İsrail'e karşı diplomasi sonuç vermezse…

Prof. Dr. Cengiz Gül/ Erciyes Üniversitesi
18.09.2024

Soykırımcı İsrail'in durdurulması ve işlediği suçlardan dolayı haddinin bildirilmesi için uluslararası örgüt ve kuralların acziyet ve iflas bayraklarını çektikleri bir ortamda, geriye maddi ve cebri nitelikteki yaptırımlardan oluşan de facto yöntemlerin devreye sokulmasından, yani Siyonist rejimin anlayacağı dilde karşılık vermekten başka da çare kalmamaktadır.


İsrail'e karşı diplomasi sonuç vermezse…

Prof. Dr. Cengiz Gül/ Erciyes Üniversitesi

Modernite ve çağdaş uygarlık adı altında, bir yaşam tarzının küresel ölçekte pompalandığı bir dönemden geçen dünya toplumları ve daha yerinde bir ifadeyle tüm insanoğlu, Filistinli Müslümanların Gazze'de maruz kaldığı mutlak abluka, işgal ve katliamlara tepki olarak, tam bir meşru müdafaa niteliğinde olan 7 Ekim 2023'teki 'savunma taarruzu'na karşı barbarca saldırılarını sürdüren İsrail'in, Holokost'u da geride bırakan ölçekteki sistematik ve organize soykırımını, insani hisleri uyuşmuş bir şekilde seyretmekte ve hatta bu seyirci konumundan bile gittikçe uzaklaşan bir lakaytlık eğilimi sergilemektedir. Bununla birlikte, özellikle İslam ülkeleri dışındaki coğrafyalarda, işgalci İsrail'in zulüm ve soykırımlarına karşı oluşan tepki gösterileri ve eylemlerin de, ABD ve Avrupa'daki çoğu ülke yönetimlerinin karşı duruşlarına rağmen, insanlık vicdanı adına ümit verici gelişmeler olarak kayda geçtiğini belirtmek gerekir. Ancak, yürüttüğü sistematik ve Batı destekli soykırıma karşı oluşan lokal boyutlardaki tüm bu protesto ve eylemler, Siyonist bir örgüt olarak İsrail'in canını sıkıp huzurunu kaçırdığı için, bu protesto ve tepki hareketlerinin, anti-semitizm kapsamında gösterilerek önlenmesi ve yasaklanması noktasında, ABD ve Almanya başta olmak üzere, diğer ülke yönetimleri üzerinde de Yahudi lobilerinin yoğun bir ekonomik ve siyasi baskı kurarak sonuç almaya çalıştıkları görülmektedir.

