İklim değişikliği, ekosistemlerin yok olması ve doğal kaynakların tükenmesi gibi sorunlar artık hayatımızın bir parçası. Belgeselciler de son yıllarda çevresel sorunlarla daha fazla ilgilenmeye başladı. Bunun birçok sebebi var. En önemli sebep, doğayla aramıza koyduğumuz derin mesafenin bizi korkutması ve doğanın gücüne karşı duyduğumuz tedirginlik.
Filiz Zengin/ tv4 Kanal Koordinatörü
Son yıllarda belgesel ve televizyon dünyası çevresel sorunlarla daha fazla ilgilenmeye başladı. Bunun birçok sebebi var. Bence en önemli sebep, doğayla aramıza koyduğumuz derin mesafenin bizi korkutması ve doğanın gücüne karşı duyduğumuz tedirginlik. Hepimiz biliyoruz ki verdiğimiz tahribatı geri döndürmek çok zor. İklim değişikliği, ekosistemlerin yok olması ve doğal kaynakların tükenmesi gibi sorunlar artık hayatımızın bir parçası. Ben de son yıllarda izlediğim eğitici ve farkındalık artıran bazı belgeselleri sizinle paylaşmak istedim. Neler öğrendiğime şaşıracaksınız.
Buy Now! Belgeseli son günlerde benim arkadaş çevremde çok popüler. Herkes birbirine izlemesini salık veriyor. Film, ünlü bir markanın satış sorumlusuna yöneltilen 'Ürünler satıldıktan sonra ne oluyor hiç düşündünüz mü?' sorusuyla başlıyor.
Cevap yok.
Evet, onca ürün üretiliyor, satılıyor, kullanılıyor, atılıyor, ya sonra...
Her şey Amazon'un 'Şimdi tek tıkla al' sloganıyla başlamış. Sistem ihtiyacımızdan fazlasını en kısa sürede almamız için bilinçli olarak tasarlanmış. Ve bugün GAP yılda 12 bin, H&M 25 bir, ZARA 36 bin, SHEIN 1 milyon 300 bin yeni model üretiyor.
Her dakika 190 bin giyim ürünü, her saat 2 milyon 500 bin ayakkabı ve her saniye 12 ton plastik üretildiğini hayal edin. Sığdırabiliyor musunuz hayalinize? Ama bu rakamlar hayal değil.
Eski Apple çalışanı Nirav Patel, dünya genelinde her gün yaklaşık 13 milyon telefonun çöpe atıldığından bahsediyor ve bu çer çöp değil kimyasal atık.
İsrafın nasıl başladığına dair çok ilginç bir hikâye ise şöyle; 1925 yılında ampul üreticileri üretimi artırmak için ampullerin kullanım sürelerini kısaltıyor. Bunun adına da 'planlı eskitme' diyorlar. Mükemmel bir masumlaştırma taktiği değil mi? İki kez yıkayınca paçavra olan elbiseler gibi. 'Planlı eskitme' taktiğini en iyi Apple uyguluyor. Telefonunu yenilemezsen 3-5 model sonra çalışmaması sürpriz değil.
Üreticilerin masum yalanları arasında geri dönüşüm aldatmacası da var. Üzerinde geri dönüşüm etiketi olan ürünlerin birçoğu geri dönüşmüyor. Sadece tüketicinin iyi hissetmesi için bu etiketlerin konulduğu söyleniyor belgeselde.
Eski çalışanlar, Apple, Amazon, Unilever ve Adidas'ta aldatma düzeninin nasıl başladığını ve işlediğini tüm ayrıntılarıyla anlatıyor. Yarattıkları çer çöp, kimyasal atık ise dünyayı doldurmaya devam ediyor.
İzlediğim en iyi belgesellerden biri My Octopus Teacher/ Ahtapot Öğretmenim. Oscar ödülü sahibi bu yapım dalgıç Craig Foster'ın vahşi bir ahtapotla kurduğu sıra dışı dostluğu anlatıyor. Bu dostluk ve ahtapotun ona öğrettikleri film yapımcısı da olan dalgıcın içten anlatımıyla sunuluyor. Çektiği görüntülerle de desteklenen bu masalsı anlatım su altında harika bir maceraya dönüşüyor.
Ahtapot Öğretmenim, Güney Afrika'da orta yaş krizi nedeniyle depresyonda olan ve ailesinden uzaklaşan Craig Foster'ı konu alıyor. Foster, bu halinden kurtulmak için kendine okyanusta bir oyun alanı yaratıyor. Ve bir gün sadece bir yıl ömrü olan bir ahtapotla tanışıyor. Günbegün onunla olan yakınlaşmasını kaydediyor. İnsanın doğayla ortak paydada buluştuğu o inanılmaz anlar muhteşem hissettiriyor. Ahtapotumuz pijama köpekbalıklarına karşı kendini savunurken nasıl yaratıcı bir karaktere sahip olduğu ortaya çıkıyor. Kısa bir ömrü olan bu yumuşakça çiftleştikten sonra yumurtalarının çatladığı güne kadar kendi bedeniyle yavrularını besleyip ve sonunda neslinin sürmesi için kendini feda ediyor.
Foster, kendini sıradan bir ahtapotun büyüsünün içinde bulurken, yıllarca doğanın gücüne kör kaldığını fark ediyor. Bu farkındalık ona kendi içindeki gücü hatırlatıyor. Bu olağandışı karşılaşmanın Craig Foster'daki değişime katkısı film boyunca hissediliyor.
