İsrail'in kendini savunma ve komşu ülkeler üzerinde caydırıcılık yaratma iddiasıyla geliştirdiği ve/ya temin ettiği silahlar, bölgede kitle imha silahlarının yayılmasına ve güvenlik ikilemlerinin diri kalmasına neden oluyor. Bununla birlikte nükleer silahlar konusunda şeffaflık ve denetim mekanizmalarına katılmayan İsrail, bölgede bu güce sahip tek “meşru” devlet olarak kalabilmek için ofansif bir strateji izleyerek İran gibi rakiplerine saldırmaktan geri durmuyor.
Dr. Hacı Mehmet Boyraz/ İstanbul Medipol Üniversitesi Öğretim Görevlisi
İsrail'in 7 Ekim 2023'te Gazze'de başlattığı soykırım ve işgal hareketi hız kesmeden devam ediyor. Bölgede öylesine büyük bir maddi ve insani yıkım oluştu ki nicel veriler dahi bu yıkımı anlatmakta yetersiz kalıyor. Gelinen durum itibariyle mevcut uluslararası sistemin ve ana aktörlerinin ne yazık ki haklı olanı değil güçlü olanı koruduğu gerçeği bir kez daha gün yüzüne çıkmıştır. Zaten İsrail, bu gerçekliğin farkında olduğu için kurulduğu günden beri tam manasıyla bir haydut gibi hareket ediyor. Bu yazı da İsrail'in pervasızlığını son günlerde yeniden gündeme gelen "haydut devlet" kavramı üzerinden değerlendirmeye çalışıyor.
Haydut devlet
Haydut devlet, kısaca dış politikadaki davranışları itibariyle kural tanımayan ve ne yapacağı önceden kestirilemeyen devletleri tanımlamak için kullanılıyor. Nasıl ki azılı bir eşkıya, kanundışı eylemlerle kamu düzenine ve güvenliğine zarar veriyorsa haydut devletler de uluslararası sistem içerisinde benzer davranışları sergiliyor. Örneğin uluslararası antlaşmaları hiçe sayıyorlar, uluslararası örgütlerin aldıkları kararları çiğniyorlar, diğer devletlerin egemenlik haklarına zarar veriyorlar, insan hakları ihlallerinde bulunuyorlar ve hatta sivillere karşı yasaklı silahları kullanıyorlar. Dolayısıyla küresel barışa, güvenliğe ve istikrara yönelik tehdit oluşturuyorlar.
Kesin olmamakla birlikte haydut devlet kavramının ilk kez Nazi Almanya için kullanıldığı biliniyor. Daha sonra bu kavram, 1980'lerin sonunda yani Sovyetlerin çökmeye başladığı ve ABD'nin liberal hegemonyasını devam ettirebilmek için yeni tehditler aradığı bir dönemde tekrar gündeme gelmiştir. Bu süreçte özellikle Başkan Bill Clinton; Afganistan, Irak, İran, Kuzey Kore, Libya ve Suriye gibi ABD'nin ulusal çıkarlarıyla ters düşen otoriter ülkeleri haydut devlet kavramıyla anarak uluslararası toplum nezdinde "öcüleştirmeye" çalışmıştır.
İlerleyen süreçte haydut devlet yerine "kanunsuz devlet" ve "kural tanımayan devlet" gibi kavramlar da kullanılmıştır. Yine de bunların her biri, ABD'nin kendi ulusal güvenliği ve çıkarları açısından tehdit olarak gördüğü ülkeleri baskı altına almak için yürüttüğü küresel algı operasyonlarına hizmet etmiştir. Örneğin ABD, 1991'de Birinci Körfez Savaşına müdahil olmadan evvel "Irak haydut devlet" söylemini yayarak Saddam rejimine karşı kurmayı planladığı uluslararası koalisyona meşruluk zemini oluşturmuştur.
