İstihbaratın özelleştirilmesi meselesi yalnızca kurumsal ya da hukuki bir sorun değil, aynı zamanda devletin nasıl var olacağına ve gelecekte güvenliğin nasıl tarif edileceğine dair çok daha köklü bir meseledir. Bu noktada şu temel soru öne çıkmaktadır: Devletin tekelinde doğmuş bir faaliyet, devlet dışı aktörlerle nasıl yeniden inşa edilebilir?
Cihad İslam Yılmaz/ GÜVENSAM Genel Koordinatörü
Antik dönemden modern ulus-devlet formuna kadar, istihbarat faaliyetleri daima siyasal aklın bir uzantısı olmuş; devletin iç ve dış tehditlere karşı varlığını sürdürmesini sağlayan temel yapılardan biri olarak kabul edilmiştir. Bu bağlamda, istihbaratın doğası gereği kamusal bir faaliyet olduğu fikri, özellikle 20. yüzyılda adeta dokunulmaz bir ilke haline gelmiştir.
Ne var ki, Soğuk Savaş sonrasında değişen uluslararası sistem, yükselen çok-aktörlü güvenlik yapısı ve hızla gelişen iletişim teknolojileri, istihbaratın da sınırlarını yeniden çizmiştir. Güvenliğin yalnızca devlet eliyle sağlanamayacağı fikri, başta askeri alanda olmak üzere çeşitli fonksiyonların özel sektöre devrini gündeme getirmiş; bu süreç zamanla istihbaratın özelleştirilmesi gibi bir olguyu da beraberinde getirmiştir. Özellikle 11 Eylül sonrası dönemde terörle mücadelede duyulan analitik ve operasyonel ihtiyaçlar, devletin geleneksel kapasitesinin ötesine geçecek yeni iş birliklerini zorunlu kılmıştır.
Bugün geldiğimiz noktada, veri analitiği şirketlerinden özel güvenlik firmalarına, siber istihbarat sağlayıcılarından stratejik danışmanlık kuruluşlarına kadar geniş bir yelpazede özel aktörlerin istihbarat süreçlerine dahil olduğunu görmekteyiz. Bu durum sadece bir organizasyonel değişimi değil, aynı zamanda istihbaratın doğasına dair köklü bir dönüşümü de beraberinde getirmektedir. Artık istihbarat, yalnızca devletin tekelinde yürütülen bir faaliyet olmaktan çıkmakta; kamu ile özel arasında yeniden şekillenen bir etkileşim alanı haline gelmektedir.
İstihbaratın doğası ve devletle kurduğu tarihsel ilişki
İstihbaratın tarihsel serüveni, modern devletin evrimiyle yakından ilişkilidir. Machiavelli'den Hobbes'a, Clausewitz'den Weber'e kadar siyasal düşüncenin kurucu isimleri, istihbaratın doğrudan devlet kudretiyle ilişkili olduğunu vurgulamışlardır. Özellikle Max Weber'in "meşru şiddet tekeli" tanımı, istihbaratın bu tekelin hem görünmeyen hem de stratejik ayağını oluşturduğunu ima eder. Zira şiddetin meşrulaştırılması kadar, onun bilgiyle yönlendirilmesi de modern devletin asli işlevleri arasındadır.
İstihbarat, yalnızca bir bilgi toplama süreci değildir; o aynı zamanda siyasal aklın bir uzantısıdır. Devlet, varlığını sürdürebilmek ve tehditleri bertaraf edebilmek için hem içte hem dışta gözlem, analiz ve yönlendirme yeteneğine sahip olmalıdır. Bu durum, istihbaratın doğrudan egemenlik kavramıyla iç içe geçmesine neden olmuştur. Dolayısıyla, uzun bir süre boyunca istihbaratın yalnızca kamusal bir faaliyet olduğu, devletin tekelinde yürütülmesi gerektiği kabul edilmiştir.
Soğuk Savaş dönemi, bu anlayışın kurumsallaştığı ve somutlaştığı bir çağ olarak öne çıkar. ABD'nin CIA'i, Sovyetler'in KGB'si, İngiltere'nin MI6'ı ve diğer ulusal servisler, istihbaratın yalnızca devlet eliyle yapılabileceği düşüncesinin somut tezahürleridir. Bu dönem, istihbarat faaliyetlerinin büyük ölçüde gizli diplomasi, karşı istihbarat ve ideolojik mücadele temelli yürütüldüğü, özünde devletlerarası güç rekabetinin bir aracı olduğu bir çağdır. Bu yapı, istihbaratın "kamusal tekil doğasına" dayalı klasik paradigmayı oluşturur.
