Milletin iyi ile kötüyü ayırma kabiliyeti olmadığına inanan İttihat ve Terakki zihniyeti, silah zoruyla da olsa toplumun yönetilmesi gerektiğini düşünür ve milleti bir sürü olarak görür.
Murat Çetin / Yazar
Dünyanın 3 kıtasına yayılmış Osmanlı topraklarının, parçalanmasının bir numaralı müsebbibidir İttihat ve Terakki. Koskoca Osmanlı'nın küçük toprak parçalarına bölünmesi ve yutulması için kolay lokmalar haline getirilmesini sağlayan İttihat ve Terakki, Siyonist güçlerin emellerine hizmet etmiştir. Muhteşem dehayla Osmanlı'yı 33 yıl boyunca ayakta tutan Sultan Abdülhamid Han'ı "Kahrolsun istibdat yaşasın hürriyet" sloganlarıyla tahttan indiren İttihat ve Terakki oluşumu, günümüzde de çeşitli isimlerle varlığını sürdürmektedir.
Kolay ezberlenen slogan
Hak, hukuk, adalet, özgürlük ve eşitlik gibi hamasi sözlerle ortaya çıkan bu oluşumlar, kimi zaman bir kişinin, kimi zaman bir derneğin veya vakfın, kimi zaman da bir partinin adıyla yer bulmuştur toplumda. Çabucak ezberlenip, dillere pelesenk olabilecek sloganlarla ortaya çıkan bu zevat, toplumun istiklali ve istikbali adına olumlu herhangi bir projeye de imza atmamıştır. Bugünkü yazımızda İttihat ve Terakki Cemiyeti'nin kuruluşu, palazlanması ve sonuç olarak Osmanlı'yı parçalamasını anlatmaya gayret ettik. Siyonistler tarafından kurulmamış olsa da, daha sonraları onlara hizmet etmekten imtina etmeyen bir grup vardı. "Jön Türkler" olarak anılan bu oluşum, 19. yüzyılın son çeyreğinde ortaya çıkmıştı. Uzun müddet Osmanlı topraklarında yetişmiş, devlet idaresine karşı gelmiş ve yabancılar tarafından yönlendirilmiş ihtilalcilerin buluşma noktası olmuştu.
Milliyetçilikten ziyade Osmanlıcılık kavramını savunan ve azınlık hakları üzerinde çalışmalar yapan gruba "Yeni Osmanlılar" ve "Genç Türkler" de denildi. Avrupalıların onlara verdikleri Fransızca "Jeunes Turcs" ismiyle meşhur oldular. Avrupa'nın çeşitli ülkelerine dağılmış Jön-Türkler, Osmanlı tahtındaki Sultan Abdülhamid Han'a muhalefeti meziyet olarak benimsemişti. Sultan'ı tahttan indirmek için her yolu mubah gören bir zihniyete sahip olan Jön-Türkler, kendilerine verilen desteğin önüne-sonuna bakmadan hareket eden bir güruhtu. Dünden bugüne dünyayı yönetme sevdasından bir dirhem taviz vermeyen Siyonistlerin, Jön-Türkler'i kullanması zor olmamıştı. Jön-Türkler'in eliyle Siyonistlerin kurdurduğu cemiyetin adı İttihat ve Terakki'dir. Günümüz Türkçesiyle "Birlik ve ilerleme derneği" manasına gelen İttihat ve Terakki Cemiyeti'nin temeli İstanbul'un Askeri Tıbbiyesi'nde, 1893 yılında atılmıştır. Dr. Abdullah Cevdet, Dr. İshak Sükuti, Şerafettin Mağdumi ve İbrahim Temo gibi isimler, İttihat ve Terakki'nin kurucuları arasındadır. Ayrıca bu cemiyet, Türkiye'de kurulan ilk siyasi parti olarak da bilinir. İttihad-ı Osmani olarak 21 Mart 1889 tarihinde gizli olarak kurulan bu cemiyet, daha sonra İttihat ve Terakki Cemiyeti adını alarak yoluna devam etmiştir. Cemiyet kurulurken İtalyan Carbonari Teşkilatı örnek alınmıştır.