ABD'nin geçmişte haydut devlet olarak tanımladığı devletlere bakıldığında bunların birtakım ortak özelliklere sahip olduğu görülüyor. Bunlar dış politikada saldırganlık, uluslararası hukuk normlarına uymama, uluslararası örgüt kararlarını görmezden gelme, yasaklı silahları kullanma, kitle imha silahlarının yayılmasına katkı sağlama, insan haklarını ihlal etme ve teröre destek verme şeklinde özetlenebilir. Bahsi geçen bu kriterlerin her biri elbette kendini dünyanın merkezine koyan ABD'nin sübjektif değer yargılarının ve ulusal çıkar kaygılarının ürünüdür. Bu nedenle Amerikan hükümetleri, bir devleti haydut olarak tanımlarken yukarıda sayılan kriterlerden önce ilgili devletin Amerikan çıkarlarına uygun hareket edip etmediğini baz almıştır. Nitekim geçmiş ve güncel birçok örnek gösteriyor ki özellikle Orta Doğu'daki bazı devletler, bu kriterlerin tamamına ya da çoğunluğuna sahip oldukları halde Amerikan çıkarlarına hizmet ettikleri için Washington tarafından haydut devlet olarak tanımlanmamıştır.
Hukuk tanımaz, müzakereye kapalıdır
Cumhurbaşkanı Recep Tayyip Erdoğan, Ekim 2020'de yaptığı açıklamada ABD'nin haydut devletleri tanımlarken referans aldığı kriterleri eleştirel bir yaklaşımla İsrail'e uyarlayarak İsrail'i kendi vatandaşlarına zulmeden ve dünyanın istikrarını bozan haydut bir devlet şeklinde tanımlamıştır. Erdoğan'ın bu açıklaması, beklendiği üzere İsrail ve destekçileri tarafından tepkiyle karşılanmıştır. Ancak 7 Ekim 2023'ten sonra Filistin, İran, Lübnan, Suriye ve Yemen'e düzenlediği kanlı saldırılar İsrail'in hiç şüphesiz bir haydut devlet olduğunu gösteriyor. Öyle ki ABD merkezli sivil toplum örgütü ACLED'inverilerine göre İsrail; 7 Ekim 2023-6 Ekim 2024 arasındasadece Gazze, Lübnan ve Suriye'ye yönelik 23 binden fazla saldırı düzenlemiştir. Bu sebeple İsrail, ne yapacağı önceden kestirilemeyecek ve her an herkese saldırabilecek kadar pervasız bir haydut devlettir.
İsrail, uluslararası hukukun temel normlarını ve uluslararası örgütlerin kararlarını hiçe saymak suretiyle de haydut devlet kimliğini pekiştiriyor. Örneğin Birleşmiş Milletler (BM) Güvenlik Konseyi; 22 Kasım 1967'de kabul ettiği 242 sayılı kararla İsrail'in 1967 Arap-İsrail Savaşı sonrasında işgal ettiği Batı Şeria, Doğu Kudüs, Gazze ve Golan Tepelerinden çekilmesini istemiştir. İsrail ise kararı bugün dahi hiçe sayarak Gazze'yi tamamen ilhak etmeye çalışıyor ve muhataplarıyla hiçbir şekilde müzakere masasına oturmuyor.
İsrail'in insan hakkı ihlalleri konusunda da ağır bir sicile sahip olduğu görülüyor. Burada hemen belirtmek gerekir ki İsrail, devlet ideolojisi olarak ırkçı temellere sahip Siyonizm'i benimsediği için Filistinlileri yıldırmaya yönelik her türlü gayri meşru adımı atıyor. Örneğin Filistinlere ait toprakları işgal ediyor, yasa dışı yerleşim yerleri inşa ediyor, Filistin ahalisini göçe zorluyor ve bu kişilerin mülklerini gasp ederek Yahudilere veriyor. Nitekim Uluslararası Ceza Mahkemesi(UCM), Temmuz 2024'te verdiği bir kararda İsrail'in Filistin topraklarında inşa ettiği yerleşim yerlerinin yasa dışı olduğuna ve İsrail'in bu bölgelerde yaşayan topluluklara karşı sistematik ayrımcılık suçu işlediğine hükmetmiştir. Dolayısıyla İsrail'deki Siyonist ırkçı rejimle Güney Afrika'da bir zamanlar hâkim olan ırkçı apartheid rejim arasında hiçbir fark bulunmuyor.
