Itri, Chopin, ti sesi ve Kafkasya dağlarında açan çiçekler

Av. İsmail Küçükkılınç / Yazar
13.03.2021

ABD Başkanı oğul Bush'un ülkemizi ziyareti esnasında duyduğu ve memnuniyetini ifade ederek "saygı duruşu kültürümüz Türkiye'ye kadar ulaşmış" mealinde sözler sarf ettiği "ti sesi" artık cenaze marşı gibi tamamen gündemimizden çıkması şart olan, eski Türkiye telakkisinin kompleks tezahürü yanlışlarındandır.


Itri, Chopin, ti sesi ve Kafkasya dağlarında açan çiçekler

Av. İsmail Küçükkılınç / Yazar

Marş, ölçülü yürüyüşlerde kullanılan sözlü veya sözsüz müzik çeşididir. Marş çeşitlerinin başlıcaları asker, okul, gençlik, yürüyüş, bayrak, opera, düğün, matem ve cenazedir. Askerî marş çeşitlerinden ilk akla gelenlerse Geçit marşı, Hücum marşı, süvari marşı ve sancak marşıdır.[Batılı]cenaze marşları sonatlardır (sözsüz bestelerdir). Kısaca marş, esasen yürüyüşle birlikte çalınan, çoğu çeşidi ayakta dinlenen, sözlü ya da sözsüz merasim ve ihtiram müziğidir.

Türklerde marş denilince anlaşılan, akla gelen yegâne şey askerî musıkî ve mehterdir. Etem Üngör, Türk Marşları unvanlı eserinde kaynaklara istinaden mühim bilgiler vermektedir. Türklerde Askerî musıkî, Göktürk kitabelerinden beri bilinmektedir. Kaşgarlı Mahmud'un Divanu Lügati't-Türk'ünde Türklerin savaşlarda muskî kullandığı, davul ve borular çaldığı yazılıdır. Selçuklular devrinde askerî musıkî teşkilatlanmış, Anadolu Selçuklu hükümdarlarından II. Gıyaseddin Mesud, Ertuğrul Gazi'nin oğlu Osman Bey'e ferman yanında tuğ, bayrak, zil, boru, davul ve nakkare[bir çeşit vurmalı saz]de göndermiştir.

Başlangıcı bilinmiyor

Osmanlı'daki askerî musıkî olarak mehter teşkilatının başlangıç tarihi tam olarak tespit edilememekle birlikte bunu Yeniçeriliğin teşkilatlanma tarihine bağlamak makul olacaktır. Genelde 16. yüzyıl sonrası için kayıtlar mevcuttur. Evliya Çelebi Budin ile ilgili olarak şunları yazmaktadır: "Her gece ba'de'l-ışâ[akşamdan sonra]bu Budin sarayı kurbündeki[yakınındaki]mehterhane kulesinde dokuz kat mehterhane-i Osmanî nevbet vurup her gece iki bin adet neferat ta be sabah paspanlık ederler".

Peçevî tarihinde de Mohaç Meydan Muharebesi anlatılırken "Türk askeri yaklaştı ve iki canipten kösler çalınıp çeng-i harbîler çalındı ve iki asker birbirine dokuştular ve karıştılar" denilmektedir.

Evliya Çelebi, 1670 tarihinde bizzat şahit olduğu Osmanlı askerlerinin Manya yalılarına[Messina bölgesi olmalı]doğru ilerleyişlerini de şöyle anlatmaktadır: "Yedi yerden sancak beyleri tabl[bir çeşit davul], kudüm, çeng-i harbîlerini döverek dağlar ve beller inil inil inleyerek çatal fitillerin râyihaları cihanı tutarak leb-i derya ile..".

Değişik usul ve makam kullanan mehter takımları sadece padişah yanında mevcut değildi. Sancak beylerinin, vezirlerin, sadrazamların ve şehzadelerin de mehterleri vardı ancak bunlar daha az katlı idi. Takımdaki sazların sayısına göre de katları artardı. Mesela Dokuz Katlı Mehter denildiğinde zil, nakkare, zurna, tabl ve borunun her birinden dokuz adet bulunması anlaşılır. Bu durumda 9 katlı mehter, 1 Zurnazenbaşı+8 Zurnazen, 1 Zilcibaşı+8 Zilzen, 1Nakkarecibaşı+8 Nakkareci, 1 Borucubaşı+8 Borucu, 1 Tablcıbaşı+8 Tablcı, 1 Başçavuş+8 Nefer olmak üzere 54 kişiden müteşekkildi.