'İstibdada direnmek'
İttihat ve Terakki Cemiyeti'nin başlıca amaçlarını sıralayacak olursak, "Meşrutiyet yönetiminin yürürlükte kalmasını sağlamak", "Eşitlik, özgürlük, can ve mal güvenliğini önemseyen yönetim şeklinin kurulması için çalışmak" ve "İstibdada direnmek" diyebiliriz. Elbette bunlar görünen amaçları. Gizli amaçları ise daha sonra ortaya çıkacaktır. İttihat ve Terakki, kısa sürede büyüyerek ülke geneline yayılmıştır. Özellikle Paris ve Kahire'de cemiyet adına yayın yapanların arasında askeri öğrenciler, memurlar ve subaylar da vardı. Yayınların akabinde İstanbul yönetimi harekete geçmiş, soruşturma başlatmış ve birçok isim tutuklanmıştı. Bunlardan bir kısmı sürgüne gönderilmiş, bir kısmı da hapsedilmişti.
Meşrutiyetin ilanından sonra ülkede parti kavgaları gündeme gelmiş, zamanla iç karışıklıklar baş göstermişti. En büyük karışıklık ise tarihe 31 Mart Vak'ası olarak tarihe geçen ayaklanmaydı. (12-13 Nisan 1909) Bu ayaklanmayı fırsat bilen İttihat ve Terakki'nin Balkanlar'da oluşturduğu Hareket Ordusu 14 Nisan 1909 günü Hareket Ordusu yola çıktı. Hareket Ordusu'nda Arnavut, Bulgar, Rum, Sırp, Makedon vb. milletlerden oluşan gönüllü birlikleri (!) bulunuyordu. Gönüllüleri idare edenler arasında Sandanski, Paniça, Çirçis, Kapitan Keta, Krayko gibi Meşrutiyet'ten önce devleti Balkanlar'da uğraştıran çete reisleri yanında Resneli Niyâzi, Eyüp Sabri gibi önde gelen Meşrutiyetçiler de bulunuyordu. İstanbul kapılarından içeri girdiği anda kıyım ve yıkım başlamış oldu. Çatışmalarda Hareket Ordusu'ndan 49 kişi öldü, 82 kişi yaralandı İstanbul'daki Taşkışla, Davut Paşa ve Taksim (Bugünkü Gezi Parkı) kışlalarında bulunan onlarca asker katledildi. Hareket Ordusu'nun çapulcuları, Yıldız Sarayı'nı basıp milyonlarla ifade edilen ziynet eşyasını ve parayı yağmalamış, sarayda tahribata yol açmışlardı. Sonraki aşamada yapılan yargılamalarla 70 kişi idam edilmiş, yüzlerce kişi de hapis ve sürgüne mahkumiyete layık görülmüştü.
Çapulcu sürüsü, İstanbul'a gelmiş, ayaklanmayı sözde bastırmıştı. İttihat ve Terakki'nin sözde ordusunun ikinci icraatı hükümetin değişmesini sağlamak oldu. Böylece, Osmanlı Devleti, Talat, Enver ve Cemal paşaların eline kalmıştı. Hareket Ordusu'nun İstanbul'da tamamen hâkim olmasıyla birlikte, Sultan Abdülhamid Han'ın, tahttan indirilmesi konusu gündeme geldi. Kendisini güvende hisseden Meclis-i Mebusan 25 Nisan'da Ayasofya yakınındaki kendi binasına geri döndü ve 27 Nisan 1909'da bu konuyu görüşmek üzere toplandı. Sultan Abdülhamit'in hilafet ve tahttan indirilmesi oy birliğiyle kabul edildi. Abdülhamit'in yerine kardeşi Veliaht Mehmet Reşat Efendi'yi getiren Meclis, bu kararı Abdülhamit'e bildirmek üzere dört kişilik bir kurul oluşturdu. Abdülhamit, Selanik'te sürgüne gönderildi. İttihat ve Terakki Fırkası, Anayasanın kabul edilip İkinci Meşrutiyet'in ilanıyla birlikte iktidarı denetleyen bir siyasî parti halini almış; 1913 yılındaki Bâb-ı Âli Baskını'ndan sonra ise yönetimde hakim olmuş, kendini feshettiği 1918 yılına kadar da ülkeyi yönetmiştir. Bâb-ı Âli Baskını, 23 Ocak 1913'te Hürriyet Kahramanı (!) Enver ve meşhur İttihatçı Talat'ın başını çektiği bir grup tarafından hükûmet binası olan Bâb-ı Âli'nin basılmasıyla yapılan askeri darbedir. Bu baskın sırasında Harbiye Nazırı Nazım Paşa katledilmiş, Sadrazam Kamil Paşa'ya zorla istifa mektubu imzalatılmıştır. Darbe sonrasında Mahmud Şevket Paşa Hükümeti kurulmuş ve İttihat ve Terakki Partisi yönetime hakim hale gelmiştir.