1949 tarihli Cenevre Sözleşmesi savaş bölgelerinde ve işgal altında yaşayan sivil halkı koruyucu insani tedbirler öngördüğü halde İsrail; ambulansları ve hastaneleri vurarak, okulları ve dini mekânları bombalayarak, sivil altyapı tesislerini hedef alarak ve Gazze'ye insani yardım girişlerini engelleyerek Lahey Sözleşmeleri, İnsan Hakları Evrensel Bildirgesi, Cenevre Sözleşmeleri ve Roma Statüsü gibi insan hakları ve savaş hukuku açısından özel öneme sahip temel referans kaynakların birçok maddesini ihlal etmiştir. Dahası Mossad'ın eski Başkanı Yossi Cohen, 2021 yılında UCM'de İsrail'in Filistin topraklarında savaş suçları ve insanlığa karşı suçlar işlediği gerekçesiyle başlatılan soruşturma sürecinde hükümetinden aldığı talimatla dönemin Başsavcısı Fatou Bensouda'yı tehdit edecek kadar haddini aşmıştır.
BM İnsani İşler Koordinasyon Ofisi'nin (OCHA) 19 Kasım 2024'te yayınladığı verilere göre İsrail'in 7 Ekim'den sonraki saldırıları nedeniyle 24 bini çocuk, kadın ve yaşlı olmak üzere tam 44 bin Filistinli hayatını kaybetmiştir. 104 bin Filistinli de yaralanmıştır. Yine OCHA verilerine göre 2,1 milyon kişinin yaşadığı Gazze'de 1,9 milyon kişi yerinden edilmiştir. Ayrıca 23 Kasım 2024 itibariyle İsrail'in Gazze'ye gerçekleştirdiği kanlı saldırılar neticesinde 189 gazeteci hayatını kaybetmiştir. BM Mülteciler Yüksek Komiserliği'nin 22 Kasım 2024'te açıkladığı rakamlara göreyse İsrail'in saldırıları neticesindeson iki ayda 3 bin 500'den fazla Lübnanlı hayatını kaybetmiş,15 bin kişi yaralanmış ve 1,3 milyon kişi yerinden edilmiştir. Bu verilerin tamamı birlikte değerlendirildiğinde İsrail'in soykırım niyetiyle hareket ederek alenen bir devlet terörü icra ettiği anlaşılıyor.
Kitle imha silahlarının yayılması konusunda ise Statista'nın Ocak 2024 tarihli verilerine göre İsrail, 90 nükleer başlıkla dünyanın en büyük 8. nükleer gücü konumunda. İsrail'in kendini savunma ve komşu ülkeler üzerinde caydırıcılık yaratma iddiasıyla geliştirdiği ve/ya temin ettiği bu silahlar, bölgede kitle imha silahlarının yayılmasına ve güvenlik ikilemlerinin diri kalmasına neden oluyor. Bununla birlikte nükleer silahlar konusunda şeffaflık ve denetim mekanizmalarına katılmayan İsrail, bölgede bu güce sahip tek "meşru" devlet olarak kalabilmek için ofansif bir strateji izleyerek İran gibi rakiplerine saldırmaktan geri durmuyor.
Bir başka önemli husus olarak İsrail, her ne kadar inkâr etse de sivillere karşı yasaklı silahlar kullanıyor. Örneğin BM'nin yanı sıra İnsan Hakları İzleme Örgütü ve Uluslararası Af Örgütü gibi kuruluşların yayınladıkları raporlara göre İsrail, Gazze'ye ve Lübnan'a gerçekleştirdiği operasyonlarda 1980 Konvansiyonel Silahlar Sözleşmesine göre suç teşkil eden beyaz fosforlu top mermileri kullanıştır. UCM de buraya kadar anlatılan tüm hususları dikkate alarak 21 Kasım 2024'te verdiği kararda Gazze'de savaş ve insanlığa karşı suç işlenmesine sebep olan İsrail Başbakanı Binyamin Netanyahu'nun ve eski Savunma Bakanı Yaov Gallant'ın tutuklanmasına hükmetmiştir. Mahkemenin bu kararı bile tek başına İsrail'in haydut devlet olduğunu tescilliyor. Buna karşın İsrail, uluslararası sistemin başat gücü konumundaki ABD'nin sarsılmaz desteğini arkasına aldığı için yaptığı haydutluklar nedeniyle tam manasıyla cezalandırılamıyor.