Harp duasının etkisi

Mehter duası hele de harp duası[Cenk Gülbankı]çok etkileyicidir ki kendileri etkilenmeyen mehterin savaşçıları etkilemesi de sözkonusu olamazdı.

Harplerde, bilhassa da Niğbolu, Kosova, Mercidabık ve Çaldıran'da büyük rol oynayan ve Yeniçeriliğin bir sınıfı tarafından idare edilen Mehter Teşkilatı, Yeniçeriliğin kaderine tabi olmuş ve II. Mahmud tarafından kaldırılmıştır; yerine Askerî Bando kurulmuştur.

Mehterin orijinal yürüyüşü sadece bize hastır ve dünyada başka bir örneği de yoktur. Yürüyüşe sağ ayakla başlanır, üç adım atılır, dördüncü de durulur. Her saz çalan grubun başına "Ağa", davulcu başına "Baş Mehter Ağa", bütün mehter başına da "Mehter Başı Ağa" denilmiştir.

Askerî mehter yanında esnaf mehterleri de bulunmaktaydı. Ancak bunlar kadrolu ve maaşlı olmadıkları gibi yalnız savaş döneminde askerî birliklere dahil olur, barış dönemlerinde de eğlencelerde iş görürlerdi.

Osmanlı askerlerini teşcî eden mehter, Avrupalı bestekârları da tesirine almış, teshir etmiş ve Mozart ve Beethoven gibi isimler birer Türk Marşı bestelemişlerdir. Kanaatimizce Beethoven'ın bestesi hızlı çalındığında Osmanlı askerlerinin hücum anını daha iyi tebarüz ettirir gibidir. Bu tesir, kendisini Rusya öncesi rakibimiz olan Avusturya Sarayı'nda da göstermiş, 1754-65 seneleri arasında Viyana Orkestrasını idare eden Gluck mehter musikisi eserleri icra ettirmiş, mesela Türk zillerini operalarında kullanmıştır. Sosyal medya paylaşımlarında Macaristan'da mehter bestelerine ulaşıldığı bilgileri dolaşımdadır ve bu mümkündür çünkü Osmanlı Budin'i iki asır idare etmiştir.

En eski mehter notaları Ali Ufkî'nin[Leh asıllı Albert Bobovsky]Mecmua-i Saz ü Söz ile Dimitri Kantemir'in Kantemiroğlu Edvarı'nda ve bazı eserlerde yer almaktadır. Her ne kadar Evliya Çelebi Seyahatnamesi, Hekimbaşı Abdülaziz Efendi Mecmuası ve Nicolas Bessaraboff gibi kaynaklarda mehterlerin Nakış ve Murabba besteler ile ilahî ve hamasî türküler söyledikleri de yazılıysa da bunlar notasızlık sebebiyle günümüze kadar ulaşamamıştır.

Solakzade Tarihi ile meşhur olan Solakzade en meşhur mehter bestekârlarındandır ve Mıskâl/Mûsikâr denilen nefesli çalgının da mucidi ve en iyi icracısıdır.

Donizetti dönemi

Yeniçeriliğin ilgasından sonra haliyle mehterhane de kapatılmış, 1827'te faaliyete geçen Muzika-i Humayun ile birlikte artık Batı Askerî musıkîsi olan Bando kabul edilmiş ve şef İtalyan Giuseppe Donizetti ile birlikte bambaşka bir zihniyet ve ruhun ürünü olan marşlar bestelenmeye başlanmıştır. Mahmudiye Marşı, Mecidiye Marşı ve Cezayir Marşı Donizetti'nin besteleridir. Onun notası mevcut olmayan bir de Cenk Havası isimli bir marşı vardır. Donizetti'nin ölümünden sonra yerine Necip Paşa geçmiş, Abdülaziz'in tahta geçmesiyle görevinden azledilmiştir. Başlarda bandoya sıcak bakmayan Abdülaziz, Avrupa seyahati dönüşü Beyoğlu'nda konserine katıldığı İtalyan opera topluluğunun şefi Guatelli'yi Muzika-i Humayun'a almış, o da Marş-ı Sultanî'yi, Osmaniye Marşı ve Şefkat Marşını bestelemiştir. Abdülhamid'in tahta geçmesiyle Necip Paşa tekrar Muzika-i Humayun'a alınmış ve Hamidiye Marşını bestelemiştir. Necip Paşa ve Guatelli birlikte çalışmışlardır. Abdülhamid devrinde Guatelli ve D'Aranda paşaların yardımcılığını ise Plevne ve İzmir marşlarının bestekârı klarnetçi Mehmed Ali Bey yapmıştır. Guatelli Paşa'nın gizli Müslüman olduğu da rivayet edilir. D'Aranda Paşa'nın ise oğlu Müslüman olup Muhammed adını almıştır[Evren Kutlay Baydar, Osmanlı'nın Avrupalı Müzisyenleri, İstanbul: Kapı Yayınları, 2010]. Meşrutiyet'in ilanından sonra Sultan Mehmed Reşad döneminde Saray muzikasına ilk Türk müzisyen olarak Flütist Saffet Atabinen tayin edilmiştir.