Osmanlı'nın harbe girişi
Osmânlı Devleti, 2 Ağustos 1914'te Almanya ile İttifak Devletleri safında yer almak üzere gizli bir antlaşma imzalamış "silahlı tarafsızlık" ilan etmiştir. Buna rağmen Akdeniz'de İngiliz Donanması önünden kaçan Alman Goeben muharebe gemisi ile Breslau ağır kruvazörü, Çanakkale'den Marmara'ya buyur edilmişti. Amiral Souchon komutasındaki bu iki savaş gemisinin Osmanlı sularına kabulü Enver Paşa'nın emriyle olmuştur. Osmanlı Devleti'nin bu gemileri Almanya'dan satın aldığını açıklaması ve gemilere Yavuz ve Midilli isimlerinin verilmesi de İttihat ve Terakki'nin başındakilerin işidir. Gemilerdeki Alman mürettebatın Osmanlı Donanmasına ait subay ve erat üniformaları giyerek vazifelerini sürdürmeleri, Amiral Souchon'un Osmanlı Donanması Komutanlığı'na getirilmesi ise İngilizler ve müttefiklerini iknaya yetmemişti. Her şey halledilmiş gibi görünürken, söz konusu gemiler Karadeniz'e açılmış ve Rus limanını bombalamıştı. Böylece Osmanlı Devleti Birinci Dünya Savaşı'na girmiş oldu. 15. Kolordu'ya Alman General Weber'in tayini, 3. Tümen Kumkale Bölgesi'ne Komutan olarak Albay Nicolai'ın getirilmesi, 1. Ordu Komutanlığı Alman Danışma Kurulu Başkanı Alman Yahudisi Mareşal Liman Von Sanders'in yeni teşkîl edilen ve bölgeyi savunmakla vazifeli 5. Ordu Komutanlığına tayini ve dolayısıyla bölgenin savunmasından sorumlu olan 3. Kolordu'nun da Alman Mareşalin emrine girmesi, üstelik bunu da Alman İmparatorluğu'nun talep etmesi de milletin sinesinde ayrı bir yara olarak kaldı. Bunlar savaş sırasında hazmedilse de, savaş sonrasında milletin sinesinde bir ukde idi. Öte yandan İtilaf Devletlerinin önde gelen bir ismi İngiliz Bahriye Nâzırı Sir Winston Leonard Spencer-Churchill de bir Yahudi'dir. Savaşın her iki cenahının başları Yahudiler ve Masonlar teşkil edilmiş olması, dikkatli gözlerden kaçmaması gereken bir husustur. Yahudiler ve Mason biraderleri tarafından çıkarılan bir dünya savaşı ve sonrasında milyonlarca ceset, Siyonist zihniyetin ürünüdür. Hem bütün milletlerden intikam aldılar hem de "Yeni Dünya Düzeni"ni uygulamaya koydular. Hangi millete nasıl bir rol biçmişlerse, bunlar teker teker tahakkuk etmiş ve yaşanmaktadır. Sonuç itibâriyle İttihat ve Terakki yüzünden başta tüm Balkanlar olmak üzere, Asya ve Afrika'daki topraklar kaybedildi. 700 bin Osmânlı askeri ve 6 buçuk milyon sivil şehit edildi.
Osmanlı Devleti'nin dağılmasında büyük gayreti olan İttihat ve Terakki, Birinci Dünya Savaşı'ndan sonra birden bire ortadan kaybolmadı. Artıkları, Türkiye Cumhuriyeti'nin kuruluşundan bugüne kadar var oldu. İsimleri değişse de, millete, dine ve dindara bakışları ve davranışları değişmez. Her zaman düşman olmuşlardır. Milletin iyi ile kötüyü ayırma kabiliyeti olmadığına inanan bu grup, silah zoruyla da olsa toplumun yönetilmesi gerektiğini düşünür ve milleti bir sürü olarak görür. Milletimizin başına bela olmuş zihniyet, varlığını bugüne kadar sürdürmüştür. 31 Mart Vak'ası ve Bâb-ı Âli Baskı gibi olayların gelişmesi ve sonuçlarına bakınca İttihat ve Terakki'nin halen yaşadığını, halen bu milletin arasında habis ur gibi dolaştığını görebilirsiniz.