Ancak bu paradigmada çatlaklar, özellikle Soğuk Savaş'ın sona ermesiyle birlikte görünür hale gelmeye başlamıştır.
1980'li yıllardan itibaren kamu yönetiminde gözlemlenen neoliberal dönüşüm, yalnızca ekonomik alanla sınırlı kalmamış; kamu hizmetlerinin sunum biçimlerine de radikal bir şekilde sirayet etmiştir. Bu dönüşüm, özellikle "Yeni Kamu Yönetimi" (New Public Management - NPM) yaklaşımıyla kuramsal zemine oturmuş; verimlilik, maliyet etkinliği, performans odaklılık gibi özel sektör mantığının kamu alanına taşınmasını teşvik etmiştir.
Bu dönüşümün güvenlik ve istihbarat gibi geleneksel olarak "dokunulmaz" kabul edilen alanlara da sirayet etmesi zaman almış olsa da, süreç kaçınılmaz şekilde bu alanları da kapsamıştır. Devletin belirli operasyonel yükleri taşıyamaması, teknolojik gelişmelere ayak uydurmakta zorlanması ve özellikle siber tehditlerle başa çıkmada uzmanlaşmış yapılara ihtiyaç duyması, özel sektörün istihbarat süreçlerine dâhil edilmesini bir tercih olmaktan çıkarıp, bir zorunluluk haline getirmiştir.
Burada dikkat çekici olan husus, özelleştirmenin yalnızca bir hizmet devri olarak değil, aynı zamanda bir epistemolojik dönüşüm olarak da tezahür etmesidir. Zira istihbarat artık yalnızca "gizli bilgi" toplama işi değildir. "Açık veri"yi analiz etme, algoritmalarla yorumlama ve farklı disiplinlerle sentezleme sürecine dönüşmüştür. Bu dönüşüm, bilginin doğasıyla birlikte onu işleyen yapıları da dönüştürmüştür.
Dolayısıyla, istihbaratın özelleştirilmesi meselesi yalnızca kurumsal ya da hukuki bir sorun değil, aynı zamanda devletin nasıl var olacağına ve gelecekte güvenliğin nasıl tarif edileceğine dair çok daha köklü bir meseledir. Bu noktada şu temel soru öne çıkmaktadır: Devletin tekelinde doğmuş bir faaliyet, devlet dışı aktörlerle nasıl yeniden inşa edilebilir?
İstihbaratın özelleştirilmesi süreci, tek boyutlu bir yönelim değil; çok katmanlı, dinamik ve giderek karmaşıklaşan bir yapı arz eder. Bu dönüşüm, yalnızca devletin belirli fonksiyonlarını dış kaynaklara devretmesiyle sınırlı kalmaz; aynı zamanda yeni aktörlerin, istihbarat faaliyetlerine kendi uzmanlık alanlarıyla müdahil olduğu çok merkezli bir istihbarat ekosisteminin doğuşuna işaret eder.
Özel güvenlik şirketleri ve paramiliter aktörler
İstihbaratın özelleşmesindeki ilk ve en görünür örneklerden biri, özel güvenlik şirketlerinin sahada devletin görevlerini üstlenmeye başlamasıdır. Blackwater (daha sonra Xe Services, Academi), DynCorp, G4S gibi şirketler; özellikle savaş bölgelerinde, riskli bölgelerde ve diplomatik misyonlarda devletlerin askeri ya da istihbari boşluklarını dolduran yapılar haline gelmiştir. Bu şirketler yalnızca fiziksel güvenlik değil, aynı zamanda durumsal farkındalık, istihbarat toplama, tehdit analizi ve operasyonel danışmanlık gibi işlevler de üstlenmektedir.