Soykırımda ikinci perde

İşgalci Siyonist rejim, neredeyse bir yıldır Gazze'de gerçekleştirdiği soykırım ve insanlığa karşı suçlarını, şimdi de Filistin'in Batı Şeria bölgesine yayarak daha geniş bir alanda sürdürme eğilimine girmiştir. 7 Ekim 2023'ten bu yana, 20 bine yakını bebek ve çocuk olmak üzere, 42 bini Gazze'de, 700 yakını da Batı Şeria'da yaşayan Filistinli Müslüman sivili katleden ve kuzeyindeki Lübnan sınırlarına ve Suriye'nin bazı şehirlerine karşı saldırılarını yoğunlaştıran soykırımcı İsrail açısından asıl hedefin, Hamas'ı ortadan kaldırmak olmadığı, tüm Ortadoğu'yu ateşe vererek sapkın bir dini fanatizmden beslenen 'vaat edilmiş topraklar' ütopyasını hayata geçirmek olduğu da böylece ortaya çıkmaktadır. Hamas'ın silahlı kanadı İzzeddin El-Kassam Tugayları'nın elindeki esirlerini kurtarmak için bile, ilk aylardaki geçici ateşkes hariç, kalıcı bir ateşkese hiç yanaşmayan işgalci Siyonizm, esir tutulan vatandaşlarının canını da yok sayma pahasına, Gazze'de soykırıma devam etmektedir. Kendi yaptığı bu soykırım saldırılarıyla tünellerde ölümlerine sebep olduğu Yahudi ve Amerikan vatandaşları için, İsrail ve ABD'nin Hamas liderleri hakkında iç ve uluslararası hukuk yollarını harekete geçirme çabaları ise, Gazze'deki barbarca soykırımın faili olan İsrail ile doğrudan suç ortağı konumundaki ABD'nin, nasıl traji-komik bir tiyatroyu sahneye koymaktan da hiç utanmadıklarını alenen göstermektedir. Bu aleni ve doğrudan suç ortaklığı sebebiyle ABD'nin, İsrail'in Gazze'deki soykırım ve insanlığa karşı suçlarını durdurabilecek tek güç olarak görülmesine yönelik yaygın biçimdeki algı ve söylemlerin de, ne kadar asılsız ve boş bir yaklaşımdan ibaret olduğu gerçeği ortaya çıkmaktadır. İşgalci İsrail'in, soykırım saldırılarını sürdürebilmesi için, on milyarlarca dolarlık yardım paketiyle birlikte, savaş ve uçak gemileri de dâhil olmak üzere, tahrip gücü çok yüksek bomba, roket ve füzelerden oluşan kapsamlı bir askeri mühimmat desteğini vermeyi sürdüren ABD'den, İsrail'in Gazze'deki soykırım ve savaş suçları ile barbarca saldırı ve işgal eylemlerini sona erdirmesini beklemek kadar saflık ve hayalperestlik de olamaz artık. Zira 7 Ekim 2023'ten sonraki süreçte, tüm uluslararası toplumun gözü önünde, soykırımcı Siyonist örgüte vermekten ve yapmaktan çekinmediği maddi, manevi, askeri ve hukuki tüm destekleriyle ABD, Gazze'de işlenmekte olan soykırım ve insanlığa karşı suçların doğrudan ortağı ve faili konumunda olup, soykırımcı İsrail ile aynı düzeyde sorumludur. Zaten, Uluslararası Ceza Mahkemesi (UCM) savcısı Kerim Han'ın, soykırım kabinesinin başbakanı ile savunma bakanı hakkındaki tutuklama talebi gündeme geldiğinde, ABD Senato ve Temsilciler Meclisi üyelerinin, böyle bir karar çıkması halinde işin ucunun ABD Başkanı ve diğer yöneticilerine kadar uzanabileceğini belirtmesiyle de bu durum adeta ikrar edilmiştir. UCM savcısının bu tutuklama talebini, sonuçta kendilerine de dokunacağı ihtimalinden telaşlanarak bir hadsizlik ve gözü karalık şeklinde niteleyen ABD yönetimi, çok kısa bir süreliğine de olsa, soykırımcı İsrail'e silah sevkiyatını geciktirmek suretiyle, sahte bir tavırla dünya kamuoyunun gözünü boyamaya çalışmıştır.

Diplomasi sonuç vermezse...

Özellikle Batı kaynaklı küresel ve yerel çaptaki uluslararası örgütlerden, Gazze'deki İsrail soykırım ve barbarlığını sona erdirmesini beklemekle kaybedecek bir zamanın artık kalmadığı da gayet açıktır. Bu noktada, şimdiye kadar soykırımcı İsrail üzerinde, bastırıcı olmak bir yana, caydırıcı hiçbir etki göstermemiş olan İslam İşbirliği Teşkilatı (İİT) adındaki 57 İslam ülkesinden oluşan bölgesel ve dini örgütlenmenin, üzerindeki ölü toprağından silkinerek, ittihad-ı İslam ruhu ve şuuruyla harekete geçmekten başka, beşeri planda bir çare kalmamıştır. Her yaptığının, yanına kar kaldığını gören ve Batılı sömürgeci güçlerin sınırsız kredisiyle de iyice şımarık bir azgınlığa bürünen işgalci Siyonist rejiminin, soykırım ve insanlığa karşı işlediği suçların durdurulması ve bunların bedelinin ödetilmesi, tabi oldukları devlet yönetimlerinin çoğunlukla aksine olarak, tüm dünyadaki vicdan sahibi insan ve toplumların müşterek arzusu ve beklentisi haline gelmiştir. Böylesine külliyet kesbeden vicdani bir talep ve duanın kabulüne mani teşkil eden sebeplerin bertaraf edilmesi halinde, Siyonist terör ve zulmün daima abad olamayacağı ve akıbetinin er veya geç berbat olacağı gerçeği de kendini gösterecektir.