Sofra müziği

Mehter artık tamamen unutulmuşken II. Meşrutiyet'in ilanından sonra yeniden canlandırılmak istenmiştir. Dr. Nazmi Özalp, kaynak vasfını da haiz Türk Mûsikisi Tarihi adlı eserinin birinci cildinde şu bilgiyi vermektedir: "Uzun bir geçmişe dayanan, özel bir mûsiki formu olan, musikimizin her türünü icra edebilen, kendine özgü icra üslubu bulunan bu büyük kuruluşun kapatılmasının üzerinden nerede ise yüzyıl geçmek ve unutulmak üzere iken 1911 yılında Gazi Ahmed Muhtar Paşa'nın Askerî Müze müdürü olduğu sırada Celal Esad Arseven bir Mehter takımı kurmayı ve bunu tarihî dekoru içinde yaşatmayı kararlaştırdı". Ancak bu çaba semere vermemiştir. Yalnız merhum üstad Dr. Nazmi Özalp, Gazi Ahmed Muhtar Paşa ile Ferik Ahmed Muhtar Paşa'yı karıştırmıştır.

Zeki Üngör'ün şefliğinde Muzika-i Humayun, Cumhuriyet ile birlikte Cumhurbaşkanlığına bağlanmış, Batı musikisi bölümü Cumhurbaşkanlığı Orkestrası ve Bando olarak ikiye ayrılmış, bandonun başına Veli Kanık getirilmiştir. Türk musikisi sanatkârları ise Cumhurbaşkanlığı Fasıl Heyeti olarak görev ifa etmiştir. Ancak bu heyetin icra ettiği müzik, "ona en çok düşkün olan Atatürk tarafından bile Cumhuriyet'in vitrinine koyulacak, kamusal mekanlarda topluma dinletilecek bir müzik olarak görülmemiştir...Bu müzik ancak sofra eğlencesine layıktır" (Güngör Ayas, Mûsiki İnkılâbı'nın Sosyolojisi, İstanbul: Doğu Kitabevi, 2014, s.293). Türk müziğinin o yıllarda Çankaya'da sofrada serbest, radyoda yasak olması ise ironidir. Tek-Parti döneminde unutulan mehter, 1950'lilerin başında yeniden teşkilatlanmıştır. Günümüzde askerî mehter yanında başka mehter takımları da mevcuttur.