Bu durum, egemenlik kuramı açısından önemli bir kırılmayı temsil eder. Zira devletin şiddet ve istihbarat kapasitesinin belirli aktörlere devredilmesi, bu güçlerin ulusal stratejiden ziyade sözleşmeye bağlı ticari çıkarlar doğrultusunda kullanılma riskini de beraberinde getirir. Wagner Grubu'nun Suriye, Libya ve Afrika'daki faaliyetleri, bu tarz aktörlerin gri alanda nasıl çalıştığını ve paralel güvenlik yapılarının nasıl oluşabildiğini dramatik biçimde göstermektedir.
Özelleşmenin ikinci ve giderek daha etkili hale gelen yönü, açık kaynak (OSINT) temelli analiz şirketlerinin yükselişidir. Bu aktörler, istihbarat faaliyetlerini klasik "gizli bilgiye erişim" ilkesinden çıkararak, verinin erişilebilirliğini değil işlenebilirliğini ön plana alırlar. Stratfor, Jane's, Bellingcat gibi yapılar; açık kaynaklardan topladıkları bilgileri, yüksek çözünürlükte analiz ederek karar vericilere sunmakta ve zaman zaman devlet kurumları tarafından da referans alınmaktadırlar.
Daha karmaşık bir örnek olarak Palantir gibi şirketler, yalnızca veri analizi değil; aynı zamanda devlet kurumları için istihbarat altyapısı sağlayan yapay zekâ destekli platformlar inşa etmektedir. Bu platformlar, büyük veri analitiği, tahmine dayalı modelleme ve operasyonel karar destek sistemleriyle çalışır. Bu yönüyle özel sektör, artık yalnızca istihbaratın dış kaynak sağlayıcısı değil, bizzat onun altyapı mimarı haline gelmektedir.
Modern istihbarat ortamı, klasik casusluk faaliyetlerinin ötesine geçerek siber alana taşınmıştır. Devlet dışı teknoloji şirketlerinin bu alandaki katkısı, yalnızca veri güvenliği değil, aynı zamanda istihbarat üretiminin kendisine dair dönüşümleri de içermektedir. NSO Group'un Pegasus yazılımı, yalnızca hedef odaklı siber gözetim sağlamakla kalmaz; aynı zamanda devletlerin başka devletlerin yetkililerini izlemesini mümkün kılan bir istihbarat hizmeti pazarı doğurur.
Cambridge Analytica skandalı ise, verinin yalnızca güvenlik değil, siyasi manipülasyon için de kullanılabileceğini ve bu manipülasyonun istihbaratla doğrudan ilişkili hale geldiğini göstermiştir. Bu noktada özelleştirme, yalnızca operasyonel bir tercih değil, aynı zamanda algıların yönlendirilmesi, kamuoyu şekillendirme ve bilgi savaşları gibi alanlara da sızmaktadır.
Buradaki temel mesele şudur: Artık istihbarat yalnızca bir devlet faaliyeti değil, aynı zamanda bir endüstri, hatta bir algoritmik ekonomi haline gelmiştir. Devlet dışı aktörlerin bu ekonomideki payı arttıkça, istihbaratın tanımı da kaçınılmaz biçimde dönüşmektedir.
İstihbaratın Özelleştirilmesinin Yol Açtığı Riskler ve Eleştiriler
İstihbaratın özelleştirilmesi süreci, devlet kapasitesini destekleyici bir araç olarak meşrulaştırılsa da, bu dönüşümün ardında yatan yapısal kırılmalar ve uzun vadeli etkiler göz ardı edildiğinde, bu pratik kısa vadeli faydaların ötesinde ciddi riskleri beraberinde getirir
Devlet, istihbarat faaliyetlerinde belirli anayasal ve yasal sınırlara tabidir. Denetim mekanizmaları, hesap verebilirlik ilkeleri, istihbarat komisyonları ve yargısal denetim gibi araçlarla bu faaliyetler çerçevelenmiştir. Ancak özel aktörlerin dâhil olduğu istihbarat süreçlerinde bu şeffaflık büyük ölçüde ortadan kalkmaktadır. Örneğin, özel bir şirket tarafından yürütülen izleme faaliyetinin yasal zemini neye dayanır? Sorumluluk hangi düzlemde tanımlanır? Bu gibi sorular çoğu zaman muğlak kalmakta, mevcut yasal çerçeve bu yeni aktörleri kapsamakta yetersiz kalmaktadır.