İİT neden kuruldu?

Soykırımcı İsrail'in durdurulması ve işlediği suçlardan dolayı haddinin bildirilmesi için uluslararası örgüt ve kuralların acziyet ve iflas bayraklarını çektikleri bir ortamda, geriye maddi ve cebri nitelikteki yaptırımlardan oluşan de facto yöntemlerin devreye sokulmasından, yani Siyonist rejimin anlayacağı dilde karşılık vermekten başka da çare kalmamaktadır. Bunun için de, şimdiye kadar hiçbir caydırıcı ve bastırıcı fonksiyon gösteremeyen, 57 İslam ülkesinden oluşan ve BM'den sonra en fazla üyeli uluslararası bir örgüt konumunda olan İslam İşbirliği Teşkilatı (İİT)'nın, Türkiye'nin önderliğinde ısrarla çalıştırılması ve harekete geçirilmesi gerekmektedir. İİT, İsrail'in işgali altında bulunan Kudüs Mescid-i Aksa'daki İlk Kıble Mescidi'nin 21 Ağustos 1969 tarihinde yakılmasının İslam dünyasında uyandırdığı tepkiler üzerine 25 Eylül 1969'da kurulmuştur. Siyonist terörizmin saldırganlığına karşı İslam ülkelerinin birlik cephesi olarak ortaya çıkan İİT'nin, bu asli kuruluş misyonuna acilen geri dönmesi gerekmektedir. Ancak üye devletlerin çoğunun yönetim kadrolarının, sömürgeci Batılı ve Siyonist güçlerin etki ve baskılarına boyun eğecek kadar kukla ve uydu pozisyonuna düşmüş olması, mayasında ve hedefinde İttihad-ı İslam ruhu bulunan bu örgütün, Haçlı-Siyonist saldırganlığına karşı kendisinden beklenen maddi ve cebri yaptırım uygulayabilme kabiliyetini de köreltmiştir. Bu olumsuz manzaraya rağmen, 55 yıldır hukuki varlığı devam eden, ama halen uyku modundan çıkamayan İİT'nin, Batılı sömürgeci güçlerin güdümünde ve kontrolünde içi boş gündemlerle toplanıp dağılan pozisyonundan kurtarılarak uyandırılması ve gerçek bir İslam Birliğine dönüştürülmesi için tek bir uyanmış unsurun varlığı yetecektir. On yıllardır Batı'nın ninnileriyle uyutulmakta olan İslam ülkelerini uyandırma misyon ve sorumluluğu ise, bin yıldır İslam'ın bayraktarlığı ve mihmandarlığı vazifesini şerefle ifa eden ve son yüzyılda ayağına vurulan pranga ve önüne çıkarılan dahili ve harici tüm engelleri de bir bir aşan Türk milleti ve devletine düşmektedir. Bu sorumluluğunun farkında ve şuurunda olan Türkiye, işgalci Siyonist rejimin Gazze'de başlattığı soykırımın ardından, tüm diplomatik ve hukuki yolları zorlamaya devam ettiği gibi, İslam ülkelerini de uyandırmak suretiyle örgütün etkin ve caydırıcı bir güç merkezi haline gelmesine zemin hazırlayabilir. Bu kapsamda İİT bünyesinde 'Barış Gücü' türünden bir askeri yapılanma da hayata geçirilebilir.

[email protected]