İsrail'in demilitarizasyon çabaları ve Doğu Akdeniz, Orta Doğu denklemi

Prof. Dr. Adem Polat/ Ankara Hacı Bayram Veli Üniversitesi
13.10.2024

İsrail'in sınırlarına yönelik bir güvenlik politikası olarak sunduğu demilitarizasyon çabası, başlangıçtan bugüne Filistin meselesini kriminalize ederek kurguladığı büyük stratejinin bir parçasıdır. Kuzeye ilerleme hedefi çok net anlaşılan rejimin şimdilik Lübnan ve Suriye odaklı süren askeri eylemlerini daha büyük bölgesel çatışmalardan uzak düşünmemek gerekir.


İsrail'in demilitarizasyon çabaları ve Doğu Akdeniz, Orta Doğu denklemi

Prof. Dr. Adem Polat/ Ankara Hacı Bayram Veli Üniversitesi

7 Ekim 2023 Aksa Tufanı Operasyonu ile başlayan Hamas-İsrail Savaşı bir yılını tamamlarken İsrail'in sivilleri katlederek uyguladığı askeri politikaların Orta Doğu'yu terörize etmesi ve istikrarsızlığa sürüklemesi, Arap dünyası, Orta Doğu ve Türkiye için yeni bir merhaleye geçmiştir. Artık, İsrail rejiminin sınırlarını demilitarize etmek (askersizleştirmek) olarak sunduğu stratejinin Müslümanlara karşı topyekûn bir sivil katliama dönüştüğü gerçeği, İsrail'in kuruluşundan bu yana diplomasinin sınırlarını defaten aşan askeri çabalarının Batı bloku için de ne denli tehlikeli bir boyuta geldiğini göstermiştir. Fakat bu son Hamas-İsrail Savaşı, İsrail rejiminin meseleyi bölgesel bir çatışma zemininden ısrarla çıkararak büyük fay hatlarına taşıma gayretinin sonuçları üzerine düşünmemizi gerektiriyor.

Bu ezeli ve eskatolojik çatışmanın yarım asır öncesine gidersek İsrail-Arap savaşlarının üçüncüsü ve en yıkıcısı olan 1967 Altı Gün Savaşları'nda Mısır'ın monarşiden sonraki ikinci cumhurbaşkanı ve lideri Cemal Abdünnâsır'ın Pan Arabizm çabalarıyla İsrail rejimine karşı giriştiği siyasi mücadelenin askeri safhasının Ürdün ve Suriye'yi de kapsayacak şekilde bir başarısızlıkla sonuçlandığını görürüz.

Filistin düğümü

1950 ve 1960'lı yıllar dolayımındaki bölgeye yönelik Sovyet nüfuzu, Soğuk Savaş sürecindeki Orta Doğu denkleminde Sovyet destekli askeri donanım ve lojistik, bir yerden sonra tıpkı günümüzde olduğu gibi Filistin meselesi üzerinde düğümlenerek bölgesel çatışmanın fitilini ateşlemişti. Nâsır'ın Sovyet destekli Filistin hamiliği, ABD ve İngiltere destekli Siyonizm karşısında yenilirken; İsrail'in bölgesel imajı ve askeri varlığı, başka bir deyişle ABD güdümlü yaratılan güç dengesi, artık Arap liginin Filistin Meselesi'ne yönelik tutumunu domine etmiş, tepkileri ise İntifada süreçleri de dâhil diplomatik karşılık ve yaptırımlardan öteye taşımamıştır.

Pan Arabizmin Nâsır'la beraber bu denli başarısız oluşu, bahsi geçen yıllardan bugünlere İsrail rejiminin ABD destekli korunaklı imajına ilişkin efsaneleri çoğaltırken Filistin'in mazlum halkına ilişkin aksiyon içermeyen hal tarzını tüm Orta Doğu'nun tarihsel belleğine yerleştirmiştir. Irak-İran Savaşı, Körfez Savaşı veya Arap baharı, Libya-Suriye-Yemen iç savaşı gibi pek çok siyasi ve askeri hadiseyi yaşayan bölge, tüm Orta Doğu genelinde rejim tartışmalarından askeri darbelere ve büyük ekonomik buhranlara kadar İsrail rejiminin sessiz ve tehlikeli duruşuna kayıtsız kalmıştır.