Listemdeki bir diğer çevre belgeseli '2040'.
'Dünya bizim ortak yuvamız, aslında onu gelecek nesillerden kiraladık'.
Damon Gameau, bir baba olarak 4 yaşındaki kızına gelecekte daha yaşanabilir bir dünya bırakmak için sanayi devrimiyle birlikte artan karbondioksit miktarını azaltacak çözümler bulmaya karar veriyor. Bu amaçla bir yolculuğa çıkıyor. Yolculuğuna çıkarken, kendisine bir yol haritası oluşturması açısından kızıyla geleceği paylaşacak nesle de danışıyor. Çocukların 'daha çok kucaklaşma', 'eşit gelir dağılımı', 'daha fazla çiçek ve ağaç', 'silahsız bir dünya', 'temiz bir okyanus', 'ışınlanma' ve 'elektrikli araba' gibi istekleri var.
En derin dileklerden biri ise şu:
"Geleceğin iyi olmasını istiyorum"
Avustralyalı aktör Damon Gameau'nun sevimli kişiliğini bir kenara bırakırsanız, "2040" belgeseli iklim krizine yeni yaratıcı çözümler sunuyor. Kızı için umut verici bir gelecek hayal etmesi ise cesaret verici. O buna "gerçeğe dayalı rüya görmek" diyor.
Gerçeğe dayalı gördüğü rüyaların bazılarını not ettim, sizinle paylaşmak istiyorum.
Damon'un yolu alternatif enerji teknolojilerini araştırmak için Bangladeş'e düşüyor. Dünyanın en büyük güneş enerjili ev sistemi burada, kırsal kesimlerdeki 5 milyon ev güneş enerjisi kullanmakta. Damon, çevreye zarar vermeden bireysel ve paylaşılabilir enerji üretilebileceğini görüyor.
Bir diğer rüyası sürücüsüz ortak paylaşımlı araçlar. Araba sahibi olmak yerine ortak kullanımlı sürücüsüz araçları öneriyor. 2040 yılında, mevcut rakama 1 milyondan fazla araç eklenecek. Aslında bu kadar araca gerçekten ihtiyacımız olup olmadığını sorguluyor. Araçlar, gerçekten ihtiyacımızdan çok bağımsızlık ve özgürlük sembolü olarak gösteriliyor. Bunun sorumlusu ise reklamcılık değil mi?
Yeni tüketim alışkanlıklarıyla yeni bir nesil ve kız çocuklarının eşit eğitim hakkına sahip olmaları diğer rüyaları arasında.
Seaspiracy, izlememiz gereken çevre filmleri listemdeki son film, ancak kesinlikle en az önemli olanı değil.
'Okyanuslarla savaş halindeyiz ve kazanırsak her şeyi kaybedeceğiz.'
Seaspiracy'i izlerken insanların deniz yaşamını nasıl tahrip ettiğine daha da şaşırdım. Uzun yıllardır küresel ısınma ve plastik atıklarla ilişkilendirilen birçok sorunun, ticari balıkçılık endüstrisinin etkisiyle olduğu cesurca gözler önüne seriliyor. Dünya genelinde her yıl okyanuslardan 2,7 trilyon balık avlanıyor ve dünya okyanusları 2048 yılına kadar "neredeyse boş" kalacak; bu belgeselin tahmini, deniz biyoloğu Dr. Sylvia Alice Earle'ün araştırmasıyla da destekleniyor.
Belgeselde her yıl 300 binden fazla balina ve yunusun hedef dışı av nedeniyle öldürüldüğü belirtiliyor. Japonya'da balık stoklarını azalttığı düşünülen yunusların acımasızca öldürüldüğü görüntüler yürek burkuyor. Yunus ve balinaların yok oluşunun sisteme vereceği zarar ise inanılmaz. Yunuslar ve balinalar yüzeye çıkıp nefes aldıklarında, fitoplankton adı verilen okyanus bitkisini besliyorlar. Bu bitkiler, Amazon ormanlarından dört kat daha fazla karbondioksit emerek ihtiyacımız olan oksijenin yüzde 85'ini üretiyor.
Bilim insanları, belgeselde küresel ısınmaya bağlı olarak mercanların yok olmasının mümkün olmadığını aslında balıkların aşırı avlanmasından kaynaklandığını belirtiyor. Çünkü mercanlar, balık dışkılarıyla besleniyor.
Seaspiracy, okyanuslarımız için en büyük tehditlerden birinin plastik pipetler değil, balık ağları olduğunu belirtiyor; çünkü plastik pipetler okyanuslara giren plastiklerin yalnızca yüzde 0,03'ünü oluşturuyor. Büyük Pasifik Çöp Adası'nın 1,5 milyon kilometrekare büyüklüğünde olduğunu göz önünde bulundurursak, okyanuslarımızda bırakılan bu kadar çok balık ağı gerçekten şaşırtıcı bir miktar ve bundan kimse bahsetmiyor.
Exeter Üniversitesi Deniz Koruma profesörü Callum Roberts şöyle diyor: "Meksika Körfezi'ndeki balıkçılık endüstrisi, Deepwater Horizon petrol sızıntısının aylar içinde yaptığından daha fazla hayvanı bir günde yok ediyor."
Yani ticari balıkçılık petrol sızıntısından daha tehlikeli. Çözüm denizlerin ticari balıkçılığa büyük oranda kapatılması.
Ve bizim yapabileceğimiz en ahlaki şey ise balık tüketmemek...