsizlik olarak kabul edileceğini bile bile 2016'dan beri yönetmelikle uygulamadan kaldırılmış o korsan yemin törenini doğaçlama bir biçimde mi yaptıkları, yoksa bazı iddialarda dile getirildiği gibi, başka bir amaçla mı yaptıklarını önümüzdeki süreçte göreceğiz. Hele hele Cumhurbaşkanı Erdoğan'ın o kararlılıktaki sözlerinden sonra.