Çoğu günümüze ulaşamadı

Hazindir, 1827 öncesi marşlardan ancak çok azı günümüze gelebilmiş, bu tarihten 1923'e kadar olan süredeki marşlarda ise sadece askerî marşlar görünmüştür. Okul ve gençlik marşlarına rastlanmamıştır. Cenaze, Konser, Opera, Düğün çeşidi ise hiç yoktur. Yine şayan-ı hayrettir notanın artık iyice kullanıldığı bu devredeki birçok marş bile muhtelif sebeplerle kaybolmuştur. Marş formu, Türk bestekârları arasında ilk defa bu formda bestesi olmayan İsmail Dede Efendi'nin torunu Rıfat Bey ile talebesi Zekâi Dede tarafından kullanılmıştır. Askerliğimizde bizlere de yürüyüşte söylettirilen ve "Annem beni yetiştirdi bu ellere yolladı/Al sancağı teslim etti, Allah'a ısmarladı" diye başlayan Alay Marşı Rıfat Bey'e aittir. 1923'den sonra ise askerî marşlarda azalma görülmüş ancak biri A.Yekta Madran'ın diğeri de Nedim V.Otyam'ın olan iki cenaze marşı yapılmıştır. Ancak Üngör, bugüne de taalluku olan bir bilgi vermektedir. Malum olduğu üzere yakın bir zamana kadar protokol cenaze merasiminde Chopin'in bir sonat olan Cenaze Marşı çalınmaktaydı. Bilhassa şehit cenazelerinde bu marşın çalınması dinî hassasiyeti haiz insanları rencide etmekteydi. Başka bir medeniyetin, düşünüşün, ruhun terennümü olan ve matemden ziyade kasvetli bir tınısı olan bu marş, Özel Harekât polislerinin, şehit arkadaşlarının tabutu havaalanında Cenaze Marşı eşliğinde karşılanırken fiilî müdahalesi ve Itrî'ye atfedilen Segâh tekbirinin okunmasıyla başlayan süreç neticesi ilgili bakanlıkların genelgeleriyle terk edilmiştir. Üngör, Nedim V.Otyam'ın bestelediği Türk Cenaze Marşı'nın notasını verdikten sonra şunu yazmaktadır: "Görüldüğü gibi, Itrînin tekbirini tem olarak kullanan bu marş, cenazesinde Chopin'in marşı çalınan büyük Ata'ya ithaf edilmiş olup ilk defa yayınlanmaktadır". Üngör'ün ifadelerinde Chopin'in cenaze marşına karşı olduğunu hissetmemek mümkün olmadığı gibi daha önce de bestelenen bir cenaze marşında Itrî'ye yer verildiği de anlaşılmaktadır.

Yakın zamana kadar resmî törenlerde İstiklal Marşı'ndan hemen önce saygı duruşunda ve protokol cenaze merasimlerinde bir "saygı" ifadesi olarak çalınan ve 2017 tarihli genelge ile kaldırılmış olması gereken ancak bazı haberlere göre Bingöl'den Tatvan'a gitmek üzere havalanan ve düşen cougar tipi askerî helikopterde şehit olan askerlerin cenaze töreninde çalındığı anlaşılan ve şehitliğin mehabeti ve ulviyeti ile hiçbir şekilde kabil-i telif olmayan 30 saniyelik "ti sesi"nin de Türkiye'ye ne zaman geldiği net olarak bilinmemektedir. Bestekarı Daniel Butterfield (1831-1901) Amerikan İç Savaşı'nda generalliğe kadar yükselmiş bir iş adamıdır, bu müziğin de iç savaş sırasında savaşın yıkımlarına karşı yakılmış bir ağıt olduğu tahmin edilmektedir. Prof. Dr. Mustafa Kaymakçı, ti sesinin Türkiye'ye büyük olasılıkla Kore Savaşı ile girdiğini aktarır. ABD Başkanı oğul Bush'un ülkemizi ziyareti esnasında duyduğu ve memnuniyetini ifade ederek "saygı duruşu kültürümüz Türkiye'ye kadar ulaşmış" mealinde sözler sarf ettiği "ti sesi" artık cenaze marşı gibi tamamen gündemimizden çıkması şart olan, eski Türkiye telakkisinin kompleks tezahürü yanlışlarındandır.

Hoş Gelişler Ola

Marşların da türkülerin kaderini hatta daha kötüsünü yaşadığı, notaya alınanların bile mühim bir kısmının ciddiyetsizlik yüzünden kaybolduğu da acı gerçeklerden biridir.

Askerî marşlarda karşılaşılan ve şaşılacak bir durum da şudur: Belli dönem, hareket, savaş ve şahıslar için bestelenen marşlar devrin değişimiyle adaptasyona maruz kalmıştır. Mesela Kafkasya Dağlarında Çiçekler Açar şeklinde başlayan ve bestecisi İzzettin Hümayi Elçioğlu olan Kafkasya Marşı, bir rivayete göre Azerbaycan'ın işgaline son veren Kafkas İslam Ordusu'nu, diğer bir rivayete göre de I.Cihan Harbi'ni ve Kafkas cephesini ve bölgesini, her iki halde de dolaylı da olsa Enver Paşa'yı da mevzu edinirken Cumhuriyet ile birlikte İzmir'in Dağlarında Çiçekler Açar'a dönüşmüştür. Aynı şekilde marş vasfı bariz Hoş Gelişler Ola Kahraman Enver Paşa, Cumhuriyet'ten sonra Hoş Gelişler Ola Mustafa Kemal Paşa'ya dönüşmüştür. Cumhuriyet ve Mustafa Kemal Paşa için etkileyici bir marş yapılamaması, İttihadçı ve Enver Paşa marşlarından medet umulması gariptir. Halil Bedi Yönetken gibi türkülerin derlenmesinde hizmeti geçen birinin ilk kıtası "Tanrı gibi görünüyor her yerde/Topraklarda denizlerde göklerde/Gönül tapar kendisinden geçer de/Hangi yana göz dalarsa Atatürk" şeklinde olan Atatürk Marşı gibi marşların da zaten seküler çevrelerde bile tutması mümkün değildi.