Hukuki sorumluluğun belirsizleşmesi, sadece bireylerin hak ve özgürlüklerini tehdit etmekle kalmaz, aynı zamanda devletin kendi içinde bir otorite dağılmasına da yol açabilir. İstihbarat gibi doğası gereği merkezi olan bir faaliyetin, çok aktörlü ve parçalı hale gelmesi, devletin karar alma süreçlerinde istikrarsızlık yaratabilir. Kimi zaman devletler, sorumluluktan kaçınmak için bu özel aktörleri "gölge araçlar" olarak kullanmakta, böylece istihbarat süreçleri daha az denetlenebilir, daha az hesap verebilir hale gelmektedir.
İstihbaratın özelleştirilmesi, sadece hukuki değil, aynı zamanda etik zeminde de büyük tartışmalara yol açmaktadır. Özel şirketlerin nihai amacı kâr maksimizasyonudur. Bu temel motivasyonun istihbarat gibi kamusal sorumluluk taşıyan bir alana entegre edilmesi, faaliyetlerin etik meşruiyetini ciddi biçimde zayıflatabilir. Nitekim bazı özel firmaların karanlık rejimlerle, otoriter liderlerle ya da savaş suçlarına bulaşmış yapılarla işbirliği içerisinde çalıştıkları bilinmektedir.
Bu noktada şu soru gündeme gelir: Ahlaki sorumluluk kimindir? Devletin dolaylı olarak sipariş ettiği bir faaliyet, özel bir aktör tarafından yürütüldüğünde etik ihlaller karşısında hesap kim verir? Bu soruya verilebilecek net bir yanıtın olmaması, yalnızca güvenlik alanında değil, demokratik sistemlerin işleyişinde de bir zayıflamaya işaret eder. Özelleştirilmiş istihbarat ortamı, çoğu zaman vicdanla değil, piyasa kurallarıyla yönetilen bir alana dönüşür.
İstihbarat, devletin stratejik aklının en rafine biçimde ortaya çıktığı sahalardan biridir. Bu aklın özelleştirilmesi, yalnızca bir operasyonel tercih değil, aynı zamanda egemenliğin içeriden zayıflaması anlamına gelir. Çünkü istihbarat yalnızca bir bilgi üretme süreci değildir; aynı zamanda karar alma iradesini besleyen epistemolojik bir altyapıdır. Bu altyapının dışarıya devri, karar mekanizmalarının da dış etkilerle şekillenmesine zemin hazırlayabilir.
Dahası, özel aktörlerin birden fazla devletle veya küresel şirketle çalışıyor olması, bilginin kontrolünü tartışmalı hale getirir. Hangi verinin kime hizmet ettiği, kimin çıkarına göre analiz edildiği ve hangi bilgi parçalarının bilerek göz ardı edildiği gibi sorular, istihbaratın güvenilirliği kadar, devletin karar alma süreçlerini de zaafa uğratabilir. Devletin istihbarat üzerindeki epistemik tekelini kaybetmesi, egemenliğin parçalanmasıyla eşdeğer bir sonuç doğurabilir.
İstihbaratın özelleştirilmesiyle birlikte güvenlik giderek bir hizmet haline gelmekte, "kime güvenlik sağlanacağı" sorusu, "kimin bu hizmeti satın alabileceği" sorusuyla yer değiştirmektedir. Bu, ulusal güvenliği piyasa mantığına terk etmek anlamına gelir. Oysa güvenlik, yalnızca bireylerin ya da kurumların değil, toplumun tamamının hakkıdır; yani bir kamusal mal niteliği taşır. Bu malın piyasalaşması, güvenlikte eşitsizlikleri derinleştirir, güvenlik hizmetinin kalitesini ticari çıkarlarla ilişkili hale getirir.
Vaka analizleri ve güncel olaylar üzerinden değerlendirme
Kuramsal tartışmaların en anlamlı derinliği, somut olaylarla karşılaştığında kazanılır. İstihbaratın özelleştirilmesi üzerine yürütülen eleştirel analizlerin gerçekliğe temas ettiği noktalar, hem bu dönüşümün ne kadar köklü olduğunu hem de sonuçlarının ne denli geniş çaplı olabileceğini göstermektedir. Aşağıda ele alınan üç vaka, özelleştirmenin yarattığı riskleri farklı bağlamlarda görünür kılmaktadır.