Bu bağlamda bugün, İsrail'in işgal ettiği Filistin topraklarını demilitarize etmesi, bölgesel anlamda bir Hamas-İsrail çatışması gibi görülse de, Uluslararası Adalet Divanı'nın 19 Temmuz 2024 tarihli istişari görüşüyle ve uluslararası toplumun nezdinde, İsrail'in Filistin topraklarındaki işgalci/hukuka aykırı varlığı resmiyet kazanmıştır. Özellikle 7 Ekim sürecinden bu yana 40 bini geçen ölü ve 100 bini bulan yaralı Filistinli ile savaş suçlusu İsrail'in, Hamas'ın siyasi büro şefi İsmail Haniye'yi 31 Temmuz'da Tahran'da şehit etmesinin ardından Lübnan sınırlarına dayanması, söz konusu askeri eylemleri sınırlarını korumak veya varlığını sürdürmek için yapmadığını ortaya koymuştur. Bu eylemler, bölgeyi terörize etmeye uğraşan fundamentalist bir rejimin demilitarizasyon bahanesinin uzak projeksiyonları için bir alt yapı niteliğindedir.

İsrail'in askeri arındırma bahanesini ve dikkatini kuzeye yani Lübnan'nın güneyine yöneltmesi, bölgeye ilişkin planlanan kara taarruzunun 27 Eylül Hasan Nasrallah suikasti ve Hizbullah'ın üst düzey yöneticilerine yönelik yapılan eylemin hemen arkasından yoğunlaşması, planlı bir işgalin askersizleştirilerek ilerlemesini kolaylaştıracak alt yapıyı İsrail rejimine temin etme tehlikesi içerebilir. İsrail Başbakan'ı Netanyahu'nun 'Tüm hedeflerimize ulaşana kadar savaşı sona erdirmeyeceğiz' açıklaması, söz konusu siyasi suikastlerde ve Lübnan sınırına yönelik işgal girişiminde çok net görülen bir tablo ortaya çıkarmıştır. İsrail'in sınırlar ötesi seçici hedeflere operasyon kalkışmaları, Orta Doğu ve Akdeniz ekseninde kendisine mukavemet gösterebilecek Lübnan ve Suriye gibi askeri varlık ve teknolojisi rejime oranla zayıf devletlerin demilitarize edilerek bir ikmal ve tutunma koridoru açma gayesi taşımaktadır. Bu koridor, daha düne kadar Mısır, Gazze, Lübnan, Suriye ve Türkiye hattında bir otonom yapı değilken bugün baştan sona harap olmuş bir Gazze söz konusu. 2006'daki 34 gün savaşı ile Lübnan'a ağır hasar veren İsrail rejiminin bu kez bir kara taarruzuna cüret edişi, bölgedeki İran ve vekilleri ile sürdürdüğü misilleme savaşının yeni bir boyuta taşındığını gösterdi. Dolayısıyla İsrail'in Lübnan'ın güneyinde Yarun, Marun El Ras ve Adaisseh'e yönelik kara harekâtının nihai amacı, tarihsel emelleri arasında yer alan Litani Nehri'nin güney tarafını -tıpkı Golan Tepeleri'nde olduğu gibi- toprak genişletme stratejisinin devamına eklemektir.

Elbette bu son işgal planı, ikinci bir Gazze vakasına dönüşme tehlikesi taşımaktadır. Bununla beraber İsrail'in kuzey ilerleyişinde yeni bir haritaya işaret etmektedir. Bu yeni harita Orta Doğu'nun ve Akdeniz'in yeni bir restorasyon sürecine girme tehlikesini bünyesinde barındırabilir. Bugün İsrail'in hava harekâtı konseptli saldırılarına, Rusya destekli İran ve vekilleri füze konseptli misillemeler yoluyla karşılık vermektedir. Rejim, kademe kademe kuzeye ve Akdeniz'e yayılma planını somut sürdürmeye devam etmektedir.

İsrail'in sınırlarına yönelik bir güvenlik politikası olarak sunduğu demilitarizasyon çabası, başlangıçtan bugüne Filistin meselesini kriminalize ederek kurguladığı büyük stratejinin bir parçasıdır. Kuzeye ilerleme hedefi çok net anlaşılan rejimin şimdilik Lübnan ve Suriye odaklı askeri eylemlerini daha büyük bölgesel çatışmalardan uzak düşünmemek gerekir. Zira Doğu Akdeniz ve Orta Doğu'da enerji ve jeo-politik egemenlik bağlamında Türkiye ve Mısır'ın vereceği reaksiyon sadece bölgede değil; global ölçekte de yıkıcı sonuçlar doğurabilir.