Askerî Marşlar, bir millî birlik şuuru ile haricî düşmanı ve muharebeyi esas alan musikî eserleridir. Sulandırılması, darbecilere hulûs çakmak için bestelenmesi ve icra edilmesi yakışık almamaktadır. Türk Milletinin ve memleketinin bekasında mühim bir hizmeti sebk eden, İzmir başta Ege'nin Türkleştirilmesi ve Müslümanlaştırılmasında Talat Paşa'nın baş icracısı olan Celal Bayar'ın liderliğindeki DP'yi hedef alan 27 Mayıs darbesi için Hikmet Şimşek'in marş bestelemesi anlaşılabilirse de böyle bir gayretin Münir Nurettin Selçuk gibi zamanında Mustafa Kemal'e bile sanat adına sert sayılabilecek bir çıkış yapan bir müzik dâhisinin sicilini lekeleyebileceği söylenebilir.

[email protected]

Notlar:

1-Etem Üngör'ün Türk Marşları unvanlı eseri bazı hata ve zuhüllere rağmen ziyadesiyle mühim ve müfiddir.

2-Marş bestesinde öne çıkan belki de yegâne hanım besteci Hekim İsmail Paşa'nın kerimesi ve Sırrı Giridî Paşa'nın halîlesi Leyla Saz'dır.

3-Bülent Aksoy'un emek mahsulü Avrupalı Gezginlerin Gözüyle Osmanlılarda Musıki[İstanbul: Pan Yayıncılık, 2003]adlı eserinde seyyah ve seyahatnamelerde mehterle ilgili verilen bilgilere işaret edilmiş, Marsigli ve Antoine Galland başta[bkz. s.298-300]birçok seyyahın gözlemleri de kitabın ekler bölümünde tercüme edilmiştir.

4-Bir zamanlar, memleketimize hicret eden meşhur muhacirlerin esamisini tespit için yaptığımız çalışmalarda istifade ettiğimiz eser çeşitlerinden biri de Türk Marşları ve Türk Musikisi Tarihi gibi bestekar biyografilerine yer veren eserlerdi. Rumeli ve bilhassa Tuna muhacirleri arasında bestekârlar da hatırı sayılır bir yer tutmaktadır.

5-Etem Üngör, "Dağ başını duman almış gümüş dere durmaz akar" diye başlayan Gençlik Marşı'nın da İsveç bestecisi Felix Korling'e ait olduğunu, bunu Selim Sırrı Tarcan'ın ülkeye getirdiğini ve güftesini de Ali Ulvi Elöve'ye yazdırdığını ifade etmektedir.

6-Serhan Bali'nin Müzikte Romantik Dönem Bestecileri (İstanbul: Vakıfbank Kültür Yayınları, 2019) unvanlı eserinde yazdığına göre vasiyetinde öldükten sonra kalbinin yerinden çıkarılıp Varşova'ya götürülmesini ve orada gömülmesini isteyen Frédéric François Chopin, Cenaze Marşı adlı üçüncü bölümüyle meşhur olan İkinci Piyano Sonatı'nı 1839 senesinde bestelemiştir. Bu marş, Kennedy ve Brejnev gibi devlet adamlarının cenazesinde de çalınan ve birçok ülkede kabul gören bir matem marşıdır. 1849'da genç yaşta veremden ölen Chopin'in kilisedeki cenaze töreninde Mozart'ın Reqiem'i çalınmış, kendi bestesi olan cenaze marşı ise kendisi toprağa verilirken mezarlıkta çalınmıştır. Babası Polonyalıların hizmetindeki bir Fransız olan Chopin, kendisini annesinin milliyeti olan Lehlikle ifade etmiş ve Polonya'nın Rus Çarlığına karşı isyanını tüm benliğiyle desteklemiştir.