2013 yılında eski NSA çalışanı Edward Snowden tarafından sızdırılan belgeler, yalnızca Amerikan Ulusal Güvenlik Ajansı'nın (NSA) izleme faaliyetlerini değil, aynı zamanda bu faaliyetlerde özel şirketlerin nasıl aktif roller üstlendiğini tüm çıplaklığıyla ortaya koymuştur. Verizon, Microsoft, Google, Apple gibi teknoloji devlerinin devletle kurduğu veri paylaşım mekanizmaları, özelleştirilmiş istihbarat ekosisteminin boyutlarını dramatik şekilde gözler önüne sermiştir.
Bu örnek, iki temel meseleyi gündeme getirir: Birincisi, bireylerin mahremiyet haklarının özel şirket-devlet iş birliği üzerinden sistematik şekilde ihlal edilebileceğidir. İkincisi ise, devletin gizli faaliyetlerini, hesap verebilirlikten uzak bir biçimde özel aktörler aracılığıyla yürüterek anayasal denetimi aşma eğilimidir. Snowden'ın sızdırdığı belgeler, yalnızca teknik bir gözetim meselesini değil, demokratik sistemlerin bilgi rejimini tehdit eden yapısal bir sorunu ifşa etmiştir.
İsrailli NSO Group'un geliştirdiği Pegasus casus yazılımı, hükümetler tarafından gazetecileri, insan hakları savunucularını, muhalif liderleri ve hatta yabancı devlet başkanlarını izlemek amacıyla kullanılmıştır. Yazılımın özelliği, hedef cihazlara iz bırakmadan sızabilmesi ve her türlü veri akışını kontrol edebilmesidir. Ancak asıl çarpıcı olan, bu sofistike gözetim teknolojisinin ticari lisanslar yoluyla dünya genelinde birçok devlete satılmış olmasıdır.
Bu durum, istihbaratın yalnızca özelleştirilmiş değil, aynı zamanda uluslararası dolaşıma açık bir meta haline geldiğini göstermektedir. Ulusal güvenlik mantığıyla geliştirilen bir araç, sınır aşan ticari ilişkiler aracılığıyla farklı güç odaklarının elinde araçsallaştırılmış bir tehdide dönüşebilmektedir. Pegasus skandalı, istihbaratın özelleştirilmesinin sadece ulus-devlet içi değil, aynı zamanda uluslararası güvenlik mimarisinde de yeni kırılmalara yol açtığını dramatik biçimde ortaya koymuştur.
2022'de başlayan Ukrayna-Rusya savaşı, modern savaşların sadece tanklar ve roketlerle değil, aynı zamanda veriyle, uydu görüntüleriyle, sosyal medya analizleriyle yürütüldüğünü net biçimde göstermiştir. Buradaki dikkat çekici husus, bu alanlarda ön plana çıkan aktörlerin çoğunun özel şirketler olmasıdır. Maxar Technologies, Planet Labs gibi özel uydu şirketleri, sahadaki gelişmeleri anbean analiz ederek hem Ukrayna'ya hem de küresel kamuoyuna bilgi sağlamıştır.
Öte yandan Palantir gibi şirketler, Ukrayna hükümetine yapay zekâ destekli analiz araçları sunarak hem savunma planlamasında hem de siber saldırıların bertaraf edilmesinde kilit rol oynamıştır. Bu tablo, savaşın yalnızca devletlerarası bir mesele olmaktan çıkıp, özel aktörlerin stratejik denkleme dâhil olduğu çok katmanlı bir yapıya evrildiğini göstermektedir. Bu, istihbaratın ve savaşın giderek daha fazla "hizmet sağlayıcılar" eliyle yürütüldüğü bir çağın habercisidir.
Bu üç vaka, özelleştirme sürecinin ne kadar derinleştiğini ve yalnızca operasyonel değil, aynı zamanda siyasal, hukuki ve ahlaki sonuçlar doğurduğunu göstermektedir. Özelleştirilen istihbarat, artık sadece devletin sınırları içinde faaliyet gösteren bir araç değil; aynı zamanda küresel ölçekte etki yaratan, güç dengelerini değiştiren bir unsur haline gelmiştir.